Gündüz güneş, gece yas oldu.
Ortaokul zamanlarında çakır gibi çocukluk
geçiriyorduk. Horozlanmada üzerimize yoktu, tut deseler köpekten önce koşardık.
Dünyamızda güzel ve etkili olan davranışlar, dışarıdan bakanlar için çılgınlık
ve olabildiğine gereksiz görünebilirdi. Haklı olabilirlerdi. Fakat hayatı biz yaşıyorduk.
Cuma günü sabahçıydık. Okuldan kaçmak için
arkadaşlarla bir araya geldik ve 5 kişi kaçmaya karar verdik. Yola koyulduk. Şimdilerde
düzinelerce saçma sapan binaların olduğu o yollar yeşilliklerden geçilmiyordu. Yılanlarla, sincaplarla ve tilkilerle karşılaştığımız olmuştu.
Sırtımızdaki çantaları sık çalılıkların arasında sakladık. Güldük, eğlendik, hopladık. Çimlerde boğuştuk. Beyaz önlüklerle,
gri pantolonlar yeşile bulandı. Yola devam ettik.
Arkamızdan gelen arabalara el kaldırıyorduk. Hiçbir
araba durmuyordu ki bir araç durdu.
Camdan başını uzattı,
‘’ Gençler okulu mu astınız? ‘’
‘’ evet ağabey ‘’
‘’ nereye böyle ‘’
‘’ yol nereye götürürse oraya gidiyoruz ağabey ‘’
‘’ 2 kişi öne, 3 kişi arkaya binin hadi ‘’ dedi.
Aracın arkasına yaklaştıkça sıcak ekmek kokuyordu.
Aracın arkasına bindik. Yol boyunca ekmeklerden inanılmaz kokular yükseliyordu.
Dayanma gücümüz azalıyordu.
Arkadaşım
‘’ Hadi bir tane yiyelim. ‘’
‘’ Lan yok ayıp olur, yemeyelim. ''
‘’ Parasını veririz oğlum, ne olacak. ‘’
Öyle söyleyince ekmeklere gömüldük. Bir ekmeği 3’e böldük. Yedik, doymadık. Bir ekmek daha böldük. Midemize oturdu. İçecek su yoktu. Hepsi çantalarda
kalmıştı. Neyse adam bizi bir yerde indirdi. Adama 2 ekmek yediğimizi söyledikten sonra parasını uzatırken,
‘’ afiyetler olsun gençler, helali hoş olsun ‘’ dedi.
Yapma, etme dememize aldırış etmedi. Gideceğimiz sırada, ‘’ Durun ‘’ dedi.
Torpidodan siyah poşet çıkardı, bize uzattı.
‘’ Yiyebileceğiniz kadar ekmek alın bakalım, arkanızda ekmek bırakmayın yeter ‘’ dedi.
Tabi almadık. Adam indi, 4 tane koydu.
‘’ sizler yediniz ‘’ diyerek bize gülümsedi.
Yollarımız ayrıldı.
Etrafımıza şöyle bir baktık, nereye geldik diye. İlerideki bakkala doğru yürüdük. Adam buranın ‘’ Üseli ‘’ olduğunu söyledi. Sonra 1 paket üçgen peynir aldık, bir köşeye geçtik. Ekmeklere üçgen peynir sürdük, içeceklerimizi doldurduk. Hem yiyip hem içiyorduk. Ne yapacağız diye münakaşaya tutulduk. Bir arkadaş sıkılmış olacak ki ayağa kalktı, yolun ucuna gitti.
‘’ Aşağıda dere var ha girmeyelim mi? ‘’
Hepimiz ayaklandık, dereye baktık. Ekmekleri hızla
yedik. Aşağıya indik.
Dereye girmeden önce taşların üzerine eşyalarımızı bıraktık. Eşyaları koyduğumuz yerden uzaktaydık. Bir grup çocuk taşın üzerindeki eşyaları kaptığı gibi koşmaya başladılar. Kaçarlarken
düşürdüklerinin arasında benimle diğer arkadaşın eşyaları vardı.
Bunların arkasından yardırdık. Yakalayamadık. Taşlara oturduk. Ne yapacağız, edeceğiz diye düşünürken büyük biri
geldi. Durumumuzu anlattık.
‘’ Düşüm arkama gençler, hasta olacaksınız. ‘’
Adamın arkasına düştük. Dereden yola çıktık.
Yakındaki kahvehaneye girdi. Bize dışarıda beklemeyin diye uyardı, içeri çağırdı. Çay ikram etti.
‘’ Yusuf ağabey, veletler bu gençlerin eşyalarını
almışlar ‘’
‘’ Essah mı? Dur bekle dedi. Telefona yöneldi. Bir yeri aradı, olaydan
bahsetti.
Derede karşılaştığımız adam, ‘’ Rahat olun eşyalarınızı
bulacağız ‘’ dedi.
Neyse bir saat geçti geçmedi deredeki çocuklar kahvehanenin önünde göründü. Ayaklandık,
bir iki arkadaş üzerlerine koştu. Adamlar ayırdı. Çocuklar eşyaları masanın üzerine
bıraktı.
Derken ne oldu dersiniz?
Kahvehanenin önünde bir ara durdu. Adamlar,
‘’ gençler, kusura bakmayın olur mu? Bunlar da bizim gençlerimiz, haylazlar. Dargınlık
olmasın, barışın ‘’ dedi.
Üzerlerini giyen arkadaşlar eşyalarının tam olduğunun
görüntüsü karşısında sevindiler. Çocuklara yaklaştılar. Biz de arkalarından
yaklaştık.
Kapıda ekmek arabasına bindiğimiz adam belirdi.
‘’ O gençler, siz ne yaparsınız burada ‘’ dedi.
Adamlar, bunları nereden tanıyorsun minvalinde bakış
attılar.
Bu gençleri yolda aldım, buraya getirdim.
‘’ Hayrola, ne oldu? ‘’
‘’ Tartışmışlar. ‘’
‘’ Yine eşya mı çaldılar? ‘’
Kimse bir şey demedi.
Adam sonrasında arabasına bizi aldı. Ekmek arabası
değildi, normal arabaydı. Çalıların orada durduk, çantaları aldık. Adam nasıl
gülüyordu, görmeliydiniz.
‘’ Şerefsizler, fırlamalar ‘’ diyordu. Sonra sağ olsun
bizi çıkış saatine kadar Mersin’de yedirdi, içirdi, gezdirdi.
Hafta sonu tatili bittikten sonra, Çarşamba günü tekrar kaçmak için kararlaştırdık...
Yola koyulduk. Ne
gelen, ne giden vardı. Adamı bekledik. Gelmedi.
O dere tarafına yürüdük. Bakkala girdik, bir şey
almadan çıktık.
Dere yolunu takip ederek kahvehaneyi bulduk. Kahveci
bizi kırılgan gülümsemeyle karşıladı.
‘’ Mehmet Emin ağabey ne zaman gelir ağabey? ‘’ dedik.
Adam bulunduğu yeri hızla değiştirdi.
‘’ Ağabey, Mehmet Emin ağabey? ‘’
Adam, şu yolu görüyorsunuz değil mi? Oradan yukarıya doğru 10 dakika yürüyün,
Mehmet Emin orada ‘’ dedi.
Kalktık, yoldan çıkmaya başladık.
Giderken,
'' Mehmet ağabey bizi görünce sevinir mi lan? ''
'' Adamı inşallah sıkıyor olmayız ''
'' Sıkılsa bizi gezdirir, yedirir mi? ''
Neşeli adımlarla yokuş yukarı çıkıyorduk. Ne hikmetse yaklaştıkça insanlar fazlalaşıyordu.
Mesafe azaldıkça günün aydınlığı karanlığa dönüyordu.
Yapmayın be. Olmamalı…
Çadırın içinde insanlar vardı. Çadıra sığmayanlar dışarıdaydı. Meydan kalabalıktı. Köşede iki üç tane sandalye bulup oturduk. Kadının biri yanımıza geldi. Kimler olduğumuzu sordu. Durumu anlattık, kadın dizlerimizin
önüne çöktü dizlerimizi tutarak ağlamaya başladı. Çok kötü bir şeydi. Ağzımızı
açamadık. Yanımıza başka insanlar geldi, kadını kaldırdı. Kadının gözleri kan çanağı olmuştu. Baktığımız her insanda biraz Mehmet Emin ağabey vardı. Arkadaşın biri ayaklandı.
‘’ Aha, bu Mehmet Emin ağabey değil mi? ‘’ dedi. Cevap beklemeden,
‘’ Mehmet Emin Ağabey ‘’ diye seslendi.
Adam yanımıza geldi.
‘’ Kardeşlerim, ağabeyime benzetirler beni üzgünüm ama değilim ‘’ dedi.
Arkasını döndü gitti.
Bu olaydan sonra sevdiğim, değer verdiğim insanlara olan yaklaşımım değişmişti.
Gülüşüne ve ağabeyliğine hayran olduğumuz insanı o bizi gezdirdiği günün akşamda kaybetmişiz. Olayın üzerinden 5 gün geçmiş. 5 gün! O gün
arkadaşlarla, ‘’ lan ne güzel adam ‘’ , ‘’ benim ağabeyim olsa ‘’ gibi
söylemlerde bulunmuş ardından okuldan kaçarak onu bulmaya koyulmuştuk. Saatler geçirdiğimiz insanın sıcaklığı, samimiyeti, insanlığı iliklerimize işlenmesi normal miydi? Bizi yıkan şey, sevdiklerini ne hale getirirdi, üzücü ve kahredici bir şeydi...
Ne olacağını bilmediğimiz hayatta keskin dile, umursamaz tavra, üstünlük budalalığına gerek olmadığını düşünüyorum.
Sağlıcakla kalın.
Etiketler: anı
4 Yorum:
O kadar güzel yazmışsınız ki, keyifle okudum:))) Sonunda çok üzüldüm, böyle beklemiyordum. Son yazdığınız cümlenin altına imzamı atarım, bence çok doğru:) Kaleminize sağlık:)))
Gerçek mi, kurgu mu anlayamadım. Güzel aktarmışsınız, okurken insanın içi cız ediyor.
Evet üzüntü verici, maalesef. Çok teşekkür ederim :)
%50 diyelim :)
Teşekkür ederim.
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa