24 Mayıs 2024 Cuma

Basımına onay verilmeyen '' roman '' dosyam :)

Öncelikle herkese merhaba. Daha önce yazdığım ve (İTHAKİ)yayınevi tarafından basımına onay verilmeyen roman dosyasında tekrar düzenlemeler yapıyorum. Biraz araştırınca gönderdiğim yayınevinin yazarlardan beklentilerinin fazla olduğuna kanaat getirdim. Öncelikle yazarın bir başarı yolculuğunda olması gerekiyormuş. Allah'ın garip bir kulu olan benim eğitimim ilkokul mezunuyla sınırlı olup, lise terk olarak hayatın bir köşesinde durmaktadır. 

Öncesinde deneme türünde bir yazı dosyası hazırlayıp göndermiş fakat olumlu cevap alamamıştım. İlk yazıp gönderdiğim deneme türündeki yazıların hepsini silip atmıştım. Pişmanlık yaşamadım sonuçta tekrar yazarım demiştim. Yazdım da hem daha iyileri hem daha kötülerini. Yazmaktan bir an olsun vazgeçmedim yazmaya başladığım günden bu yana. Sadece roman dosyasının kabul edilmeyişinden sonra yazmaya 6 ay kadar bir ara verdim. 180 günlük yazma eksikliğini gidermek pekala zor olsa da üstesinden gelmeyi başardığımı düşünüyorum. 

Yazmaya devam ediyorum. Diğer tarafta ise roman dosyasında düzenlemeler yapmayı sürdürüyorum. Aslında yazdığımı okuyunca ne güzel bir hikayeye parmak bastığımı anlayınca gönlümde bir gururlanma oluyor. Hastalık, aşk, ailevi birliktelik, ölüm, isyan... birçok konuyu 200 - 250 sayfaya sığdırmış bulunuyorum.

Dosyaya eklemelerim ve içinden çıkarmalarım olacağı içinde sevinçliyim. 4 yıl önce yazdığımı okumak ne yalan söyleyeyim huzurlu ve gurur dolu olmamı sağlıyor, her ne kadar roman için kabul edilmemiş olsa da. Bu benim için büyük bir başarıdır.

Gönlüm rahat, ruhum huzurlu.

Düzenleme bittiğinde belirli kısımlarını sizlerle paylaşmayı isterim. 


yollarınız çiçeklerle dolu olsun.

Etiketler:

25 Nisan 2024 Perşembe

Sevginin dili mutluluktur




                                                               Fotoğrafın alındığı profil




Parmaklarımın ucuna basarak ilerlediğim yolun bir nefeslik dinlenmeye yerine vardığımda, göğün semasında bulutlar güneşin huzmelerine sarılmış vaziyette dağın yamaçlarına seriliyordu. Günün gecesi veya gündüzü yoktu; evren aydınlığın görkemiyle birlikte gecenin ihtişamını aynı sahnede gösteriyordu. Yıldızların tozları yağmur misali okyanusların üzerine düşüyordu. Yıldız tozlarının yağmuruna yakalanan balıklar okyanusların üst ince tabakasını yırtarak sevinçlerini sunuyordu.

Ayaklarımızın üzerinde durduğumuz sürece ödüller kazandığımız bu yaşam içerisinde ne hikmetse kötü bir düşüncenin esiri olduğumuz an, tüm işlerimizde sekmeler ve aksilikler meydana gelir. Sevgi, insanın erişebileceği en üstün mertebedir. Sevginin zerresi bile bir insanın hayata sıkıca tutunmasına vesile olurken bundan mahrum kalanlar göğün görkemlerini kasvet olarak görürler. Gözlerinin önünde sevgiye dair en ufak bir kıvılcım yoktur. İnsan, ruhsal olarak zenginliğini yalnızlığına borçludur. 

İnsanların arasına karışmak bir nevi sosyal statüyü arşa çıkarsa da neticede hepimiz yalnız doğduk ve yalnız öleceğiz. Bu bakımdan her insan bir nefeslik ömrünün tamamını karmaşaya, kalabalığa yöneltmemelidir. İnsan benliği kendisiyle barışık kaldığı müddetçe güçlü ve iradelidir. 

Yüzyıllardır yalanların arasında gerçekliği aramaya koyulmuş duruyoruz. Gerçeklikler ise hep önümüzde olmasına rağmen ne diyedir bu bitmek bilmez arayışlarımız? Madem önümüzdeler bu arayışımız niyedir? 

Arayışlarımız '' kendimize '' bilmemiz için olabilir mi? 

Az sonra parmaklarımın ucuna basıp tekrar yola koyulacağım. Bu yolda yalnız değilim. Kendime adadığım, armağan ettiğim o sıcak kelimelerde benimle olacaktır. 

Sabah uyandığımız, akşam geri uyuduğumuz bir döngünün içerisinde '' kendimizi '' bulmak istemeyişimiz nedendir? Telaş, korku, yorgunluk mudur kendimizden uzak kalmalarımız? 

Gülüşlerine feda ettiğiniz o güzelliklerin bir gün solacağını bilmek ne acıdır? Ellerinin yumuşaklığına başını yaslayıp cenneti andığınız o ellerin bir gün kırışacağını bilmek ne üzücüdür? Sırtınızı duvarlara yaslayıp kendinizi güçlü gösterme çabalarınız peki? Denizin hırçın dalgaları kıyıya sürüklemesindeki mana nedir? Kim bilir belki de deniz, sırtına yük olan akıntıyı uslandırmak için kıyıya sürüklüyordur... 


2 3 hafta önce bir rüya görmüştüm. Bu rüyada şöyle bir sözü karşımdaki birisine söylemiştim.

'' Sevginin dili mutluluktur. '' 

Gördüğüm rüya ise çok enteresandı. Rüyada kendimi dışarıdan görüyordum. Sözün söylenmesinden önce çevremdeki görüntüyü şöyle anlatmak isterim.

Yüksekçe bir yerin tepesinde insanlar bir aradaydı. Aşağı tarafa baktığımda her taraf yemyeşildi ve müthiş bir görüntüler vardı. Evrenin tüm yaratımları gözlerimin önündeydi. Gözlerimi arkadaki güzelliklerden alamıyordum. Sonra bir anda bedenime bütün oldum ve yukarıdaki sözü söyledim ve uyandım. 


Hayatta böyle değil midir? Bir yanımızda keşfedilmeyi ve görüntülenmeyi bekleyen güzellikler bizleri beklerken, bizler daha çok telaşın ve kargaşanın peşine sürüklenmiş ilerliyoruz. Kendi cennetimizi adeta kuraklaşan bir ovaya çevirmiş gibiyiz. Sevginin tek bir damlası kuraklaşmış ovaları adeta  yeşilliğe, güzelliklere ve ihtişamlara çevirebilir. Her şey sınırlarımızı keşfetmekte saklıdır. 

Dünyevi şeylerin peşinde koşmayı sürdürdüğümüz sürece beslenmeyi bekleyen topraklarımızı kuraklaşmasına yardımcı oluyoruz. Bir gün adeta buhran yaşarken iç alemimin meydanına doğru yolculuğa çıktım ve meydana vardığımda vardığımda ellerimi iki yana açtım ve diledim..



Etiketler:

27 Ocak 2024 Cumartesi

Bir öfkedir, sessizliğim






Ne yana gidersem gideyim, hep aynı yerdeyim. 
Kime ne anlatsam, söze başladığım o ilk cümledeyim.
Bir çıkar yol bulamıyorum. 
Her yolu deniyorum ama bir türlü o yola ulaşamıyorum.
Yardımcı ol hayat, yardımcı ol Rabbim.

Yıkılmadım! 
Zelzeleleri titrek bacaklarımla alt etmeye çalışıyorum. 
Ben, güçsüz değilim. 
Beni sakın bedbaht olarak tanımlamayın.
Ayaklarım yere değiyor, 
her ne kadar kana bulamış olsa da tabanlarım.
Adresim yoktur.
Bazen dizlerimi karnıma çekerek izbe bir yerde soğuğa direnirim 
bazen de bir caminin avlusuna ruhsuz bedenimi sererim. 
Tanrı nefesini iliklerimde hissederim.

Cami avlusuna girdiğimde içimdeki çocuğun seslerini duyuyorum. 
Ruhum, bedenimi yolcu etmekten de bir türlü vazgeçmiyor. 
İçimin neşesine seslendiğim an yok oluyor. 
Seyrettiğimde ise zaman  berraklaştırıyor!
Nedir bu tam olmalar?

Sınırları tarumara uğramış bir kentin tarihi sayfalarıyım
Akıp giden zamanı taşır, 
sere serpe düşeni içime gömerim
Nerede ışığım? 

Bir sözdür ufku açan,
bir latifedir iradeyi yıkan,
bir bir devrildi şahitlerim,
sözlerimi devşirdim
hayatım, terki diyar sahnesinde yürüyor,
hangi topraklar taşıyacak adımlarımı!

sonra bir ses duydum.

Neredeyim, kimim? 
Ben bir his miyim? 
Açın göğsümü,
Bağlarını çözün dizlerimin 
Bir sestir öfkem,
Bir öfkedir, sessizliğim.

Yabancısı mıyım benim,
Adresimi kaybettim
Müdahalelerden kaçıyorum.

-

devam edecek...













Etiketler: ,

16 Ekim 2023 Pazartesi

16 Ekim 1990




                                                                 FOTOĞRAF PROFİL


Bugün 33 yaşıma bastım. Akli melekelerimin ayaklandığı gündür. Hayatı, dünyayı, insanları, geleceği, geçmişi sorgulayacağım bir gün. Bugün 364'lük yaşanmışlıkları üzerimden alıp bir köşeye koyacağım. 

Bana iyi gelenlere, benimle neşe ve huzur bulanlara biraz daha alan vereceğim. Diğerlerini ardımda bırakacağım. 

Pastalarla kutlamaları sevemedim. İnsan alışık olmadığı şeylerin '' sevmeyeni '' olurmuş. Her şeyin yalan ve sahte görüntülerden ibaret olduğu o yerde, gerçek olan nedir?

Mesela bunun yerine doğum günü olan kişiler bir günlük kafa istirahati almalıdır. Hatta bir günlük kafa dinlemesi için manzarası bol olan bir dağ evinde ya da ırmaklara yakın bir yerde kalmalıdır. Orada kendi dünyalarına bir günlüğüne ziyaret etmelerine imkan sağlanmalıdır. 

Gerçek duyguları karşılamayı, onlarla zaman geçirmeyi veya hüzünlenmeyi yaşamalıdır. Doğum günleri insanların akli melekelerini ayaklandırır. İnsanı sağa sola savurup dururlar. Ayaklanmadan sağ çıkanların dirayetli olanları ağlar, kırılanları avazlarının çıktığı kadar bağırır, duyguların geçişlerini kaçıranlar da sinirden gülerler... 

Her gün beraber olduğunuz insanlarla, size özel olan bir günü yine aynı kişilerle kutlamanın nasıl bir hazzı olabilir?


O yüzden önce Allah'a sonra aileme şükranlar sunuyorum. Evimizde hiç doğum günü kutlaması olmazdı. Birçok kişinin doğum günü kutlamalarına katıldım ama inanın hep kaçmak istedim. Alışkın olmadığımdan ziyade yavan geliyordu.  Aslında neden doğum günleri kutlamadığımızı yıllarca yadırgadım. Çevreme bu konunun sözünü etmeye utanırdım. Yıllarca aşmaya çalıştım. Bazen aileme isyanlar ettim. Geçen sene ki doğum günümde yine aynı durum oldu ve huzur içerisinde kendime yöneldim ve o gündür bu gündür kendimden kopmamaya özen gösteriyorum...

Anladım ki ben kendimle olduğum sürece insan kalıyordum. Yine bir ziyaret aşamasında ağlamıştım. Ağlamak, kendinizi tanımak istediğinizde ne güzel bir yağmurdur, ah... 

Anneme bir gün,'' hiç doğum günün kutlandı mı? '' dediğimde, gülümsemişti. 

'' Yok oğlum. Kendimize ayıracak vaktimiz olmuyordu. Taş kırıyor, çapa yapıyordum. Sana hamileyken bile çapa yaptığım fotoğrafım vardır. Bizler yokluk ve sefillik döneminden geliyoruz. ''

Ve sözünü ettiği fotoğraf benim en sevdiğim ve hayatım boyunca saklayacağım tek fotoğraftır.
Ve o fotoğraf aldığım en güzel doğum günü hediyesidir. 
Artık '' doğum günü '' kutlar mıyım? 

Akşam işe gideceğim. Ne güzel ki kimseler bilmeyecek bugün doğum günüm olduğunu. Kutlayan birkaç arkadaşım olur belki umarım kutlamazlar. Bu sessizliğin bozulmasını istemiyorum... 

Bu sessiz yolculuğun bana açılmış bir dehliz olarak görüyorum.

Her sene hediye olarak sunduğum şeyi tekrar gerçekleştireceğim. Ağırlık ve yer kaplayan düşüncelerden, kişilerden ve anlayışlardan kopacağım. 

Hoş geldin 33 yaşım...



Etiketler:

27 Aralık 2022 Salı

En iyi dostlarım, koltuk değneklerim.





Öncelikle geçmiş olsun. İki kere bacak kırığı yaşamış birisi olarak aklınızdaki birçok soruya yanıt vereceğimden kuşkunuz olmasın. İçinde bulunduğunuz o buhranın nelere sebebiyet doğurduğunu bilirim, yaşadım. 

Öncelikle kırığınızın parçalı olması iyileşme sürecinizi normal kırıklara nazaran biraz daha sancılı geçmesini sağlayacaktır. Tabii bu korkmanıza vesile olmamalıdır. 

2009 (19) yılında karşıdan karşıya geçerken yavaş ilerleyen bir aracın önüne atlayıp yaya geçidinden karşıya geçerken yan yoldan gelen bir arabanın çarpması sonucunda yerden 10 metre kadar yükseldim ve orta refüjde bulunan palmiye ağacına çarptım. Ağacın dikenlerine batarak yere düştüm. Palmiye ağacı olmasaydı diğer yola düşebilirdim sonrası malum. 

Hastaneye kaldırıldım. Ameliyatın beş saat sürdüğünü ablamdan öğrenmiştim. 10 gün hastanede kaldıktan sonra eve yolandım. 19 yaşında bir gençtim. Hayat karşısındaki tüm ideallerim, hayallerim, umutlarım bir kazada yerle yeksan oldu ve içe kapanık bir insan oldum. Bazı geceler çok ağladım. Ayaklandığımda her şey değişecek dediysem de değişen bir şey olmuyordu. 

Bu zaman zarfında 10 ay boyunca evde kaldım. Eve gelişimin 2.nci ayından sonra bastonlarla dışarıda yürümeye başladım. İnsanların bakışları, çok acınasıydı. Sizleri çok iyi anlıyorum. Ve size bir şey deyim mi, ayaklanıp eskisi gibi yürüyeceksiniz. Bacağınızda bulunan platini çıkartmanızı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Onun ağırlığını 7 yıl yaşadım. Kış geldiğinde bacağım tutmuyor ve buz tutuyordu. Yürümekte zorlandığı gibi ayakta duramıyordum. Bu sancılara dayanamıyordum. Karar verdim. 
7 yılın sonunda bacağımdan platin çıkartıldı. Baygın halde yatağa getirildim. Uyandığımda yıllardır hissiyatını bildiğim o platinin bacağımda olmadığını anladığımda hüngür hüngür ağladım. 

- Sizlere şunu yapın, bu hareketi uygulayın - desem de canınızı fazla yakmayacağınızı bilirim. Canımın yanmasına rağmen hareketlerden geri bırakmadım bacağımı. Tabi korkarak yapıyordum. Kırığı vidadalar tutuyordu. Her an ters tepebilir korkusu yüzünden birçok hareketi yapmaktan korktum. Kırığınız dizinize yakın değilse dizinizi bükmekten geri kalmayın. Kireçlenmesi pekala en kolay yerdir. Çünkü travmaya maruz kalan bacak kasları, tüm işlevlerini kaybeder. Haliyle dizdeki sıvılarda kurur. Dizinizin kireçlenmesi uzun dönemde canınızı epey yapacak şeydir. Kireçlerin kırılması için uygulanacak egzersizler gözünüzden yaş akıtacaktır. Dizinizi olabildiğine hareketlendirin.

Kırığın daha iyi kaynaması için kemik suyunu her gün içmekten kaçının. Çünkü bu hareketsiz bedeninizi yağlandırmaya sebebiyet verir. Haliyle kırığınıza fazla yük binmiş olacaktır. Şunu unutmamakta fayda var; ne yerseniz yiyin, faydasını ilk kırık olan kemik alacaktır. 

Fazla yemekten kaçının. C vitamini alabilirsiniz. Takviye olarak magnezyum da olabilir. Yürüyüşünüzü uzun tutun. Eve geldiğinizde ayaklarınızda karıncalanmalar olmasını sağlayın. Ne kadar çok üzerinize basarsanız kırık uçlarını o kadar kanlandırırsınız ve kırığın kaynamasını hızlandırırsınız. Tüm yükünüzü kırık bacağınıza bırakayım demeyin. Zamanla vücut orantılı dağılımı yapacaktır. Siz fazla yük bindirmek için çabalamayın. 

Dışa dönük insansanız içinde bulunduğunuz durumdan bir an önce kurtulmak isteyeceksiniz. Her şeyin hemen gerçekleşmesi için türlü yolları denemekten kendinizi alıkoyamayacaksınız. Sakin kalın. 

10 ay uzak kaldığım dünyaya dönüşüm pek hızlı oldu. Sizin de olacaktır. Kendinizi keşfetmek için müthiş bir zamandır. Her ne kadar acınız, sızınız kendinize ulaşmanızı engellese de 2nci aydan sonra ağrılar kalmayacaktır. Kendinizi keşfetmek için önünüzde uzun bir zaman olacaktır. Yeri gelecek ağlayacak, yeri gelecek kendinizi methedeceksiniz. En güzeli de yeni hayallerin içinde olacak olmanızdır.

Olgun yaştaysanız ise hayatı ve kendinizi sorgulama imkanına sahip olacaksınızdır. Sonuç itibari insanlardan uzak kalmak pek iyi olmasa da kendinizle geçireceğiniz zamanın aslında dış dünyadaki insanlarla geçirdiğiniz zamandan daha değerli olduğunu anlayacaksınız. 

2016 yılında bacağımdaki platinin çıkarılması için doktorlar görüştüm. Çıkartılmasının sorun teşkil etmeyeceğinden söz etti ve ameliyat girdim. 2018 yılında bacağım kırıldı. 






Halı sahada kırıldı. Kendimi tutamadım. Bana göre aptallık, çevremdeki insanlara göre yazılmış kaderdi. Olan olmuştu. Yukarıdaki kırığın anısı bir arkadaş istemeden arkadan makas girerek topa basmamı ve sonrasında dengesizce düşmeme neden oldu. 


Bu da ameliyattan sonraki gün çekilen film. Bacağı önden gösteren görüntülere erişim olmadığı için yandan halini sizlere sunuyorum. 



Ameliyattan 2 ay sonra ki görüntü. Doktorun kaynamanın iyi olduğunu söylediği gün. O gün hastaneye tek bastonla gitmiştim. Doktor tek bastonla geldiğimi görünce diğer bastonu sordu. Evde olduğunu söyledim. Güzel bir fırça attı. '' 5 aya kadar dışarıda iki bastonla devam. Vidalar yamulabilir ''dedi. Bu arada 16 vida bulunuyor.

İkinci kez kırılma yaşanmasından sonra toparlanmam hızlı oldu. Bir de kırığın durumu, parçalı olmadığı için ayaklanmam hızlı oldu. 






Ameliyattan önceki sıfatım








28 Ocak 2022'de ameliyat sonrası bacağımın son görüntüsü. Çok şükür iyi kaynamış görünüyor. 
Doktor ameliyat esnasında, '' zırh gibi kaynamış '' dediğinde nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Bu arada Epidural anestezi uygulandı. Operasyondaki konuşmaları, alet erdavatın seslerini, gelen gidenin görüntülerini hem duydum, hem gördüm.

Bu da ameliyattan sonraki görüntüm.

2 hafta sonra tekrar hastaneye dikişleri aldırmaya gittiğimde doktorla durumum hakkında konuştum. 
'' Spor yapabilirsin. Ağır sporlardan uzak durman yeterlidir. Futbol, Kaykay vs. '' 
Koşabilir miyim dediğimde,
'' dilediğin gibi koşabilirsin '' dedi.

1 yıla yakındır koşuyorum. 84 kilodan 72 kiloya kadar düştüm. Aralıklı oruç diyeti uyguluyorum. Açlık hissini uzun zamandır hissetmiyorum. Aynı bacağının belirli yerlerinde iki kırıkla hayata kaldığım yerden devam ediyorum. 

bu hadise  bir iki yıl sizi geriye atabilir, bu konuda anlaşalım. Ayaklanmanız ne kadar sağlıklı ve sağlam olursa öne geçmeniz o derece mümkündür. Korkuya yer vermeyin.

Umarım ihtiyacı olanlara ulaşır...

Hafif acılar konuşulabilir ama derin acılar sessizdir.
SENECCA

Etiketler: ,

3 Temmuz 2022 Pazar

Gündüz güneş, gece yas oldu.



Ortaokul zamanlarında çakır gibi çocukluk geçiriyorduk. Horozlanmada üzerimize yoktu, tut deseler köpekten önce koşardık. Dünyamızda güzel ve etkili olan davranışlar, dışarıdan bakanlar için çılgınlık ve olabildiğine gereksiz görünebilirdi. Haklı olabilirlerdi. Fakat hayatı biz yaşıyorduk.

Cuma günü sabahçıydık. Okuldan kaçmak için arkadaşlarla bir araya geldik ve 5 kişi kaçmaya karar verdik. Yola koyulduk. Şimdilerde düzinelerce saçma sapan binaların olduğu o yollar yeşilliklerden geçilmiyordu. Yılanlarla, sincaplarla ve tilkilerle karşılaştığımız olmuştu.

Sırtımızdaki çantaları sık çalılıkların arasında sakladık. Güldük, eğlendik, hopladık. Çimlerde boğuştuk. Beyaz önlüklerle, gri pantolonlar yeşile bulandı. Yola devam ettik.

Arkamızdan gelen arabalara el kaldırıyorduk. Hiçbir araba durmuyordu ki bir araç durdu.

Camdan başını uzattı,
‘’ Gençler okulu mu astınız? ‘’
‘’ evet ağabey ‘’
‘’ nereye böyle ‘’
‘’ yol nereye götürürse oraya gidiyoruz ağabey ‘’
‘’ 2 kişi öne, 3 kişi arkaya binin hadi ‘’ dedi.

Aracın arkasına yaklaştıkça sıcak ekmek kokuyordu. Aracın arkasına bindik. Yol boyunca ekmeklerden inanılmaz kokular yükseliyordu. Dayanma gücümüz azalıyordu. 

Arkadaşım
‘’ Hadi bir tane yiyelim. ‘’
‘’ Lan yok ayıp olur, yemeyelim. ''
‘’ Parasını veririz oğlum, ne olacak. ‘’

Öyle söyleyince ekmeklere gömüldük. Bir ekmeği 3’e böldük. Yedik, doymadık. Bir ekmek daha böldük. Midemize oturdu. İçecek su yoktu. Hepsi çantalarda kalmıştı. Neyse adam bizi bir yerde indirdi. Adama 2 ekmek yediğimizi söyledikten sonra parasını uzatırken,
‘’ afiyetler olsun gençler, helali hoş olsun ‘’ dedi.
Yapma, etme dememize aldırış etmedi. Gideceğimiz sırada, ‘’ Durun ‘’ dedi.

Torpidodan siyah poşet çıkardı, bize uzattı.

‘’ Yiyebileceğiniz kadar ekmek alın bakalım, arkanızda ekmek bırakmayın yeter ‘’ dedi.
Tabi almadık. Adam indi, 4 tane koydu.

‘’ sizler yediniz ‘’ diyerek bize gülümsedi.

Yollarımız ayrıldı.

Etrafımıza şöyle bir baktık, nereye geldik diye. İlerideki bakkala doğru yürüdük. Adam buranın ‘’ Üseli ‘’ olduğunu söyledi. Sonra 1 paket üçgen peynir aldık, bir köşeye geçtik. Ekmeklere üçgen peynir sürdük, içeceklerimizi doldurduk. Hem yiyip hem içiyorduk. Ne yapacağız diye münakaşaya tutulduk. Bir arkadaş sıkılmış olacak ki ayağa kalktı, yolun ucuna gitti.

‘’ Aşağıda dere var ha girmeyelim mi? ‘’

Hepimiz ayaklandık, dereye baktık. Ekmekleri hızla yedik. Aşağıya indik.

Dereye girmeden önce  taşların üzerine eşyalarımızı bıraktık. Eşyaları koyduğumuz yerden uzaktaydık. Bir grup çocuk taşın üzerindeki eşyaları kaptığı gibi koşmaya başladılar. Kaçarlarken düşürdüklerinin arasında benimle diğer arkadaşın eşyaları vardı. Bunların arkasından yardırdık. Yakalayamadık. Taşlara oturduk. Ne yapacağız, edeceğiz diye düşünürken büyük biri geldi. Durumumuzu anlattık.

‘’ Düşüm arkama gençler, hasta olacaksınız. ‘’
Adamın arkasına düştük. Dereden yola çıktık. Yakındaki kahvehaneye girdi. Bize dışarıda beklemeyin diye uyardı, içeri çağırdı. Çay ikram etti.

‘’ Yusuf ağabey, veletler bu gençlerin eşyalarını almışlar ‘’
‘’ Essah mı? Dur bekle dedi. Telefona yöneldi. Bir yeri aradı, olaydan bahsetti.

Derede karşılaştığımız adam, ‘’ Rahat olun eşyalarınızı bulacağız ‘’ dedi.
Neyse bir saat geçti geçmedi deredeki çocuklar kahvehanenin önünde göründü. Ayaklandık, bir iki arkadaş üzerlerine koştu. Adamlar ayırdı. Çocuklar eşyaları masanın üzerine bıraktı.

Derken ne oldu dersiniz?

Kahvehanenin önünde bir ara durdu. Adamlar,
‘’ gençler, kusura bakmayın olur mu? Bunlar da bizim gençlerimiz, haylazlar. Dargınlık olmasın, barışın ‘’ dedi.

Üzerlerini giyen arkadaşlar eşyalarının tam olduğunun görüntüsü karşısında sevindiler. Çocuklara yaklaştılar. Biz de arkalarından yaklaştık.

Kapıda ekmek arabasına bindiğimiz adam belirdi.

‘’ O gençler, siz ne yaparsınız burada ‘’ dedi.

Adamlar, bunları nereden tanıyorsun minvalinde bakış attılar.

Bu gençleri yolda aldım, buraya getirdim.

‘’ Hayrola, ne oldu? ‘’
‘’ Tartışmışlar. ‘’
‘’ Yine eşya mı çaldılar? ‘’
Kimse bir şey demedi.

Adam sonrasında arabasına bizi aldı. Ekmek arabası değildi, normal arabaydı. Çalıların orada durduk, çantaları aldık. Adam nasıl gülüyordu, görmeliydiniz.

‘’ Şerefsizler, fırlamalar ‘’ diyordu. Sonra sağ olsun bizi çıkış saatine kadar Mersin’de yedirdi, içirdi, gezdirdi.

Hafta sonu tatili bittikten sonra, Çarşamba günü tekrar kaçmak için kararlaştırdık...

Yola koyulduk. Ne gelen, ne giden vardı. Adamı bekledik. Gelmedi.

O dere tarafına yürüdük. Bakkala girdik, bir şey almadan çıktık.

Dere yolunu takip ederek kahvehaneyi bulduk. Kahveci bizi kırılgan gülümsemeyle karşıladı.

‘’ Mehmet Emin ağabey ne zaman gelir ağabey? ‘’ dedik.
Adam bulunduğu yeri hızla değiştirdi.
‘’ Ağabey, Mehmet Emin ağabey? ‘’
Adam, şu yolu görüyorsunuz değil mi? Oradan yukarıya doğru 10 dakika yürüyün, Mehmet Emin orada ‘’ dedi.
Kalktık, yoldan çıkmaya başladık.

Giderken, 
'' Mehmet ağabey bizi görünce sevinir mi lan? ''
'' Adamı inşallah sıkıyor olmayız '' 
'' Sıkılsa bizi gezdirir, yedirir mi? '' 

Neşeli adımlarla yokuş yukarı çıkıyorduk. Ne hikmetse yaklaştıkça insanlar fazlalaşıyordu.

Mesafe azaldıkça günün aydınlığı karanlığa dönüyordu.

Yapmayın be. Olmamalı…
Çadırın içinde insanlar vardı. Çadıra sığmayanlar dışarıdaydı. Meydan kalabalıktı. Köşede iki üç tane sandalye bulup oturduk. Kadının biri yanımıza geldi. Kimler olduğumuzu sordu. Durumu anlattık, kadın dizlerimizin önüne çöktü dizlerimizi tutarak ağlamaya başladı. Çok kötü bir şeydi. Ağzımızı açamadık. Yanımıza başka insanlar geldi, kadını kaldırdı. Kadının gözleri kan çanağı olmuştu. Baktığımız her insanda biraz Mehmet Emin ağabey vardı. Arkadaşın biri ayaklandı.

‘’ Aha, bu Mehmet Emin ağabey değil mi? ‘’ dedi. Cevap beklemeden,
‘’ Mehmet Emin Ağabey ‘’ diye seslendi.
Adam yanımıza geldi.
‘’ Kardeşlerim, ağabeyime benzetirler beni üzgünüm ama değilim ‘’ dedi. Arkasını döndü gitti.

Bu olaydan sonra sevdiğim, değer verdiğim insanlara olan yaklaşımım değişmişti. Gülüşüne ve ağabeyliğine hayran olduğumuz insanı o bizi gezdirdiği günün akşamda kaybetmişiz. Olayın üzerinden 5 gün geçmiş. 5 gün! O gün arkadaşlarla, ‘’ lan ne güzel adam ‘’ , ‘’ benim ağabeyim olsa ‘’ gibi söylemlerde bulunmuş ardından okuldan kaçarak onu bulmaya koyulmuştuk. Saatler geçirdiğimiz insanın sıcaklığı, samimiyeti, insanlığı iliklerimize işlenmesi normal miydi? Bizi yıkan şey, sevdiklerini ne hale getirirdi, üzücü ve kahredici bir şeydi... 

Ne olacağını bilmediğimiz hayatta keskin dile, umursamaz tavra, üstünlük budalalığına gerek olmadığını düşünüyorum.

Sağlıcakla kalın.

Etiketler: