Ben, bir adım ötedeki bana sesleniyorum.
Hep bir isyan etme durumu içerisinde olmamın bana kattığı zararları dile getirmek istediğimde nedense içimi bir ateş sarıyor. Boğazımda bir yanma, karın boşluğumda daha önce yaşamadığım tuhaf sancılar nüksediyor. Vücudum kendi alanına o kadar bağlı kalmış olmalı ki herhangi bir değişim düşüncesinde reaksiyonlar göstermeye başlıyor. Kendimi bu bakımdan çok ihmalkar ettiğim doğrudur. Bunu nasıl yaptığımı inanın bilmiyorum. Yüzeysel şeylerin akıbetine kapıldığımdan ötürü olduğu kanısındayım; yine söylemek isterim ki, bilmiyorum. Bilinçsiz bir davranış silsilesiyle meydana geldiği kanısındayım. İnsanı ayakta tutan şeylerin başında '' us '' gelmektedir. Sağlıklı bir aklın karşısında hiçbir düşünce kendine alan inşa edemez. Ancak us buna imkan verirse mümkündür. Şayet, sağlıklı bir usa sahip olduğum konusunda çekimserim. Sonuçta ölçüp biçemediğim, dengesini bulamadığım bu yapı beni, benden uzaklaştırma adına türlü yolları deniyor.
İnsan, kendisine ulaşmanın kolay yollarıyla hayatını sürdürmeye devam ettirdiği sürece güçlüklerle mücadeleden kaçınır. Bu da insanı '' isyana, siteme, asabi '' yapıya döndürür.
Bu yapı ruhsal olarak bedenimi ele geçirmiş olmasa da zihnimde bazen beliriyor ve önüne geçmek istedikçe başka düşünceler zihnimi meşgul etmeye başlıyor. Farkında olmadan bilincimin bilinçsizliğe evirilmesine sebep olmuşum; insanın ruhuna müthiş bir zayiat verdiğini anlamamız epey zaman alacaktır. Sanmayın ki anladım; henüz hiçbir şey anlamadım. Yürünmeyi bekleyen on binlerce kilometre yol var. Ben de ilk adımımı yeni atmış sayılırım.
Yorgunum. İnsanın kendisine döndüğünde tanık olduğu o benlik aslında tüm zehirli anıları, düşünceleri, anlamları bir bakıma kendisine hediye etmiş olur ki bu da insanın kendisinden kaçmasına sebebiyet doğurur.
Doğruluğuna inandığım her şey bir tezahür oluyor. Ancak her doğru benim '' anlayış '' algımı değiştirmiyor aksine sağlam ve daha korunaklı alanlara ilerlememi sağlıyor.
Varlığım, doğru bildiği şeylerin peşinden gitmeyi kendisine hedef olarak görmediğinden ötürü, olduğu yerde kalıp ömrünün belirli zamanlarında ortaya çıkan '' doğru '' bilinen eylemleri sadece izlemekle kalıyor. Baktığı ve sonrasında kaybolan o doğruları bir nebzede olsa içine sindirmek için gözlerini ayırmıyor. İnsanın bu haline tanık olması bir bakıma güzel ve değerli olduğu kadar yıpratıcı ve de sarsıcıdır.
İnsan, kendini zihnen konumlandırdığı ve inanmaktan başka çıkar bir yolun olmadığı o yerin daha aşağısında görünce ruhu gark olur.
Bende kendimi bu alanda görünce ufkumun hiç aydınlanmadığına hatta daha da karanlığa sürüklendiğine inandım. Aslında bu inanç meselesi de içimizi zehirleyen bir tattır. Kurtuluşu olmasına rağmen tüm kurtuluş yollarını kapatan hatta önünü yığınlarla dolduran insan, korkuların ne denli güçlü bir yapıya sahip olduğunu gözler önüne serer. Kapının ardında duran inançlar, korkularını dizginlemek isteyen insanların sığındıkları sığ sulardır. Bilmezler içinde saklandıkları suların üzerinde durduklarını...
Evet, bende bu sığ suların içerisindeyim ve kendimi boğuluyormuş gibi hissediyorum. Belki de boğuluyorumdur. Kim bilir belki de kendime adadığım o inançlar aslında korkularımın yüzlerini örtmemden başka bir şey değildir...
Neticede her insan korkularıyla yüzleşmek ister ancak kimse karşısında duracak cesareti gösteremez. Gösterme cesaretine erişenler de görülmüştür ki korkular tamamıyla ruhlarını ve anlam kazanımlarını terk etmiştir...
Sıra bende!
Bakalım ruhuma ve anlam kazanımlarıma ne zaman döneceğim...