6 Kasım 2024 Çarşamba

Sevgi, duyguların toprağıdır


                                Fotoğrafın alındığı profil



Duygular insanların istekleri dışında gerçekleştiği vakit, vakitsiz bir tat damaklarına takılı kalır ve bunu devamlı isteme telaşına düşerler. Bu güzel kısmıdır; insan burada insan kalabilmeyi ayakta tutmuş demektir. 

Biraz daha açacak olursak,
duygular insanların yaşamına yön vermekten ziyade yön kazanmalarına sebebiyet verir. Bunu şöyle açıklamakta fayda vardır; insan sevgiye özlem duyduğunda buna ulaşmak için devamlı atılımlarda bulunur ve her defasında yakalamaya ramak kaldığı an kaybeder. Zamanla kişi bu duyguya düşman kesilmeye başlar. Halbuki yanı başındadır. Kendindedir, iç alemindedir. İnsan buraya yönelmez, toprağını kazıyarak derinlerine ulaşmak istemez. Bunu başkalarından bekler. İşlenmeyi bekleyen topraklar işlevsiz bir şekilde güneşin hazin sıcaklığı karşısında güçsüzleşmeye ve kuraklaşmaya başlar. Haliyle duygular şelale misali yüksek dağ yamaçlarından yere düşerken insanın gönlüne damla damla serpilir. Bu da meydanı dünyalara bedel olan iç alemdeki kuraklaşmayı dindirmeye yetmeyecektir. İnsan tüm yolların kendisine çıktığını unutarak, başkalarının seslerine kulak kabartarak meydanını terk etmek isteyecektir. Karşılarına engeller çıkmayacaktır. Hayat insanı güçsüz düştüğü ve yaşamdan vazgeçtiği durumlarda engelsiz yeni yollar önlerine serer. Kişi devamlı engellerle mücadele içinde sürdürdüğü yaşamına geri dönmeme adına engellerden yoksun bu yolu koşarak sürdürür.

Duygular geride kalmaya başlar. Kişi riyakarlığın sunduğu görsellere, güzelliklere hayran gönülle bakmayı sürdürür. Ayaklarının altındaki yol geriye dönüp bakmadığı sürece devam edecektir. Bir gün geriye dönüp baktığında geçmiş ayaklarının altından kayıp gidecektir. Önüne dönüp kaldığı yerden devam etmek istediğinde yol artık duvardır. İnanmak istemez ve yüzünü duvara çarpar. Geri geri gidip tüm gücüyle ileriye atılır ve sonra güm... Yere düşer, yüzünde ağrı, gözlerinde kahır, dilinde yalvarma, düşüncelerinde riyakar görüntülerin ve hislerin tutuklanma anlarına tanık olma, elinden tutmak istediği her görsel tuttuğu yerden koparak elinde kalması.

Kimse size bir duygu yansıtmaz. Sizde tezahür olan duygu(lar) yakıştırdığınız kişi ya da  kişilere sunduğunuzda önemli olur(lar). 

O vakit ne diyoruz; duygular bizimle büyür ve bizimle ölür. 

Siz özlem duyduğunuz duygu için atılım gösterip yollara koyulduğunuzda yukarıda da belirttiğim gibi engelsiz yollarda ilerlersiniz. Cengi olmayan, mücadelesiz kazanılan duygular ne tat verir ne de huzur verebilir ve yanınıza yakışabilir. 

Güzel bir sözün tesirine kapılmanız ise kendinizden uzak tuttuğunuz kelimelerin dile gelmesi olarak görebiliriz. Kalbin bir köşesinde uslanmaz bir çocuğun sevgi sözcüklerini sakladığı odaları vardır. Biz içimize akın eden sevgileri, güzellikleri, hüzünleri bastırmak için toprağa güç kullandığımızdan ötürü çocuksuz sözcükler kendilerine yer aramaya koyulurlar. Yine kalbin bilinmeyen, tozlanmış ve de terk edilmiş odalarına pusmuşlardır. Size hep seslenir de siz duymazsınız. Çünkü toprağınızı işlemiyor, hayat sunacağınız filizleri toprağınıza sunmuyorsunuz.

Ardı arkası kesilmeyen isteklerle duyguların peşinden koşuyorsunuz.. Tohum elinizde, toprak bünyenizde, yağmur suları yüz hatlarınızın kıvrımlı yollarındadır. Asırlar boyunca toprağınıza can vermeniz sevinç gözyaşı yeterlidir.

Arayışlar, aramaya girişmeler toprağınızı terk etmekdir. Terk edilmiş bir toprak işlevini hiçbir zaman unutmaz ancak dargın kaldığında hiçbir yağmur, hiçbir sevinç o toprağı beslemeyecektir. 

Hak vermelisiniz ki üzerinizde tepinip durduğunuz, yeni ve engelsiz yolların uçsuz bucaksız uzunluğu ayaklarınızın altındaki toprakla mümkündür... Devamlı yalana ve riyaya aldanarak ağırlık olduğunuz toprak bir gün size, sizin ona ettiğiniz ihaneti sunmaz ancak toprağındaki verimi sizden mahrum bırakır. Bu da yağmalanmanıza sebebiyettir.

Birileri size ziyarete geldiğinde işlevini yitirmiş toprağınızı gördüğünde, gönüllerinde hediye olarak getirdikleri çiçeği toprağınıza ekmeniz için verir mi? Hayır. Geri dönüp uzaklaşır.

Sizde duyguların özlemiyle ömrünüzü tüketirsiniz... 




Etiketler: , , ,

4 Kasım 2024 Pazartesi

Yolcu

                                                                      Fotoğrafın alındığı profil


                                                      
Birisinin;
'' Gökyüzünde beliren bulutların aldığı şekiller yeryüzünde bulunup sonrasında yok olanları gösteriyor'' dediğini hatırlıyorum. Ne güzel bir düşünceydi. Gördüğümüz, görmediğimiz her şeyin zamanla yok olduğu yerin sahnesinde büyük resimler halinde sunulmasına karşılık birçoğumuz habersiziz. Başımıza ağır gelen dünyevi şeylerden ötürü kaldırıp şöyle göğe bakamıyoruz. Hayatı değerli ve önemli gösterecek görselleri yakalayamıyoruz.

Gece çökünce de ihtişamı daha bir alımlı olan gökyüzü bu sefer bizlere beyaz noktalardan oluşan rahatlatıcı gerçeklik sunuyor. Bir yıldızın göğün üzerinde dans etmesinden, parlayıp sönmesinden, bulunduğu yerlerden dolayı çevresinde kendisi gibi olan yıldızların oluşturduğu derin görsellerden... ne anlamlar çıkartılır...

Bir de ay var ki gözlere cila sürmektedir. Gündüzün aydınlık rolüne nazire yaparcasına gecenin karanlığını aydınlığıyla sarar. Beyaz ışıklar halinde şayet varsa gökyüzünde kırılgan bulutlar değmeyin sunacağı görsele. Bulutların açıklıklarından denize dökülen huzmeleriyle denizin üzerine müthiş bir alan inşa ederler. Tüm aşkların büyüleneceği bu sahnede yer almak için denizin üzerinde koşma isteğini Allah'a ulaştırmak isteyenler gönüllerini açarak saf ve çılgın aşklarının çocuksu hallerini koşuştururlar. Her gönül birisine bağlandığında çocuklaşır fakat çocuk kalmaz fakat bu gökyüzünün sunduklarıyla sınırlı değildir. Gökyüzüne hayranlık besleyen her yürek çocuk kalır... Gökyüzüdür bebek halimize gülümseyişler ikram eden...

Denizin hırçınlaşan dalgalarını dindirmek için sahillere dizilmiş kayaların en yükseğine oturduğunu ve denizin tatlı tınısının kayalara dokunduğunu dinlemeye başlayalım. 

Mutluluk bizdedir. Asırlardır yeryüzünde kurumadan duran nehir ya da göl gibidir. Nehrin sinesinde canlar yaşarlar ve tabiatın ahenginden çıkmazlar. Gölü zehirlemek kolaydır; bir umutsuzluk, bir şüphe, bir kararsızlık gölün yüzeyinde küçük siyah noktalar halinde belirir. Bu noktalar büyüyüp gölün içindeki mutlulukları karanlığıyla örttüğünde, zehirlenmeye başlarız. Sevmemeye, tat almamaya ve de uzaklaşmaya başlarız. Terzi kendi söküğünü dikemez derler, insanda sebebiyet verdiği karanlığı aydınlığa çevirmekte zorluk yaşar. Bu da içimizi sarar mutluluk canlarını kaçmaya, korkmaya sürükleyecektir. Yüzeyi karanlık gölün tabasını kırıp yüzünü gösteren bir canlı, '' biz buradayız, bizi terk etme '' dese de biz onu, son bir çırpınışla kendisini göstermeye çalıştı, deriz. Sonra da bir daha göremeyeceğimizi düşünür ve sergilenen o gösteriyi anlamlar deryasına götürmeyiz. Yorulmuşuzdur. Gönül bilemez zehirlediği nehrin içindeki mutlulukların '' burada olduklarını '' anlamalarını. İnsan sebep olduğu şeylerin enkazından çıkmayı pek başaramaz.... Oysa mutluluklar bunu başarmıştır. - İnanıp, sabredecek - sadece. İşte bu zor gelir. Anlık gerçekleşen bir olayla kararan tabakayı, tüm kuvvetiyle yıkamayan, aşamayan bir gönül çocuksu isteklerini rafa kaldırıp yola koyulup içinden yolcu olurlar...

Sonra kelebek gibi başka gönüllerin nehirlerine konmak için çiçek ararız ve görürüz ki her çiçek dolu, nehirlerin her yerinden neşeli canlar suyun yüzeyini dalgalandırıyorlar... 

Hüzünde, acıda bir mutluluktur. 

Gökyüzü ve yeryüzü hüzünle acıyı resmeder. İnsanlar da mutluluğu. 

Gökyüzü özlemle canımıza ve gözlerimize dokunur. Tadını verir, damağımızda kalır. Ne zaman gökyüzüne baksak kucaklamak isteriz; bazen de ağlamayı isteriz. Gökyüzü koca bir film sahnesi gibidir. İçinde hüzün bölümleri bulunur. Bir dua ile gökyüzünüze ulaşan istekler gerçekleşmese de gerçeklikten daha gerçek sıcaklıkla içimize dalmaya başlar. Hüzün orada kendisine yer edinmeye başlar. Hüzün gerçektir, insanın tabiatındaki nehri arındırır. 

Sancılı bir kavganın içerisine girmeye başladığında insan tabakası siyaha çalınmış nehrin yüzeyinde nehrin rengini almaya başladığını görecektir. Bunun için insanın kendisinden uzaklaşmaması gerekir. Bizim onarmadığımız her yanımıza onarılması zor molozlar dökülür. Gönlü yine gönül sahibinden başkası temizleyemez. Ne zaman birilerine gittik ve eksik yanımızı onlarla tamamladık; işte orada gerçeklikten eser kalmaz. Bizim olan, bizimle hayat bulan artık başkalarına hayat olurken bize karanlık yanını gösterecektir. Çünkü, özü biz olanı kendimizde değil başkasında onarmaya çalışırsak ne olur? Parçamız biz olmaz, iz olup başkasına can olur. Mutluluğun eksilmiştir... 

Kayanın üzerinde dururken yanıma bir kedi geldi. Kendisini sevdirdi, birkaç pati darbesinden sonra yoluna gitti. İşte bu bile bir işaretti. 
Kendinin olanı başkalarına sırf eksik yanlarını kurtarmak için sunduğunda gönlüne darbeler atmış olursun. Tırnağını geçiren kedi misali. Bu tatlı darbe önce bir acı verir ardından geçer. Fakat bu gönülde geçmez; darbeyle açılan yerden içeriye zehir akmaya başlar.

(...)


Etiketler: , ,

22 Temmuz 2024 Pazartesi

Deneyim








İnsan bir deneyime tabii olduğunda, sessizliğin ağırlığı altında kalır. Bu insan için güzel bir deneyimdir; insan burada güçlü kalmakla birlikte iradenin saf özünü benimsemeye başlar. Benimseme kavramı diye bilinen algı burada tam manasına ulaşır. İnsan, deneyimlerden elde ettikleriyle donanıma sahip olur. Sahip olma duygusu bilindiği gibi bir şeyi elde etmek ya da başarmakla sınırlı değildir. Deneyimin başarı ya da sahiplikle uzaktan yakında alakası yoktur. Deneyimler kayıpların oluşturduğu yıkıntılarla meydana gelir. 

Temelin özü olan sağlamlık, kişinin iradesine sarılmasıyla gerçekleşir. Bu da iradenin saf ve öz haliyle bütünleşmesiyle mümkündür.

Günümüzde kazanımlara da deneyim denilmektedir. Deneyimlerin sonu, sevgi ya da huzurla iniltili olmamalıdır. Deneyim kavgayla, kaosla ve sarsıntıyla elde edilir. 

Biz insan evladı olarak, yaşamımızı bir temel üzerine kurmuş bulunuyoruz. Genel manada herkes aynı olmasa da ağırlık ve çoğunluk olarak o yoldayız; sözünü ettiğimiz temel ise '' istemek ''

Her şeyi istiyoruz. Çok hızlı tüketim içerisindeyiz. İnsan evladı temelini bu yönün getirdiği isteklerle doldurması olağandır. 

Deneyim; bir şeyi elde etmekle ya da ona ulaşmakla tanımlamaya çalıştığımızda zayıflıkların peşi sıra temellere dökülmesine kayıtsız kalmamıza sebebiyet veririz.  Şöyle ki bir şeyleri elde ettiğimizde sevinir ya da mutlu oluruz. Bu da temelin gevşek olmasına vesiledir. Zira mutluluk ya da sevgi halinde olanlar sabit bir yerde duramayacaklarından dolayı ilkbahar çiçekleri gibi açılmayı ve etrafa kokularını saçmayı isteyeceklerdir. Haliyle temellerin sarsıntıya gebe olacağını akıllardan çıkarmamak gerekir.

Deneyimlerin saf özüne ulaşanların inşa ettiği temellere baktığımızda sağlamlıkları göze çarpmaktadır. Deneyim, insanı da güçlü ve sağlam bir irade pozisyonu içerisinde tutmaktadır. İnsan, özü gereği sağlam durmak zorundadır.

Deneyim kelimesinin önüne veya arkasına bir duygunun adını vererek dillendirmekte mümkündür ancak bu tanımla genelde tarumar edilmesini mümkün kılmaktadır. Nihayetinde deneyim, kendi başına bir eylemdir. 

Ardına, önüne isimler koyarak seslendirmek, bir manaya evirmeye çalışmak; kişinin kendi benliklerini ulaşmayı istediği '' deneyim '' tecrübesini itibarsızlaştıracaktır. Kişiler temelin sağlamlığını oluşturan bu saf güçten mahrum kalarak yaşamlarını sürdürürler.

O yüzdendir herkesin alemlerinde büyük yıkıntıların olması ve yine bazılarının alemlerinde tozun dumanların arşa yükselmesi... Deneyim, kişileri hüzünlü ya da düşündürücü bir yolun müdavimi eyler. İnsan evladı olarak yaşamın sunduğu iyi, kötü her kalıba mana, her duyguya bir fiske vurma isteğinde olmamızdan kaynaklı olarak zamansız bir yaşamın telaşları içerisinde kalmamızdan dolayıdır.

Deneyim sınavına girdiğimizde ve bu sınavdan elde ettiğimizle yola koyulduğumuzda, karşılaşacağımız şeylerin neler olabileceğine zihnimizde oynatarak çıkar yol bulmaya çalışırız. Nelerle karşılaşacağımızı bilmeden ilerlemek en nihayetinde boş bir çaba gibi görünse de bilinmelidir ki biz yaşamasak da bir yerlerde düşüncelerimize davet ettiğimiz hadiseler başka birilerinin hayatlarında karşılarına çıkmaktadır...

Bunu anlamak deneyim gerektirir..


Etiketler: ,

30 Haziran 2024 Pazar

Sessiz ordularım

Elime kalemi alıp ajandayı açıp boş bir sayfaya o kadar çok şeyler yazasım geliyor ki... Kalemi alıp yazmaya başladığımda hep aynı yere nokta darbeleri indiriyorum. Zihnimde haylaz çocuklar koşuşturuyor. Her çocuk, aklımda beslediğim bir kelime, her kelime başka bir kelimeyle yola çıkarak zihnimi ziyaret ediyorlar. Hepsinin anlam deryasına girişlerini gözlerimi kapatarak izliyorum ve içime yolculuk etmelerini sabırsızlıkla bekliyorum. Ruhumun bulutları üzerinde yolculuğa çıkacak kelimeleri, benimle birlikte gözlerini kapatan herkes duyacak hissine kapılıyorum. 

Ajandayı bir köşeye, kalemi bir köşeye bırakarak derinlemesine ziyaretimi yoğunlaştırıyorum. 

Bir yerlerde yere düşen çocukların acı bağırışları bir tarafta, acı bağırış sergileyen çocuğa gülenler başka çocuklar... Her kelime, bir başka kelimenin hışmına maruz bırakılıyor. Hayır, benim değildir iç alemim böylesine gaddar... 

Kelimeler; iyinin ve kötünün dilidir. Ne tarafınız ağırsa oraya hizmet eder... Sanmayın benim haylazlar kötü. Onlar henüz yol bulma aşamasındalar. 

Anlam deryasından, hırçın dalgaların kayaları yonttuğu o okyanus kıyılarından geçecekler. Kavurucu sıcağın toprağı alevlendirdiği yollardan ilerleyecek, dar ve anlayışları kötü kabadayıların muhitlerini ziyaret edecekler.

Sonuna değin mücadele olan bir yolculukta sabırsız kalırlarsa, dağılarak her bir yere saçılacaklardır. Bu olmasını istemediğim bir durumdur. Çünkü anlamlı olabilmek için yolculuğa çıkan kelimeler, yolda tökezleyip düşeceklerdir; ayağa kalkıp yürüyebilenler bu yolu sonuca götürmüş olacaklardır. Bunu yapamayanlar ise dağılıp, başka dönemlerde yolculuğa çıkacak başka kelimelerin önlerini kesip, kendi tarafına çekmeye çalışanlardan olacaklardır. 

Hep bir imtihan, hep bir mücadele...

Ajandayı alıp bir şeyler yazmaya başlasam, yolculuğa gönderdiğim küçük orduya ihanet etmiş olmaz mıyım? Onların mücadelelerine tanık olmadan, arkalarından başka bir ordu göndermem, daha fazla dağılmama sebep olmaz mı? 


Önceliğim, öncü bir gurubun nelerle karşılaşmasına tanık olmam gerekir. Bense daha çok öncüleri önden gönderip arkalarından başka öncü guruplar oluşturarak yolculuğa gönderiyorum. 

Bu ileri saflarda birbirlerine düşmelerine neden olmayacak mıdır? 

Küçük ordu, bir anlam kazanabilmek için çıktığı bu yolculukta; anlam kazanmak istediğim kişilerin arkalarından geldiklerini gördüklerinde ne hissedeler? 

madem ardımdan geliyorlar, biz neden ileriye daha ileriye gidiyoruz? 

Bizlerin kırılması, incinmesi, üzülmesi ve en nihayetinde kabuklarımızın yırtılmasına sebep olacak o mücadelelere girmemiz istenirken, arkamızı döndüklerinde, '' olmak istediklerini '' karşılarında gördüklerinde o his ve heyecan yerini neye bırakacaktır? 

Köşeye çekilip kendime dönmeli ve o yazıp okunmasını beklediğim yazıyı öncelikle bir içten yolcuğa çıkartırken  seyretmeliyim.








Etiketler:

12 Haziran 2024 Çarşamba

toplum, gençlerin enerjisine ihtiyaç duyar

Güzelliğine hayran kalınacak yurdumuzun her yerinde insanlık onuruna zarar verecek türlü rezillikler gün yüzüne çıkıyor. Nasıl oluyor, neden oluyor sorularını sormamız gerekirken ve bu olayların üzerlerine giderek, yaşananları en aza indirmek için birlik beraber sergilememiz gerekirken '' aman '' deyip geçiştiriyor ya da görmezden geliyoruz. 

bu bizim dönemimiz için kısa vadeli bir kurtuluş yolu gibi görünse de ilerisi için onarılmayacak zararların oluşmasına ve daha da kötülerin gün yüzüne çıkmasına gebe kalmasına imkan sağlanmış olacaktır. 

Nedenlerine ulaşmanın bizleri aydınlığa, ışığa götüreceğini bilme gerçekliği önümüzde dururken, gözlerimizi o gerçekliğe değdirmemek için türlü yolları deniyoruz. Aramızda bu gerçekliklere yönelenler illa ki vardır fakat onlar azınlıkta kalacak kadar azlardır. Onları dinlemek, onların söylediklerini teyit edip gerçek olduklarına inanmak, dışarıdaki insanlar için zahmetli hatta külfetli bir durumdur. Bir avuç insanın doğruya ulaşmış olmalarını inanmamayı seçmek daha zahmetsizdir. Haliyle bu da dışarıdaki insanların '' bir gerçeklik '' girdabına girmelerine engelmiş olacaktır. Çoğunluğun '' doğruluk '' yolunda ilerlediği anlayışını zihnimizden çıkartmamız gerekir. 

Ayaklarımızın üzerinde duruyor olmamız, insanlık için gerekli sınavları verdiğimizi ve bu sınavlardan alnımızın akıyla çıktığımızı bizlere '' başarı '' olarak satanlardan uzaklaşıp, kendi başarılarımıza yine kendimiz dışında kimselerden onay almadan başarabilmeliyiz.

Toplum, yalın ayak sokaklarda koşturan çocukların heyecanına eş değer davranışlar sergiler. Çocuklar düştüğünde dizleri kanar, toplum düştüğünde kaoslar meydana gelir. Çocuklar ağrıyan yarasını dakikalar sonra unutup tekrar koşmaya başlar ancak toplum bunu beceremez. Yere yığılanların ayağa kalkması pek kolay değildir. Çocuk ruhuyla ilerleyen toplumlar helak olma durumuyla karşı karşıyadırlar. 

Toplum içerisinde bulunacak ancak toplumla bir yolda ilerlemeyeceksiniz. Toplumların birliktelikleri '' menfaat '' üzerine inşa edildiği günden bu yana, hangi birliktelik beklentisizlik içinde yürütülüyor? 

Bu da bizlere hayran olunacak yurdun dört bir yanında gerçekleşen durumların neden olduğunu göstermektedir. Ayrışma... 

Birliğin ve beraberliğin tohumu olan '' nesilleri '' yanımızda tutamıyoruz. Erişkinliğe ulaşanlar toplumun ilerleyişine eskisi gibi katılamayacağını anladığında ruhlarını toplumda bırakıp, bedenlerini inzivaya çekerler; bu kabul gören bir davranış modelidir. 

Fakat nesilleri yanımızda tutmak için hangi atılımları gösteriyoruz? Nerede şiddetin türlü halleri varsa oraya yöneliyor, nerede aile içi şiddet eğilimini yansıtan modeller varsa oraya hayranlıkla bakıyoruz.

Bu yayınların ,görüntülerin yıkıcı sonuçlar doğurabilmesi için öncelikle bir neslin yok olması ya da yaşlanıp alt neslin bir üst basamağa çıkması gerekir. Eski neslin iradesini, anlayışını yıkmak zor olsa da zarar vererek halsiz ve hantal düşmelerine sebebiyet verilmiştir artık. Bu da alttan gelen neslin hassas ve kırılmaya yakın bir irade ve anlayışa sahip olacağına işarettir. 

Yeni nesil yön ve yol bulamayacağından dolayı ve eskilerinde olmadığını düşününce bir yol, bir sığınak arayacaklar ki bulmakta zorlanacaklardır. Oluşacak olan bu durumlar aile dinamizminin sallanmasına ve sonrasında yıkılmasına neden olacaktır.


Şu mesele bile insanın canını yakar; 

ergenlik döneminde olan kız ya da erkekleri, ebeveynler yanları tutmakta zorlanırlar. Çünkü doğumdan o yaşlarına kadar hiçbir '' ahlak ilkelerinin '' temel sorunlarından bahsetmemişlerdir. Hep bir küfür, bir hakaret, bir isyan, bir bağırma ya da konuşmamayla ebeveynlik yaptıklarını sanarak kendilerini çocuklarından '' anne ya da baba '' kavramıyla üstün görürler. 

Dışarıya yönelmeleri daha kolay hal alır ve gençler bu sefer öğrenilmemesi gereken kötü ahlakları, anlayışları dışarıdan öğrenmeye başlar. Aileleri bu konulardan dolayı suçlarlar. 

Dışarıda ne öğrendiyse hafızasında kalıcı bir etki uyandıran o bilinenler ileri safhalarda büyük kayıpların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Büyük kayıpları ölümlerle örneklememek gerekir. Duygusal tükenişler, ölümden beterdir. 

Gençler bağ kurmakta zorlandığı vakit yeni yönelimler arayacaklardır.

Ebeveynlerin öncelikle şu soruyu kendilerine sormaları gerekir?

Dışarıda öğrenmemesi gereken konulara biz değinmezsek dışarıdan öğrendikleriyle bize düşman olabilir mi? 
Çocuklarına sığınak olan aileler, toplumun en üst mertebesinde bulunurlar. Onlara toplumun diğer kesimleri tarafından saygı gösterilir. Düşünsenize saygı gösterilen yerin yakınlarından çocuklarına seslenen ebeveynleri... Çok üzücü ve kahredici bir durum olduğunu bir kez daha anlamış oluruz. 

Bir yurdun güzelliğine hançer vurulması aile içi birlikteliklerin yıkılmasından dolayı kaynaklandığını bilmeliyiz. Toplum, her nesil yeniden doğar. Doğan her nesil, toplumu ya sağlamlaştırır ya da hassaslaştırır. Bu da ebeveynlerin dirayetine, anlayışına ve de kendilerine sunulan bu manevi görevi yerine getirme aşkına bağlıdır.

Toplumun içindekiler birbirlerinden feyz alarak hareket ederler. Çoğunluk neyse, toplumun kesimleri ona yönelir. Eğer saygın bir aile konumundaysanız, toplumun bazı kesimini arkanıza takarsınız ve toplumu güçlü hale getirmiş olursunuz. Yok eğer saygısız bir aile yapısına sahipseniz, kolaya aldanmanın daha zahmetsiz olduğundan inananları arkanıza takarsınız ki bu da gittiğinizde yerde kargaşaların, sorunların ve de üzüntülerin yaşanmasına sebebiyet verebilir. 

Sonra yurdumuzun her yanında kanayan canlar, ağlayan anneler, üzülen babalar, ailelerini terk edip giden gençler olur... 






Etiketler:

22 Mayıs 2024 Çarşamba

Zaman ;

Zaman bizlere üzerinde bir şeyler inşa etmemiz için sunulmuş soyut bir gerçekliktir. Zaman, insanlık için bir özdür.

Bizler beşer canlılar olarak aciz ve özün farkından kopuk insanlarız. Zaman üzerine düşeni yaparak bizleri muallaktan bırakır. Aslında zamana sunduğumuz vurdumduymaz ve gamsız hallerimiz, zamanı ileri sürelerde başka kalıplara dönüştürmektedir.

Zaman sabittir. Bizler genel itibariyle bir şeyleri kabul etmeden önce heykeltıraş zanaatı gösterenler gibi önce yontar sonra da ince dokunuşlarla istediğimizi ortaya çıkartırız. 

Zaman, insanı sırtına alarak iyi, kötü, deneyim kazandıracak ya da hüsrana uğratacak tüm yollardan geçirir. Bizler dallarında yollara sarkan yaprak tanelerine işlenmiş '' zaman '' yolcularını karşılarız. Her bir yolcu bizleri yontmakla kalmayıp ince dokunuşlarla bir şekle bürümeye çalışır. 

Ne üzücüdür ki insanlar karşılaştıkları '' şeyleri '' bir imkan, uyarıcı ya da mesele olarak görmezler.

Zaman, insana dersler sunar. Geri dönüşü olmayan yolda ilerliyoruz. Arkamızı döndüğümüzde gözlerimizin önüne anılar gelir. Onlar da zamanla silikleşir. Çünkü zaman müthiş bir ivmeyle ilerlemektedir. Zamanı değerli gösteren şeylerden birisi de '' düşünmektedir. ''

Düşünmek, zamanı durdurmaz ancak değerli bir yolculuğa dönüştürmektedir. 

Zihne misafir edilen her düşünce uzun yolda hayallere dalmak gibidir. Buradaki tek fark birini beşeri olarak diğerini de ahiret için yapmaktadır. 

Ziyadesiyle İlahi gücü anımsamak bir nevi zamanın sırtında ilerlediğimiz yolun güzelliklere dönüşmesine vesile olabilir. 
Şunu da unutmamak gerekir; zaman, sırtında taşıdığı beşeri canlının gördüğü, bildiği ve anladığı doğrultudaki yollardan ilerler.

Zaman kıymet bilmez; kıymetli, değerli her şeyi ardınızda bırakmanız için adeta yolları ışık hızında kat eder. Dünyevi şeyler bizleri adeta uçurumun kıyısında ilerlememizi sağlar.

İyi ve güzel düşünceler zamanın anlamsız ya da huzursuz geçmesini engelleyebilir. Bizler önünde duramadığımız zamanın sırtında yolculuklar yapanlarız! 

Zaman mutlaktır. Soyut olsa da hiçbir soyut kavram zaman gibi somut gerçekliklerin karşısında öz gibi duramaz.  Görsel olarak bilinmezdir. Bilinmezlik olarak da görsel bir gerçekliktir, zaman.

İnsan, zaman üzerine inşa edilmiş bir yaşamın içerisindedir. 

Zaman, ayaklarımızın altında filizlenip ileri dönemlerde köklenip büyümeye başlar. Zaman'la ayaklarımız yerden kesilir. Kökünü topraktan söküp yola koyulmaya başladığı vakit, sırtında duran beşeriye aldırış etmeden, nasıl besleniyorsa o yolda ilerlemeye başlar. 



Etiketler:

29 Nisan 2024 Pazartesi

Çorak coğrafyanın çiçekleri



buradan bakınca yolun uzunluğu bir nebze içimizi sevince uğratsa da hayatın içine girdiğimizde zaman ışık hızı misalinde ilerliyor ve bizleri olabildiğince geride bırakıyor. Bir gün şöyle bir geçmiş dönemi hatırlatacak eşyayla, olayla veya düşünceyle karşılaştığımızda arkasından bıraktığı esintiyle zamana aramaya koyuluruz. Zamanın sırtına ne çok anılar bırakmışız. Gerçi anlamsız ve içi boş geçen günleri de yük sayarsak nasıl da kendimizi ihmal ettiğimizi anlamış olur muyuz?

365 günün 20-30 hadi olmadı 50 gününe anılar biriktiriyor geri kalan günleri hayatın sıradan ve olağan şeyleriyle meşgul oluyoruz. Bugün, diğer günden farksız geçiyor. Arada küçük değişiklikler olsa da kalıcı bir etki uyandırmadığından dolayı aklımızda fazla kalmamaktadır. 


Küçük mutluluklar da tadılması gereken büyük mutluluklara nazaran daha hissiyatlı ve sıcaktır. Küçük mutluluk, büyük mutlulukların arasında bulunurlar ve fark edilmesi zordur. Çünkü rol model olmalarında üzerlerine yoktur. Küçükler, büyüklerin alanından bir parçayı alıp bunu büyük bir his gibi yüreğinize serpebilirler. 


Mesele büyük parçaları küçük olacak şekilde bölüştürmek değildir; mutlulukları küçük halde tüketmektir.


Büyük mutluluklara bağımlı olunduğunda pek memnun olmayacak hal içinde oluruz. Bu da küçük mutlulukları görmezden gelmeye ve hatta ayak altında ezmeye kadar götürebiliriz. Neticede büyük isteklerin savaşı yıkımlarla sonuçlanır.


Küçük mutluluklar hisle mümkündür. Bir damlalık mutluluktan alacağınız besin güçlü ve iradeli bir hale dönüşmenizi sağlayabilir; büyük mutluluğa ihtiyaç duyanların beklentileri geniş olur ve tatları pek yoktur. 

Büyük mutluluklar, mutluluk hissine bürünmezler. Dip ya da sıfır noktasında bile küçük mutlulukla yetinmek büyük meziyettir. Alt tabakadan merdivenleri çıkarak üst basamaklara ulaşsalar bile mutluluklar büyümez; aksine daha da küçülür ve hissettikleri değer göğüslerine, dillerine ve gözlerine sığmaz. 


Göğüslerinde çarpıntılar, dillerinde kelimeler, gözlerinde yaşlar büyür. 


Çorak bir coğrafyaya ekilmiş mutluluk çiçeklerinin az sayıda bulunmalarına rağmen hayatta olduklarını düşünelim. Aynı şekilde bünyeye fazla gelen mutluluğun küçük parçalara ayrıştırılıp coğrafyaya ekildiğini gözler önüne getirelim. İşte bizler küçük mutlulukların bahçesindeki bahçıvanlarız. Hem ekiyor, hem büyütüyor hem de kokluyoruz. Biz tadıyor, biz yaşıyoruz ve beraber büyüyoruz.


Bunun tam tersi olduğunda hiyerarşilerde kopukluklar meydana gelir. Küçük mutlulukların büyütülmesi canı beslerken, büyük mutluluklar cana yük olur ve beklentileri yüksek olduğundan ayakları yere değmez. Bu da ruhu, kalbi aldatmaya girer. 

Ayakları yere değen mutluluklar gerçek, ayakları yerden kesen mutluluklar ise hayalidir.



Hayatın hayalsiz yaşanamayacağı gibi gerçeklikten uzak kalamayacağı da kesindir.

Etiketler:

26 Nisan 2024 Cuma

Heybemizdir bizi taşıyan








Düşünceler insanın temelini oluşturur. Hangi düşünce ne kadar zuhur ederse kişinin hayatında o kadar sağlamdır. Tabii bu düşünceler kötülüğü de temsil edebilir. Kötülükte haliyle bir mertebedir. Ancak insan doğrunun ve yanlışın karşısında bir seçim yapmak zorundadır. Denilebilir ki bu seçimde kim kötülüğü seçmek ister? 

Seçimler çoğunluğun değil azınlığın tarafında daha güçlü bir duruş sergiler. Şöyle ki doğruyu seçenler, doğrunun etraflarında dolaştığını bilirler. Doğruluğun sebebiyet verdiği öz inanç veya sağlıklı düşünceler akıllarından ve ruhlarından çıkıp yanlarında bulunur. İnsan çocuklar gibi şen ve masumlardır. İnsan bu masumluktan ötürü gafil avlanır.

Yanlışın seçeneğine yönelenler az olsa da netice itibariyle güçlü olmak zorunda olduklarını bilirler. Çünkü temeli pek güçlü değildir ve bunun içinde tüm güçlerini birleştirip istekli ve dirençli duracaklardır. Haliyle yanlışın tarafında olanlar, doğru karşısında zayıf düşeceklerini bildiklerinden ötürü; tüm yolların aşıldığında azametler sunacağını bilirler. Yollara iz bırakırlar.

Bu olaya şöyle bakabiliriz; doğrulukların çok olmasına karşılık yaşadığımız evrende yanlışlar da bir o kadar çoktur. Doğruluğun peşinden gidenlerin fazlalığı bizleri cezbetse de yanlışların arkasındakilerin de azımsanmayacak kadar çok olduğu görülür. Bir yanlışın duruşu arkasındakilerden kaynaklı değildir. Yanlışların arkasında kimse bulunmaz sadece sesleri duyulur. Fakat doğru için bu söylenmez; doğrunun peşinden gidenler ruhsal ve bedenen oradalardır. 

Yanlışta bu mümkün değildir. Yanlışın savunucuları nabız yoklamak için önce '' yanlışa '' ses olurlar. Doğrunun savunucuları karşılarında zuhur edince hemen yollarını değiştirirler ya da farklı bir yapıya bürünerek yanlış algılarını kısa süreliğine doğruluğa çevirirler. 

Öyle ki yanlışın ardındaki sesler ruhu ve bedeni görünmedikleri için müthiş bir riyakarlık sergileyebilirler. Öyle olmasa bugün pisliğe bulanmış düşünceler bu denli ayyuka çıkmazdı. 

Doğruluğu kendilerine yol ve ilke edinenler en nihayetinde güçlü bir yapıya,  doğruluğa kuvvet verseler de yanlışın küçük bir kıvılcımı doğru algısında sarsıntılara sebebiyet verebilir. Bunun sebebi de doğruluğun '' doğru '' bilgisine fazla kapılmaktan kaynaklıdır. Doğrudur mantığına sığınarak doğruluğu arkalarında bırakırlar ve başka yollara doğru yol alırlar. Ruhları doğruluğun ardında olsa da bedenleri terki diyar eyleyerek beşeriyetine ulaşmak isteyecektir.

yanlışın doğumu milyonlarca tohumla gün yüzüne çıkar, doğrunun doğumu da aydınlıklar saçar. 


 Bunu da şöyle açıklamak isterim;

yanlışın savunucuları fazla değildir o yüzden ilahi sistemin yürürlüğünde yaşam merkezine milyonlarca tohum serpilir. Savunucuların az olmasından ötürüdür ki milyonlarca tohum bir yerden sonra toprakta tutunamamaya başlar. Bir şeylerin çokluğu o şeylerin bereketinde kırılmaya sebebiyet verebilir. Azınlığın, milyonlara yetişmesinin mümkünü yoktur.


Peki yanlış neyin milyonlarca doğumunu yapar? Aynı düşüncelerin ve peşinden sürüklendikleri duygu durumların. 


doğrunun aydınlığına mazhar olmayı bekleyenler karşılarında kendilerini bekleyen külfetin şeceresini görmezler. Çünkü gözleri doğruluğun mutlaklığına bağlanmıştır. Ardında bekleyen görevleri heybelerine doldurmayı pek düşünmezler. İnsanlar doğruluğun '' güçlü '' yanlarının yanlış karşısında galip geleceğine inanırlar. 


Oysa işler öyle değildir; her duygu içinde bir mücadeleci kitle taşımak zorundadır. Kalabalıklar isyanların ve kaosların doğumuna gebedirler. Anlık bir kıvılcım tüm birliği yerle yeksan edebilir. 


Sözünü ettiğim doğruluk ve yanlış sözcüklerini birer anlam olarak görmeyiniz. Hayatın her alanında zıtlıklar yaşamımızın içindedirler. Burada bildiğimiz ya da öğrendiğimiz şeyler merak ve çaba sarf ettiğimiz müddetçe bizde kalırlar. Niyetimizi öteye taşımak için saf ve masum yaklaşımlarla kucakladığımız da her şey o denli güzelliğe dönecektir ki bunu da doğruluğun anlamına erdiğimizde hissedebiliriz.


Yanlışı insana, doğaya, evrene ve de yaşama istenilmeyen şekilde yansıyanlar olarak görebilirsiniz. Burada da isyan etmenin, karşısında dikilip düşman kesilmenin bir manası yoktur. Benimsemek istediğiniz, anlam kazanmasına yardımcı olmayı seçtiğiniz ve size ışık sunacağına inandığınız şeylerin üzerine gitmeyi kendinize bir yol bilmeniz gerekir. 


Yanlışın itibarsız ve de değersiz algısına da kapılmamak gerekir. Sözünü ettiğim gibi bunlar birer yansımadır. 


Bizler heybemize koyduklarımız kadar insanızdır. 


 


  




Etiketler: ,

22 Nisan 2024 Pazartesi

Ruhunuzu köhneye teslim etmeyin


                                                                 Fotoğrafın alındığı profil

     Hayat, her şeyin olacağına varması için zamanla yolculuk gerçekleştirir. Bizler zaman ve hayat arasına sıkıştırılmış canlılarız. Yolun doğruluğuna ulaşmak için türlü izlere tanık oluyoruz fakat ileri atacak adımın kuvvetini kendimizde bulamıyoruz. 
Bizden önce o yolları arşınlayanların bıraktığı izlerin derinliği gözlerimize çarptığında yere mıhlanıyoruz. Bazı kimseler prangaları arkalarından sürükleyerek ileriye atılırlar. Belirli mesafeden sonra derin izlerin üzerine basarak kah bedenleri yarıya kadar batıyor kah bir karış kadar yerin içine giriyorlar. 

Bu engebeli yolun girdabından kurtuldukları an patika yol açmaya başlarlar. Cesaret gösterenler ayaklarına bağlanmış prangaları engellerin arasında bırakmışlardır. 

Sıra sende, bende, bizde. Sıra hepimizde. Hayatı ve zamanı karşılarına alarak mücadeleye girenler en nihayetinde galibiyete ererek yollarına yeni serüvenlerin girmesini sağlayacaklar. Yerinde bırakılmış, bir atım atmaktan adeta aciz bir bedene bürünmüşler ne üzücüdür ki bu yolların düşkünleridirler. Yüzlerinde nurdan eser kalmadığı gibi vicdanları çürümüştür.

Karşınıza çıkan, hayatınıza giren, hayatınızdan çıkanların hepsi sizsinizdir. Gidenler fazlalıklarınızı alır, gelenler eksikliklerinizi doldurur.

Geleniniz ya da gideniniz yoksa en güzelidir; dağıtan tarafsınızdır. Sevgiyi, saygıyı, huzuru, dinginliği... 

Yerinden kalkmayıp her şeyi oluruna bıraktığınızda ilahi sisteminizin bozulmasına neden olursunuz. Ayaklanıp ilerlemelisiniz. Eksikliklerinizi, fazlalıklarınızı bilmelisiniz, görmelisiniz. 

Bize derin görünen o yolların bekçileri olmak yerine ilerlemeli ve derinliklerinde boğulmalı sonra kurtulup sizi bekleyen serüvenleri kucaklamalısınız. Her serüven ruha iyi gelecek diye bir kesinlik yoktur. Zorlukta bir serüvendir fakat zorluğun ağırlığı daha baskın olduğundan dolayı yaşadığınıza '' serüven '' demezsiniz. Mücadeleci serüvenler daha kalıcı ruhsal huzur sağlayacaktır. Nihayetinde baskın meselelerin arkasından sevgi filizlenebilir... 

Bizler yaşayıp, yaşadıklarımızdan dersler çıkartıp bunlarla yol bulmaya çalışan aciz kullarız. 



Etiketler: ,

26 Mart 2024 Salı

Sistem, kırılgan ve hassas bırakır

Hayatlarımız sisteme bağlı bırakılmış durumda ilerliyor. Bu da güzelliklerin ve iyiliklerin önünü kesmektedir. Bizler, '' ne yaşayacağımızı '' bilmeden bir yolculuğa çıkarıldık. Kimseler durmamızı istemedi. Bu yolda herkes yürüyor. Beraber yürüdüklerimizin yüzleri umutsuzluğu, kederi, hüznü yansıtıyor. Herkes mutlu olmayı istiyor ama kimse mutluluğu kendilerinde aramıyor. İnsan, kendisine sunması gerekenleri başkalarından bekleme umuduna giriyor.

İçten gülmelere hasret kalınmasının tek sebebi beklenti içinde kalınmasıdır. İnsan neden bir beklenti içine hapsolmak ister? Çünkü, değerli olduklarını duymayı isterler. 

Bağ, düğümlünü çözmeye başlar. 

Kendinize zaman ayırdığınız anları düşününce bunun sadece sistemin içindekileriyle mümkün olduğunu göreceksiniz. Bağ, düğümlü kaldıkça dışarıya kapalıdır. Yer ve sınır bilir. Dışarıdan her duyduğunuza yer açmayın ki hududunuz kirlenmesin. Hayatınızda gereksiz bir yığın bilgi var. Bunların yerine insanınıza değer katan yollara girilseydi böylesine kırılgan ve hassas olunmazdı. 






Etiketler: ,

yaşam, serüvendir.

Kimse zamanın ötesine ve üzerine binip yolculuk edemez. Zaman kendi başına bir eylemdir. Andır. Anda kalmak...

Ne güzel değil mi, zamana yaslanmış bir hayatı yaşıyoruz; yaşamaya çalışıyoruz. Her şey anlık gerçekleşiyor. Zaman, her yaşama ikramlarda bulunuyor. Anlayabildik mi kendimizi, biz oluruz. Çoğalırız ve ikramlara sarılırız. Farkına varmadığınız her an, anınız bir ömür tadında ilerliyor. Anda tanık olduklarımız bir ömürdür. Gördüğümüz ve yaşadığımız her şey tekdir. Görürüz ve biter. İkramlardan ne alırsak onunla besleniyoruz ve gelişiyoruz. 


Burası önemlidir. İnsan anlık bir değişime uğrayarak; yaşam karşısında gard almaya başlar. Yapılmayacak tek şeydir. Ana teslim olmalıyız. An ne sunarsa onunla besleniriz. Zamana etki edecek eylemler gidişatı sekteye uğratabilir. 


Zaman, gündelik telaşların arasından geçip gidiyor. Yaşam bize anın kıymetini sunar. An da zamandır. İnsanlığa sunulan ulvi ikramdır. Hazineyi gönlünde taşıyabilenler, gülümsemeyi hayatlarından eksiltmezler. En çok kendi başlarına kaldıklarında gülümserler. İnsan kendiyle kaldığınca kıymetlidir, değerlidir. Zaman, insanın kendiyle kaldığı anlara yaşam olmayı sever. 


Yaşam, kendiyle olabilenlerin serüvenidir.


Etiketler: ,

2 Mart 2024 Cumartesi

Güçlü bir irade

güçlü bir iradenin temeli birçok duygu ve düşünceyle sabitlenebilir hatta güçlü kılınabilir. Ancak bunlar zelzeleye maruz kaldığında çatlamaya müsait yapı taşlarıdır. Özü, sadelik ve içtenlik olmayan hiçbir temel taş yıkıma uğramaz. Erişimi kolaydır fakat insan bunun için bir mücadeleye girişmelidir. 


benim birçok yazım '' insan ve benlik '' üzerine yazılıdır. Bunun dışına çıkmayı istemiyorum. İnsanın başka pencerelerden hayatın alanına bakmalı ve dersler çıkarmalıdır. Her birinden yetecek dersleri aldığımı söyleyebilirim. Fazlasına gönül vermedim. İnsan yapısı haddini aştığı şeylerin zararını başka şeylerin kaybolmasına tanık olmasıyla öder. Bir hissin, düşüncenin tamamıyla içimizi doldurması için çaba sarf edilirse inşa edilmiş temeller de çatlamalar meydana gelir. Gereğinden fazla yük, sağlamlığı zedeler. 


Duygularına yön vermeyi başarabilenler doyumsuz bir yaşamın içerisinde her şeyin ruhlarına değdiğini hisseder. Diğer taraftakilere baktığımızda kıtlıktan çıkmışçasına ağızlarına, yüzlerine duyguların ve arzuların bulaştığını görebiliriz. Duygu eksikliği yaşayanların gelmesini sabırsızlıkla beklediği şeyleri başka bir caddede önü kesilerek tarumara uğramaktadır.


Sınırını bilmeyen insanın irade sahibi olması mümkün değildir haliyle temeli sağlam görünse de yıkıma müsaittir.


İnsanın dışarıya güçlü göründüğüne şahit olmuşuzdur. Genelde bu insanların dünyaları her adımla yıkımlara uğruyordur. Tozun dumanın altında kalan umutları da seslerini duyurmaya çalışır. Kişinin haricinde kimseler duymaz. Müthiş bir kaosun yaşandığı bu meydanın ilerisinde, tozun dumanın arasından yaklaşan birisi görünür. Topraktan geldiğimizin gerçekliğini resmeder gibi toprağı üzerinde taşıdığına tanık oluruz. Hezeyanı, acıyı, sızıyı, hüznü ve kahrı omuzlarına taşır. Kurtarabildikleri bunlardır; huzur, neşe, mutluluk, sevgi... bunları bazıları kayıp bazılar da enkaz altında kalmışlardır.


İnsan, karşısındaki insanın güçlü görünümünü hemen algılar. Beyin burada bir işaret olarak kalbe dokunur. Kalp da duygularımızı ayaklandırarak o kişiye saygıyla yaklaşmamızı öğütler. Kalp bilir, sarsılmış ardından büyük bir yıkımla dağılmış varlığın içtenliğini... Kalpler konuşur da bizler anlamayız.


Siz derseniz, '' bu insan çok güçlü '' diye... Bilin ki içtenliği harap olmuş, kaoslara yem olmuş sonun da da duyguların güzelliklerinden arınmıştır. Ağır ve can yakan duyguları da omuzlarında taşırlar.


Güçlü bir irade, insanın yıkımlarına tanık olduğu müddetçe mümkündür. 


Bu insanlarda dikkatimi çeken şeylerden en önemlisi de '' her şeye gülmek istemeleridir. '' 



Etiketler: ,

29 Şubat 2024 Perşembe

İnsan ol

yaşam değerli bir hazineyi bünyesinde taşır. insan bu hazinenin ne olduğu konusunda engin bilgiye ancak kendisine dönük yaşadığında fark edebilir. çevresi renkli çiçeklerle donatılmış, üzerinde beyaz bulutların gülümsediği ve çevresinde de insandan siluetlerin koruduğu bu hazine müthiş bir ışık huzmesini gökyüzüne ulaştırır. Tanrıyla konuşuyor gibi... 

insan, doğasından kopmak yerine doğasına dönük yaşadığında kendisine sunacağı değerli zenginliklerin bolluğu altında boğulabilir. 

yaşamın bizlere sunduğu bu gerçekçi olaylar silsilesi en nihayetinde hepimiz için gerekli gücün ve iradenin ortaya çıkmasına vesile olur. Yaşamın gerçekliğinden kopmuş insanlar, avare misali kötülüğü itibar bilir ve uğradığı insanların duygularını ezer, hislerini yakar, ışıltılarını söndürür, enerjilerini de tüketirler. günümüz bu konuma erişmiş insanlarla doludur. 

değerli bir hazinenin erişimine ulaşmanın yolu kadar güzel ve çetrefilli bir izafiyet yoktur. insanın ulaşamasa bil hazinenin orada olduğunu bilmesi tüm zenginliklerin dünyasına yağmasına nedendir. insan hayal ettiğinin gerçeklikle bağdaşmasına pek önem vermez bu gibi durumlarda. Netice itibariyle orada bulunan ve gerçekliği kabul görmüş bu hazinenin içerisini düşüncelerinde istedikleri gibi hayal edebilirler. İnsan, ruhuna iyi gelen şeylerin gölgesinde dinlemeyi ve orada düşlere dalmayı çok sever. dünyanın hazin görüntüsünün altında yatan hainliği nasıl resmedeceğimizi bilmiyoruz. 

dünya kendi halinde evrenin en güzel görkemine sahipken, biz insanlar bu görkemi tüketip yerine huzuru ve neşeyi işkenceye tabii tutarak, kötülüğü ulvi kabul görmüşüz. Bizler bu tarafta olmasak da ucu yine de bize dokunuyor. İnsan hayatının bir bölümünde en azından ufak bir anında kötülüğe dönüşmüştür. Bu illa ki bedenen olması gerekmez. Sözlü veya davranış olarak yeterlidir. Sonrasında iyiliğe dönsek de, kötülüğün beslenme alanı çok geniş çaplıdır. Her insan iyiliğin güzel ve değerli olduğunu bir şekilde bilir fakat bunu hayata geçirmekte zorluk yaşar. Çünkü, kendisinden kopmuş bir insanın, başkalarının kendisine ulaşmasına katiyen gönül razı gelmez. 

'' Ben kendime ulaşamıyorsam, başkalarını mutlu ederek niye kendilerine ulaşmalarını sağlayayım '' düşüncesine girerler ve kötülüğü benimsemeyi daha makul görürler. Kötülük, insanın kendisine ulaşmasını sağlamaz ama birbirlerinin seslerini duymasını sağlar. Göz temasından kopuk bir iletişim insanı her türlü felakete yönlendirir. Gözler samimiyetin veya samimiyetsizliğin göstergesidir. Bir çift gözün yansıttıklarından mahrum verilen kararlar kötülüğe yakındır. 

İnsan kötülük yaptıkça ya da kötü düşüncelere saplandıkça hazinelerini de kendileriyle birlikle bataklığa bırakmış olurlar.

Hazinenin görünümünde birbirlerine bağlanmış kilitler görünmüş olsa da insan kendi zenginliğine yani imanına sarıldığında, tüm kilitler açılacaktır. 

İman; içerisinde dini hiçbir argümanı bulundurmayan bir sıcaklıktır. İman, insanın kendi doğrularını ve yanlışlarını ölçüp biçtiği ve tarttığı bir adalet odasıdır. İnsan bu odanın içerisinde hiçbir kötü duyguya ceza kesmez aksine hepsine şefkat sözcükleri dağıtır. 

Hazine açıldığında içerisinden parlak bir ışık saçılır. İman sahibi insanların gözlerine kamaştırmayan bu ışığın dibinde rulo halinde bir kağıt vardır.

binlerce dil ile yazılmış destansı bir cümle var.

'' İNSAN OL '' 












Etiketler:

25 Ocak 2024 Perşembe

Modelim, yaşadığım yer











Ben yaşadığım yerin modeliyimdir. Evin içinde edindiğim, gördüğüm ve tecrübe ettiğim davranış, görüş ve düşünce modelleridir sözünü ettiklerim.

Sokakta gördüğüm ve uzun yıllardır tanık kaldığım ekran görselleri bir nebze de olsa içimde yer edinmiş olabilir fakat geniş bir alana dağılmasına izin vermedim, veremezdim. Bu büyük meseledir. Şayet sırtımı evin dışına çevirdiğimde gördüğüm, tanık olduğum ve edindiğim tüm kapalı kapılar ardındaki modeller bir bakıma değersizleşecek haliyle kendimi duygusuz bırakmama neden olacaktı!


Histir insanı temellendiren. Özümsemediğimiz şeylerin yabancısı oluruz. Dönüp ardımızı bilmediğimiz o uzaklığa(toplum anlayışına) yöneldiğimizde kaybettiklerimizin telafisi bir daha olmaz. Tecrübe ettim. Bir insanın ahlakı, anlayışı kapalı kapılar ardındakiyle sınırlıdır. Bunun dışına çıkmaya yeltenmek sarsıcı etkiler doğuracaktır. Dışarısı gerçeklik değildir. İnsan, kendi edindiği duygularla ve edinimlerle gerçekliğe ulaşır. Dışarısı sadece gerçeklik damgasını vurmak istediği yerdir. Şayet insan bunu bile isteye yapmaz. Her gördüğü ya da tanık olduğu şeylere '' gerçeklik '' mührünü vurmaz. 

İnsan ahlâkını ve edinimini genişletmek istediğinde sokaklar duygusal olarak dayak yediği yer olur. Duvarların arasında büyütmediği ufku ruha sıcaklık ve ferahlık sunar.

Yapısı gereği kırılgan ve hoyrat olabilme potansiyeline sahip insanın düşünce yapısı ev içerisinde kalıplanır dışarıda ise şekillenmeye başlar. Bu büyük ve sancılı süreçtir. Her gördüğüne '' gerçeklik '' mührü vuran birisi gerçekliğin algısından kopmaya başlayacaktır. Kendisine yeni tecrübeler kazandırma merakına ket vurmuş olacaktır ve bu da insanın yapısında bozulmalara sebebiyet verecektir. 

Ev ahalisinin her bir tanesi '' toplumun '' kendisidir. Her bir kişi toplumun bir kesimini temsil eder. Hiçbir zaman ve dönem bir konu enine boyuna '' toplum tarafından kabul görülmemiştir '' 

Hayatın her alanı zıtlıkların kavgasıyla geçmektedir. Hiçbir görüş tam manasıyla '' doğru '' veya '' yanlış '' değildir. 

Bir bakıma '' gerçeklik '' kalıbı aşılması zor bir sur olmalıdır. Duyguların topyekun saldırıları karşısında savrulmaya başladığı an içten kurcalanmaya ve yıkılmaya mahkum olacak, geç kalınacaktır.

Çevrenin etkisine bağımlı hale gelmenin yanılgılara sebebiyet verdiğini idrak edemeyenler, ilerleyenlerin arkalarında bıraktığı tozların içinde yollarını kaybederler. 

Dışarıda bir adamın kadına bağırıp çağırması ya da bir otobüs şoförünün yaşlı bir adamı otobüsten indirmeye çalışması gerçeklik değildir, '' yaşamdır. '' 

Gerçeklik insanın içtenliğine '' sevinç '' ya da '' hüzün '' sunmaz. Gerçeklik, aydınlanmadır. Karanlık bir yanınızın ebediyen aydınlığa ulaşmasıdır. Gerçeklik, içinde yüzlerce düşünce barındıran ve her düşüncenin daha ilerideki karanlıklarınıza fener görevi görmesini sağlar. 

Bazılarımız duvarlar arasında veya içindeki halimizi bir ev olarak adlandırabilir. Yaşadığımız bir evde olabilir, içtenliğinizde olabilir. Mesele kendinize yettiğiniz bir alanda tanık olduklarınızdır. Çevresel faktörlerin etkisini elbette büyüttük fakat bu dış etkenler değildir, yanınızdakilerin rolleridir. 

Beraber yaşadığınız insanlardan iyiyse, kötüsüyle öğrendiğiniz, tanık olduğunuz şeyler sizlerin gerçeklik yolculuğuna çıkmanıza vesile olacak, yolculuk boyunca hısımlar, hasım dönüşecek, akranlarınız, akbabaları kıskandıran leşçil canlılara dönecektir. 

Gerçeklik, algılarınıza darbe indiren bir güçtür. Bu güç yaşam boyunca bizimle kaldığı müddetçe iradeyi ayakta tutan eylemlerin yanında durmamızı sağlayacaktır. Bazen de iradenin ham maddesi oluruz. 

Yeter ki kendimizi ilk tanıdığımız ve anlamlı gördüğümüz o yerde olduğundan emin olalım. 



Etiketler: ,

20 Ocak 2024 Cumartesi

Yola koyulun

Anlatmak istediklerimizin fazlalaştığının farkındayım. Herkes sessizliğe dönüp, kendilerine sesleniyor. Kimileri duyuyor, kimileri hala sağır. Kimileri de seslerinin yankılarına aldırış etmeden başkalarının seslerine aldanarak yollarını kaybediyorlar. 

Güçlü görünmeye çalıştıkça zayıflıklar ortaya çıkarak danslar ediyor, mırıldanarak bir şeyler söylüyorlar. Duyuyoruz ama anlayamıyoruz. O şeylerin ne olduğunun önemi yok, sonuçta herkes birbirinin sağırı olmuş vaziyette.

Büyük harflerimiz dağları kıskandıracak boyutlara ulaşmasına rağmen dilimizin ucuna gelmiyor. Kıyılarımızı, sınır uçlarımızı hezeyana uğruyor umutlarımız tarafından. 

Koşarak yakalamak imkansız. Yanında durmak ezilmeye sebep. Sarılmak, kollarımıza işkence. Nedir bizle büyüyen bu sessizliğin dağları aşıp ilerlemesine sebep olanlar? 

Kendimizi dinlemediğimiz için midir? Anlamadığımız ve görmek istemediğimiz için midir, bunca büyüklüğe sahip sessizliği izlememiz? 

ne anlatmak istedi de bizler sağır kaldık, kim bilir? Ya da belki de anlam verdiklerimizin değersiz olmalarına aldırış etmeden içimizde büyütmemiz olabilir mi? 

gölgesine sığamadığımız varlığımızın beslediği ve büyüttüğü bu devasa duygu karmaşası, bize nasıl bir geri dönüşle gelecektir? Büyük adımlarla kat ettiği mesafeleri, umarım koşar adımla aşmaya kalkmaz. Şayet kaldıramayız, o ağırlığın yere verdiği kuvveti göğsümüz taşıyamaz ve kırılmaya sebebiyet verebilir. 

Sabah uyanıyoruz, huzursuz. Gece yatıyoruz, neşesiz. Günün aydınlığına sırt verip insanların arasına karışıyoruz. Güneşten kaçarak geceye sığınıyoruz. Yüzlerimize sarılan derbederi geceye davetiye çıkartarak derin bir bedelle ödemeye çalışıyoruz. Yüzümüzden düşürmeye çalıştıkça başka emsaller boy gösteriyor. Kendimizi deştikçe derinlerimizde bize ait olduğuna inandığımız ancak bizimle alakası olmayan çıkarımlara tanık oluyoruz. Biz kimiz? 

Üzerimize serilen bu gölgesin esamisi nedir, kimdir  ve nedir böylesine büyük olmasına neden olanlar? 


Kimselere söyleyemediklerimiz mi? Öyleyse, bizler ezilmişizdir. Şayet bize, bizden başka her düşüncenin üstün gelmesine kayıtsız kalmışız. Yıkın duvarlarınızı, duygularınızı, tabularınızı. Yıkın varlığınıza '' güç '' veren eylemleri...

Henüz dönüp kendimizi anlamaya fırsatımız olmadan, anlamsız şeylere anlam bulma çabasına girişmemiz bizleri, bizlerin dışındaki güçlerin karşısında yıkıma uğratmış da farkında değiliz...

Kalan son kalelerinizi yıkın. Olgularınızı yakın, gözlerinizin önüne serdiği güzelliklerin üstünü örtün; kanmayın. Hepsi bir aldatmacadan ibaret!

Bu devasa gölgeye sahip olan hissiyatın gidişine tanık olmak nasıl bir yükmüş, düşündünüz mü?

Bize ait olmayan her düşüncenin, anlayışın besleyicisi olmak nasılmış söyler misiniz? 

İçimizi tüketen, yaralarımızı kanatan, duygularımızı sömüren bu gölge bizlerde iyiye dair nelere hizmet ettiğinden bahsedecek birisi var mıdır? 

Dönün ardınızı ve altında kaldığınız gölgenin üzerinizden kalkmasına izin verin. Yola koyulun. Sizden giden bu devasa gölge eksikliğiniz değildir, fazlalığınızdır. 

Her yere geç kalmanız, her duygunun ağırlığı altında kalmanız, kendinizi ifade edemeyişinizin yüküne maruz kaldığınızdan ötürü, önünüzü göremediniz...

Şimdi bu hafifliğin verdiği sevinç kırıntılarıyla yola koyulun.... 

Etiketler: ,

18 Ocak 2024 Perşembe

İnsanlarımız, sıradanlaştılar

Ne yana bakarsak bakalım hep bir kırgınlık, huzursuzluk boy gösteriyor. Güzelliğin ve sevincin gösterisini sunanlar perdenin arkasında ağlıyorlar. Herkes bir bakıma '' güçlü '' görünmeye çalışıyor ama ardından bakıldığında sırtlarında yüzlerce hançerler görünüyor. Diğer tarafa bakıyorsun, başını yerlerden kaldırmayan bir yığın insanlar var. Hepsi kendi derinliklerinin aşmış, evrenin boşluğuna gözlerini dikmişler ve sonu gelmeyecek çukurun dibini aramaya çalışıyorlar.

Herkes kaçıyor. Herkes birbirlerinden uzaklaşıyor. Kimse, özünü temsil eden '' insanlık '' gerçekliğine dönmüyor, sarılmıyor aksine sırt dönmüş ilerliyorlar.

Hangi dönemin insanıyız artık kestiremiyorum. Hangi yana baksam huzursuzluk nam salıyor. Güzellikler, iyilikler, sevinçler ve buna benzer ruha iyi gelen hisler taş duvarlarından ardından seslerini duyurmaya çalışıyor. Duyuyoruz da yetişemiyor, önümüzdeki kalın duvarları aşamıyoruz. Gülmenin ve sarılmanın merhem sayıldığı, yaralara iyi geldiği binlerce yıldır tabu halinde insanlığın önünde durmasına rağmen kimse yaralarına iyi gelecek merheme sarılmıyor. 

Her yerde yıkımlar, savurganlıklar, adam kayırmalar, kötülükler... 
Bu tarafta '' adalet ve kanun '' bekçileri. Her bir bekçi, gerçekleşme umudunun olmayacağını bilmesine rağmen yerlerini terk etmiyorlar. 

Düzeni değiştirdiler. 

Hep aldık, doğadan her şeyi aldık. Toprak aldık, ağaçları yıktık, canlı türlerini ateşlerin içerisinde bıraktık... doğanın dengesini bozmak için her şey yaptık, yaptık da hiç doymadık, doymayacağız da. 

Doğa hiçbir dönemi eksikliklerle yaşamaz. Elbet günü geldiğinde eksik yanlarını iyileştirmek isteyecektir, işte o zaman bizlerin vah haline. 

Yazmak hiç içimden gelmiyor. Çünkü güzelliğe dair yazılacak şeyler kalmadı. Bizler güzellikler göreceğiz ki o güzelliklerden başka güzel anlamlarla çıkartalım ve bunu yazarak paylaşalım. Söyler misiniz, kaldı mı güzellikler? Ele avuca sığmayan güzellikleri de bin bir parçaya bölüm anlamlandırmaya çalışmak küçük güzelliğe acı vermez mi? Bizler devasa güzelliklerden, şu an avucumuzda tuttuğumuz güzellik kadar bir anlam kopartır onun üzerine manalar dizerdik. Şimdi nasıl yapalım avuç kadar güzelliği parçalara bölmeyi? 

Toplumumuzun psikolojisi bozulmuş durumdadır. Her yerde anlık sinir krizlerinden ötürü yaralamaların ve ölümlerin olması içten bile değildir. Bunu da geçtik, çocukların yaşayacağı veya tanık olacağı şiddetler, onarılmaz travmalara sebebiyet doğuracaktır ve alttan gelen neslinde ileride şimdi ki dönemin insanları gibi olmayacağına kim inanmaz? 

Şarkılarda duygu bitti, ekranlarda '' eğitici söylemler '' susturuldu, haberlerde '' gafletin ve delaletin '' nam salımı hızla devam edilmekte, insanlar artık menfaatçi, ilişkiler sahtekarların emelinde...

Eğitimden söz etmiyorum. 

Coğrafyamızın üzerinde huzurumuzu emen bir bulut var sanki. Gün geçmiyor ki, gülümsediğimiz şey anlık olarak hayatımızda yer alsın. Anında sömürülüyor...

Yakında seçim var. Değişen bir şey olmayacak. Bir şeylerin düzelmesi için kökten değişimlerin olması gerekir, onun da biz insanlar tarafından gerçekleşmesi lazım. Gelin görün ki bizler de ideolojinin çirkin yüzüne gösterilen ilgiden geri kalmamak için bildiğimizi okuyor, gelecek adına hiçbir düşünceye aklımızda yer vermiyoruz. 

Genel olarak söylüyorum. Neticede hepimiz bu toprak üzerinde yaşıyoruz. Yakında siyasetin ahlaksızlığına bel bağlayanlar, oy neticesinde ortaya çıkan sonucu bağıra çağıra, eğlenerek kutlayacaklar. Düşünebiliyor musunuz daha derine batmanın sevincini hiçbir ülke insanı bizimkiler gibi gösteremez. 

Bana toplumun güzel kalan taraflarından söz edebilecek birileri varsa onlara minnettar olacağım. Ben toplumun güzel yanlarını erişmekte zorlanıyorum. Tavaf etmiş olmama rağmen güzelliğin, iyiliğin, sevincin kırıntısına şahit olamadım.

Daha da yazarak iç huzurumu karanlığa hapsetmek istemiyorum. Zatiniz insanlara baktıkça içim kararıyor birde onları anlatırken daha da karanlığa gömmek istemiyorum.
Af ola.

Saygılar. 


Etiketler: , ,

15 Ocak 2024 Pazartesi

Zaman!











Hayat yoluna devam ederken, bizlerin maruz kaldığı olaylar için bekleme yapmayacağı gibi yetişmekten başka çaremiz kalmıyor. Bazen büyük parçalarımızı ardımızda bıraksak da geri dönüşü olmayacağından dolayı içimiz kan ağlıyor. Bu kabulleniş en büyük acılardandır. Zaman, inanılmaz şekilde hızlı ilerliyor. Bizler bunun pek farkına varmıyoruz. Günlük yaşamın sunduğu olağanlıklar, zaman kavramından kopmamıza ve akabinde zamanın nasıl geçtiği konusunda şaşkınlıklar içinde kalmamıza sebep oluyor.

Geçmişe baktığımızda gençliklerinde müthiş donanıma sahip büyüklerimiz, o dönemde yaşadıkları ve tecrübe ettikleri eylemleri, olguları günümüze kadar taşıyıp bizlere sunmuşlardır. Bizler de sunulan bu fırsatları önce tükettik sonra da canı çıkmadan bizden sonrakilere sunmaya hazırlanıyoruz. Bize el bebek gül bebek verilen duyguları, düşünceleri bizler canı çıkmış vaziyette kollarımızda tutuyoruz. 

Zaman kavramının nasıl işlediğini bilmediğimizden kaynaklıdır. Zamandır, alır başını gider dar anlayışıyla bakarsak hayatın kıymetini ve değerini anlamamış oluruz. Şayet insan hayattan değer veya kıymet aldığında zamanın hızlı geçme ihtimali yoktur. Dolu geçen günler, aylar ya da yıllar, boş geçen anılara nazaran hak vereceğiniz gibi daha iyidir. Bizler de, bize altın tepside sunulan o fırsatları tepsi olmadan taşımaya çalışıyoruz. Zaman insanları kandırarak  '' başkalarının beklentisi '' olan tarafa yöneltiyor Bunun en büyük aracısı medyadır. 

Duyguların, düşüncelerin ana teması insandır. İnsan kendisine öğrettiği kadarıyla varlığında değer taşır. Başkalarının sunduğu değerler geçip geçicidir. Kendilerini yok sayıp, onların '' söylemlerinin '' açlığını çektiğinden dolayıdır insanların bu denli kopuk yaşamaları.

İnsanların '' topluma '' karışması gerekir. Toplumdan soyutlanmış şekilde hayat yaşayan kişiler, birçok duygudan muaf kalır .

Evet, muaf kalır fakat bu onların '' duygulardan '' kopmuş olduğu anlamına gelmez. Toplum bir insanın kimlik oluşumunu sağlayan kesimdir ama ANA unsur değildir. Ana unsur kişinin kendisidir. Topluma tam manasıyla tüm benliğiyle karışanlar '' kendi özünden '' uzaklaşmış olurlar. Her şeyin dozunda olması gerekir ki toplum yönüne fazla kapılmak kimlik kaybına neden olur. Toplum içine karışmak veya toplumla bütünleşmek kavramı ya da anlayışı eski dönemlere aittir. Günümüzde bu argümanın pek sağlıklı işlev gösterdiğini düşünmüyorum. Toplum kendi içinde kopuktur. Haliyle zaman topluma karışmakla  daha hızla ilerleyecektir. Neticede günümüzün toplum içindeki kişilerin düşünceleri, anlayışları tek bir kalıp haline indirgenmiş durumdadır. Velhasıl '' toplumla bütünleşme ''kavramı ne yazık ki ülkemiz için geçerli bir eylem değildir. Aksine insan için oldukça zararlıdır. 

Zamanınızı topluma girmek için harcayacağınıza kendi topluluğunuzu oluşturun. Topluma her daim bir elinizi uzatın sakın iki elinizle tutmaya çalışmayın. İnsanın bir yanı kalabalığa, diğer yanı kendine aittir. Kalabalıklardan öğrenilenler diğer yanınıza ders niteliği taşır. Diğer yanınızda öğrendiklerinizi kalabalıkta uygulamak yada uygulamamak için kullanırsınız. Zamanı ikiye bölmüş olursunuz. Bir tarafta hızla ilerleyen zaman, kendinizle bütünleştiğiniz yerde doya doya geçer. Bir yerden kaçan zamana bu tarafta sarılırsınız.

Yapısı bozulmuş, anlayışı kıtlığa evirilmiş, bakışı arsızlığa bürünmüş bu yerde '' iyi '' tanımına uygun bir kişi arayışına girerek zamanınızı hiç etmeyiniz. Kendinizle geçireceğiniz her an, boş yere geçirdiğiniz o günlere, aylara ve hatta yıllara bedeldir. 

İnsanın önce kendini bilmesi ve anlaması gerekir ki sonrasında insanları en sonunda da insanlığı anlasın. Şimdikiler oturdukları sofrada birbirlerinin değerlerini, duygularını yerken insanlığı anlama üzerine ağız dolusu anlamsız kelimelerle konuşmaya çalışıyorlar...

Bu sofranın müdavimleri gün geçtikçe fazlalaşıyor. Kapıları ardına değin açıktır. Kendinizle ne kadar çok zaman geçirirseniz geçirin yolunuz bu alana düşecektir. Kendinize yönelteceğiniz kritik iki soru olacaktır;

- Çoğunluğu olduğu yer, doğru yer midir?
- Benim burada olmam, değerli olduğum anlamına mı gelir? 

Soruların alacağı cevaplar izleyeceğiniz yolun ne tarafa olduğunu gösterecektir. Bu alana girerseniz zaman su gibi akacaktır ve hayat denilen o büyülü yolcuğunu uzağında kalacaksınızdır; bilginize.






Etiketler: , ,

12 Ocak 2024 Cuma

Kötülüğün, iyilik karşısındaki üstünlüğü









İnsanlık olarak çok kirlenmiş vaziyetteyiz. Gün geçmiyor ki insanlık onuruna zede vurmayacak bir meseleyle güne uyanmayalım. Nereden başlayacağımı da bilmiyorum. Olaylara hangi pencereden bakarsak bakalım, bir tiksinti bir mide bulantısı hakim olmuş vaziyette.

Güzel şeyler düşünmek ve gerçekleştirmek istedikçe sanki bu suçmuş gibi ve yaşananlara karşısında sessiz kalmışız da cezalandırmak için gözlerimizin önüne devamlı geliyor. Gamsız olup yaşananlara sırt çevirmek pekala herkesin isteyeceği bir şeydir ama gelin görün ki bazen bu durum bizleri '' insanlık '' mertebesinden aşağıya düşmemizi sağlıyor. Ne yana bakacağımızı şaşırdık. Baktığımız yerlerde '' daha kötüsü '' ne olabilir sorusunu sormamızla, daha beterleriyle karşılaştığımız bir oluyor. Akıl sağlığını yitirmesine ramak kalmış insanlarda tanık kaldıkları şeylerin üstesinden gelemediği için kötülüğe eğilim göstermeye başlıyor. 

Her gün, hatta her saat, saniye, saliseler içerisinde '' vicdanlarını '' ezerek diğer tarafa yönelen insanların gidişlerini seyrediyoruz. Kendimize seslenmekten başka bir çıkarım düşünemiyorum. Amacın, gayenin sadece bununla mümkün kılınacağı taraftarıyım. Geri kalanların kenetlenip bu olayların üstesinde gitmeyi kafalarına koymaları pekala topluluk oluşumuna sebebiyet doğurabilir fakat ilerisi için pek sağlıklı sonuçlar sunmaz. Elimizde '' direnmekten, karşı durmaktan '' başka bir alternatif yok. Onların taraflarında ise her türlü destek tamtakır hazır kıta beklemektedir. 

'' Tanrı '' kelimesinin ulviliğine kılıf uyduranların yer altında ne halt ettiklerini yeni öğrenmemize karşılık nelerin daha önce yaşandığı konusunda fikirsiziz. Düşünebiliyor musunuz, ekranlarda boy gösterip hayran olduğumuz insanların kamera arkasında, insanlık için ne iğrenç bir eyleme giriştiklerini? 

Beni canımı acıtan şeylerden bir tanesi de 6 Şubat depreminden sonra her şeyi oldubittiye getirmeleridir. O kısa süre zarfında ne büyük olaylar dönmüştür, tahmin etmek istemiyorum. Ülke olarak bir yaşadığımız acıya reaksiyon göstermeye fırsat bilmeden '' güzel '' şeyleri merhem misali yaralarımıza sürmeye çalıştılar. Sonra siyasetin ayağı olan '' seçim '' vicdanları adeta parçaladı. Birçok yurttaş 11 ilin maruz kaldığı doğal afetten sonra reylerinin daha sağlıklı olacağı kanısındayken ters tepki göstermelerine içerlenip, dargın olmalarını sağladılar. 

Bilemediler acılarımızı rant elde ettiklerini. Yanımızdadır dediler, bizi kollarlar dediler. Mesele devletin büyüklüğü veya küçüklüğü değildir, topluluğun yıkıma maruz kalmasının arkasında neler yattığını öğrenmektedir. Doğal afet kendi yaşamını sürdürmek için bir atılım gerçekleştirdi. buna bir şey demiyoruz. Peki sonrası? 

O soğuk gece... 

04.17

Günler ilerledikçe koptuğumuzu fark ettik. Önce duygular, sonra da vicdan. Zatiniz vicdan koptuğunda insanın '' insanlık temeli '' sarsılmaya başlar ve sorgusuz sualsiz bildiklerini doğru bilmeye ve biat etmeye başlar. Yitirildik...

Anlamaya çalışmadık. Zorluğun karşısında mücadele içinde olanları anlamak yerine onların bizi anlamalarını istedik. Velhasıl vicdanları ezilenler tarafına o gün milyonlarca insan geçmiş oldu. İlerleyen zamanlarda geçişler fazlalaştı. 

Şu an coğrafya üzerinde '' kötülük '' hakim görünüyor aynı şekilde dünyada da...


Örnekleri çoğaltmak mümkündür. 

İşe gitmem gerekiyor. Bu vardiyalı sistemi kim çıkardıysa saygılarımı ve hürmetlerimi sunuyorum.


Etiketler:

13 Aralık 2023 Çarşamba

Ben, bir adım ötedeki bana sesleniyorum.

Hep bir isyan etme durumu içerisinde olmamın bana kattığı zararları dile getirmek istediğimde nedense içimi bir ateş sarıyor. Boğazımda bir yanma, karın boşluğumda daha önce yaşamadığım tuhaf sancılar nüksediyor. Vücudum kendi alanına o kadar bağlı kalmış olmalı ki herhangi bir değişim düşüncesinde reaksiyonlar göstermeye başlıyor. Kendimi bu bakımdan çok ihmalkar ettiğim doğrudur. Bunu nasıl yaptığımı inanın bilmiyorum. Yüzeysel şeylerin akıbetine kapıldığımdan ötürü olduğu kanısındayım; yine söylemek isterim ki, bilmiyorum. Bilinçsiz bir davranış silsilesiyle meydana geldiği kanısındayım. İnsanı ayakta tutan şeylerin başında '' us '' gelmektedir. Sağlıklı bir aklın karşısında hiçbir düşünce kendine alan inşa edemez. Ancak us buna imkan verirse mümkündür. Şayet, sağlıklı bir usa sahip olduğum konusunda çekimserim. Sonuçta ölçüp biçemediğim, dengesini bulamadığım bu yapı beni, benden uzaklaştırma adına türlü yolları deniyor.

İnsan, kendisine ulaşmanın kolay yollarıyla hayatını sürdürmeye devam ettirdiği sürece güçlüklerle mücadeleden kaçınır. Bu da insanı '' isyana, siteme, asabi '' yapıya döndürür. 

Bu yapı ruhsal olarak bedenimi ele geçirmiş olmasa da zihnimde bazen beliriyor ve önüne geçmek istedikçe başka düşünceler zihnimi meşgul etmeye başlıyor. Farkında olmadan bilincimin bilinçsizliğe evirilmesine sebep olmuşum; insanın ruhuna müthiş bir zayiat verdiğini anlamamız epey zaman alacaktır. Sanmayın ki anladım; henüz hiçbir şey anlamadım. Yürünmeyi bekleyen on binlerce kilometre yol var. Ben de ilk adımımı yeni atmış sayılırım. 

Yorgunum. İnsanın kendisine döndüğünde tanık olduğu o benlik aslında tüm zehirli anıları, düşünceleri, anlamları bir bakıma kendisine hediye etmiş olur ki bu da insanın kendisinden kaçmasına sebebiyet doğurur. 

Doğruluğuna inandığım her şey bir tezahür oluyor. Ancak her doğru benim '' anlayış '' algımı değiştirmiyor aksine sağlam ve daha korunaklı alanlara ilerlememi sağlıyor. 

Varlığım, doğru bildiği şeylerin peşinden gitmeyi kendisine hedef olarak görmediğinden ötürü, olduğu yerde kalıp ömrünün belirli zamanlarında ortaya çıkan '' doğru '' bilinen eylemleri sadece izlemekle kalıyor. Baktığı ve sonrasında kaybolan o doğruları bir nebzede olsa içine sindirmek için gözlerini ayırmıyor. İnsanın bu haline tanık olması bir bakıma güzel ve değerli olduğu kadar yıpratıcı ve de sarsıcıdır.

İnsan, kendini zihnen konumlandırdığı ve inanmaktan başka çıkar bir yolun olmadığı o yerin daha aşağısında görünce ruhu gark olur. 

Bende kendimi bu alanda görünce ufkumun hiç aydınlanmadığına hatta daha da karanlığa sürüklendiğine inandım. Aslında bu inanç meselesi de içimizi zehirleyen bir tattır. Kurtuluşu olmasına rağmen tüm kurtuluş yollarını kapatan hatta önünü yığınlarla dolduran insan, korkuların ne denli güçlü bir yapıya sahip olduğunu gözler önüne serer. Kapının ardında duran inançlar, korkularını dizginlemek isteyen insanların sığındıkları sığ sulardır. Bilmezler içinde saklandıkları suların üzerinde durduklarını...

Evet, bende bu sığ suların içerisindeyim ve kendimi boğuluyormuş gibi hissediyorum. Belki de boğuluyorumdur. Kim bilir belki de kendime adadığım o inançlar aslında korkularımın yüzlerini örtmemden başka bir şey değildir...

Neticede her insan korkularıyla yüzleşmek ister ancak kimse karşısında duracak cesareti gösteremez. Gösterme cesaretine erişenler de görülmüştür ki korkular tamamıyla ruhlarını ve anlam kazanımlarını terk etmiştir... 

Sıra bende! 
Bakalım ruhuma ve anlam kazanımlarıma ne zaman döneceğim...


Etiketler: ,