25 Haziran 2023 Pazar

Anılar baskınları sever;


 



İş yerinde :)


 



Zaman vakum misali tüm anıları gezintiye çıkartan dilimdir  insanın ansızın geçmişe dönmek istemesi bu sebeptendir. Anılar tozun içinde aydınlık görüntüye kavuşmak adına birbirlerini geçmeye çalışırken, zaman " ben buradayım " der gibi en alakasız anıyı dipten zirveye taşır.


Cana bir şey dokunur. Tüm nüansları geçmişe götürür. Burun sızlatan bir kokuyla kısa süreli sevinç yumağından geçeriz. Anılar biz istediğimiz ölçüde hatırlandıkça ruha dokunmaz. Dokunması için zorlarız. 


Ansızın gelen bir anı ziyareti bizi heyecanlandırır ve ruhumuzun birçok noktasında dokunuşlar hissettirir. 

Fakat bizim gittiğimiz anılar tüm güzelliklerini sunmaz. Penceren sadece siluetini gösterir. Bize gelen anılar tam manasıyla gelir. Anılara gitmek ya da uğramak gelmesini beklediğimiz anıların uzakta kalmasına neden olur.


Düşmeyin!  Hiçbir anının peşine düşmeyin. Ziyaretine uğradığınız anılar hislerini sunmazlar. Bunu sizde fark edebilirsiniz. 

Yüzeysel olarak düşündüklerinize inanarak anılarda dolaşabilirsiniz. Ve göreceksiniz ki ruhunuz tüm çıplaklığıyla durmasına rağmen anılar dokunmayacaktır.


Çünkü ziyaretine uğradığınız anılar size avuntu sunar. Siz de buna inanarak gönlünüzü kandırırsınız.


Saygılar 


Etiketler:

24 Haziran 2023 Cumartesi

Erişim engeli;




Savaşlar, kıtlıklar, ölümler, yangınlar, devrimler, virüsler, hastalıklar meydana geldi. Yaşamın bu kötü ve iz bırakan yerleri biz insanlara büyük etkiler bırakmasına ve sonrasında daha iyi bir yaşam sunma iştahına sürükledi. Sonra bu iştahımız boğazıma durdu. Hiçbir şeyden zevk ve neşe almamaya başladık...

Şimdi de gülmeyi unuttuk. 

Bu aralar insanlara ulaşılmıyor. Kimilerinin derdi kimilerinin sorunları bazılarında paylaşmayı istediği sevinçleri var. İnsanlık pazarında duygu satışı tamamıyla raflardan kaldırılmış. Tezgahların arkasında insanlar asık suratlarıyla duruyorlar. Bir konuda yardım isteyenlerin yanlarına gelmesiyle terslemeleri bir oluyor. Bu da yetmezmiş gibi sırt dönüyorlar. 

Farkına vardığımız bu durumlardan sıyrılmışız gibi kendimizi ödüllendirmemiz mi gereklidir yoksa bu durumun içerisine girerek pay sahibi mi olmalıyız? Muallak..

Adını sanını bilmediğim insanları dinlemek veya onlarla yazışmak istiyorum. Hepsinin biliyorum ki derinlerinde bir yerlerde söz edilmeyi bekleyen harfler ordusu olduğunu biliyorum. İrili ufaklı harflerin oluşturacağı birlikler akın halde gönüllerini terk edip dillerine ulaşmasını ve bağırmalarını duymak istiyorum. Biz, bize uzağız. 

Örnek veriyorum 25 30 yaşında bir erkeğin veya kadının arkadaş çevreleri tarafından istenilmesinin altında yatan sebeplerinin para veya kullanılan biri olduğunu bilmeleri ne acıdır? Ve dönüp arkadaşlarına '' beni kullanıyorsunuz '' dese ansızın ters tepkiyle karşılaşacaklarını bildiklerinden dolayı sessiz kalmayı yeğliyorlar. Başkaldırının, karşılarında durmanın erdemli davranış olduğunu bilmelerine karşılık diyemiyorlar... Biliyorlar teselli edecek kimsenin kalmayacağını.

Diğer tarafta sözü kesilen, dinlenilmeyen, fikri sorulmayan, yardımı istenmeyen birinin ışığını yansıtması pekala mümkün müdür? Zor. Bazen kendi karanlığını aydınlatır. Ondanda  korkar çünkü kimse iç dünyasına ziyarete gelmemiştir.

İşte ben en azından ziyaret etmesem de kapının ardından onlara seslenmek istiyorum. Fiziki olarak sarılamasam da kelimelerle sarılmak istiyorum. Bu aralar inanılmaz çöküntüler yaşayan ve bunu çevrelerine belli etmeyen binlerce hatta milyonlarca insanlar olduğunu biliyorum. Her zaman vardı ama bu dönemde inanılmaz bir ivme kazanmış bulunuyor. 

Yaşlarının kaç olduğu mühim değil. İnsan bir kelimeyle de bir davranışla da çocuklaşabilir. İşte mesele o çocuğa erişebilmekte. Onu dinlemeden, onu beslemeden, onu hor görerek bedenlerinizi büyütmenize karşılık ruhlarınızın yalnız kaldığı bu yerdeki çocuklara ses vermek istiyorum.

Karanlığın en dip köşesinde ayaklarını karnına çekip, başını dizlerinin arasına yerleştirip ağlayan o çocukların içli yakarışlarına su olmak istiyorum.

Dünyanın gidişatına yetişemiyoruz. Yorgun düşüyoruz ve kendimizi ihmal ediyoruz. Dönüp bakamıyor hatta yüzümüze ellerimizi sürecek vakti bulamıyoruz. Avucumuzun sıcaklığını, yüzümüzün ağırlığını bilemiyoruz. Ansızın kapanacak olan gözlerimizin tanık olduklarına şahit olmaktan kaçınıyoruz. Hepimizi yorgunuz, hepimizi bitap haldeyiz.

Dünyanın kahrını hiçbir insanoğlu çekemez. Dünya bir kahır yeri değildir yaşayabilene huzurdur, yaşayamayana isyandır. 

Huzur kısmına varmak için dinginliğe ve beden sağlığına ihtiyaç duyulur. Peki çocuklu evde bu mümkün mü? Veya şehrin ortasında ulaşabilmek size gerçekçi geliyor mu? Beden sağlığı için yemenin sağlıklı olduğunu dile getiren sözde uzmanlar, insanları ruhsal sefalete sürüklemiş olmuyorlar mı?

Beden sağlığı için ruha iyi gelecek müzikler artık gürültülü,
Sebzeler ilaçlı,
meyveler hormonlu,
ekmekler zehirli...

İşte ben bu kısmın çıkmazına girenlerin yanında olmak istiyorum. Baktığı yerin duvar, yürüdüğü yerlerin çıkmaz olanların ümitsizliğine ortak olmayacaksak ne diyedir yaşamak?

Duygusal bakımdan sağlıksız bırakılanlar tükenmişlik sendromuna maruz kalıyorlar. 

İnsanın, insana anlatacak şeyleri olmalıdır. Burada ki mühim mesele hiç bilmediğiniz bir insanla konuşmakta yatıyor. Bildiğiniz kişilerle konuşmalar gerçekleştirdiğinizde kendilerini yarayacak söylemleri hafızalarına atıp, geri kalan konuşmalarınızı kulak arkası edecektir. Derin meseleleri, derinliği olmayan insanlara anlatılmaz. Şayet çevrenizdekiler derin insanlar olsalar iç kargaşanızın farkına varırlardı. Zira derin insanlar davet edilmedikleri yerlerin uzağında dolaşırlar. Bilirler ki ihtiyaç anında yanınızda kimselerin olmadığını bilirler. Oralarda dolaşarak o eksikliğe tabii olmanızı istemezler. Yanınıza gelirler mi? Hissederseniz, görürseniz...

Bunu geçin... Bilmediğiniz insanlarla konuşun...

Diyebilirsiniz ki, konuşacağımız insanların derin olduğuna nasıl karar vereceğiz. Buna karar vermenize gerek yoktur. Zira siz konuşmaya başladıktan sonra aldığınız cevaplar veya tepkiler sizi anlayıp anlamadıklarını keskin bir biçimde fark etmenizi sağlar! İstediğinizde masayı terk edebilirsiniz. 

Masayı terk ettiğinizde '' bir daha kimseye anlatmayacağım '' dediğiniz an zehirlenmeye başladığınızı bilmelisiniz. '' Sorun benim, ben üstesinden gelemiyorsam kimse gelemez '' diyebilirsiniz ki bu en doğru haklı isyandır. 

Siz her sorunun üstesinden gelmeye kalkışırsanız vicdanınızı tüketir, canınızı onarılmaz hastalıkların pençesine bırakırsınız. Her sorun çözüme ulaştırılmak için ortaya çıkmaz. Bazen sorunların arasında kalmak ve onlarla mücadele içinde olmak gerekir. Her mesele aşılmayı beklemez. Bazıları ileride daha büyük sorunların fragmanına hazırlıktır.

O yüzdendir ki kendinize değer vermek için sorunlarınızın ufak bir kısmını tanımadıklarınıza anlatmayı deneyin. İnanın konuşmalarınız olumlu geçtiğinde tüm sorunların aşılmasının mümkün olduğunu göreceksiniz. Sorunlara son verdiğinizde boş bir zihinle baş başa kalacaksınız. Ucu bucağı olmayan bir ovanın ortasında engelsiz yaşamanın zevk vermediğini göreceksiniz. 

Sorunlar aşılarak güçlü olmanızı sağlar. Sorunlara son vermek zayıflatır.

Konuşun, yazın, dinleyin...

Susmayın. 

Meselelerin sonunu getirmeye çalışmayın, bırakın meseleler kendi içlerinden çoğalsınlar. Sizler de bunlarla zayıf yanlarınızı güçlendirip, güçlü yanlarınızı insanlara sunun. 

Törpülendiğiniz yerde iz olan sorunları anlatın; en azından kendinizle konuşun ya da yazın. İnsanların size ulaşmasını sağlayın. Belki de sizin törpülendiğiniz sorunlar bazılarının içinde çıkamadığı sorunlardır. Hem sorunların içerisine hapsolan birinin tüm kapılarını çalmak yerine bir kapısını çalıp ses verseniz yeterli olacaktır. Bu sizin içinde değerli bir keşif olacaktır... Kendinizi, başkalarının o içinden çıkılmaz sorununun içerisine atmak isteyeceksiniz. Geri dönüp sorunların arasında kaybolma arzusuna tabii olmayı dileyeceksiniz. Yaşamın kıymeti mücadele içinde kaldıkça önemlidir. Sorunların, dertlerin olmaması her adımda zayıflamanıza sebep olacaktır.

Aşılmış her sorun arkanızdan gelen insanların yolunu süsleyecektir. İnsan sorunların çevresini dolaşmak isterse boşluğa düşer, sorunları ortadan kaldırırsa boş duvarları arasında tökezleyip durur, sorunlarla bağ kurarsa insan kalır. 

Son diye bir şey yoktur.
Son verdiğini düşündüğünüz her sorun daha büyük halde veya daha küçük ama etkili bir şekilde karşınıza çıkar. 

Saygılar...

Etiketler:

3 Haziran 2023 Cumartesi

Her telden # 1










Güldüğüme bakma, ağladığıma ise kanma. Bana inanma. Ben, kendinden bir haber, dünyaya sağır, insanlığa düşman, Tanrıya haykırı davranışlar sergileyen insanım. İnsanım. Evet, insanım. Kısa süreli yalnızlıkların benden doğurduğu sonuçlara değinmek istemiyorum. En son bir tanıdığıma anlattığımda kendisini şehrin en eski köpründen attığı haberiyle sarsıldım. Kısa süreli bir şaşkınlıktan sonra kendime gülümsedim. 

Dışarıdan kolay ve zahmetsiz bir yaşam sürdüğüne kanaat getirdiğiniz kişilerin, henüz görmediğiniz, ulaşamadığınız yerlerde nelerle mücadele ettiğini ve nelere maruz kaldığını bilemeyiz. O kişi de benim yaşamımı alaya alıp, kendince bir kalıba oturtup ona göre yorumlamıştı. Kapalı kapılarımın ardından konuşuyordu. Oysa duyuyordu kapının ardında ki gürültüleri... Kendine inandırdığı gerçekliklere yüksek sesle konuşurken, gürültülerime sağır kalmıştım. 

İnanın sadece kapıyı araladım. Yüzüne çarpan bir esintiyle yere düştü. Sersemledi. Yüzünü bir müddet göremedim. Toz bulutu başını sarmıştı. Nefesi hırıltıyla çıkmaya başladı. Sonra kendine geldi. Ayaklandı. Yüzünü yıkadı. Yere oturdu. Ayaklarını uzattı. Ellerinin gövdesinin üzerine bıraktı. 

Gözlerini kapattı ve uyudu. Yanına oturdum. Ruh haline yakalamak pekala kolaydı. Ancak bu yolculuğa tek çıkmasının daha iyi olacağını düşünerek, uyanık kaldım.

- İnsanın her olaya yaklaşımı farklıdır. Dışsal olarak aynı adımları atıldığı görülse de mesele kişinin iç dünyasındaki karşılayışıdır. Kimi bazı olayları içsel olarak dünyasına davet etmez ve üstünkörü geçebilir. Yaşanan veya maruz kalınan her şeyi içselleştirmek bir yerden sonra yorgunluğa davetiye çıkartabilir. Ancak kimilerimiz bunun önüne geçemez ve her olayın derinlerine inmeye çalışırız. Bu alışkanlıktır. Neticede zararlı olsa da sağlam irade bir bakıma insanı güçlendirir. Herkes bu yolu denemek istemez. Çünkü kasvetlidir. 

- En nihayetinde çevremizde bulunanlar hayatın türlü yolculuklarına maruz kalarak yollarını değiştirmek zorunda kalacaklardır. Kimiyle ileride karşılaşacağız kimileriyle de hiç karşılaşmayacağız. 

İnsanın '' ben neden varım? '' dediği yerde yaşamın değeri bir bakıma çevresindeki insanlara sunduğu değerlerin, sevgilerin, yaklaşımların bir anda üzerine toplanmasına neden olacaktır. Çünkü birinin '' ben neden varım? '' dediğinde kendinden verdiği tüm eylemler doğru yola girerek kişiyi beslemeye başlayacaktır. Öz saygınlığın temeli çok sağlam olmalıdır. Bu da çevremize sunduğumuz, dağıttığımız eylemlerimizin geri bizde toplanmasıyla mümkündür. İnsan, kendinde ne kadar varsa o kadar özdür, sadedir, gerçektir. Saçılmış eylemler insanları eksikliğe sürükler. Her bir eksikliğin varlığına inanarak, arayışlara girmesine neden olur. Bu da bizleri bitap düşürür. İki adım ötede duran şeylere elimizi uzatamayacak dermansızlığı verir. Gözlerimize yorgunluğun çökmesini sağlar.

 '' Ben neden varım? '' 

Yaşamın bir parçası olmak için olabilir mi? Bu nasıl oluyor derseniz, benden bilmiyorum. İnanın, bildiğimizi sandığımız şeyleri başkaları bildiğinden ötürü biliyoruz. En son hangi görüşü, davranışı, söylemi tam anlamıyla özümseyip, süzüp sonunda da bilgi anlamına ulaştırabildik? 

Hep birilerinin düşüncelerinde yola çıkarak bir çıkarımda bulunuyoruz. O yüzden '' ben neden varım? '' sözüne ilişkin doyurucu bir yazıyı kaleme almak zordur. Arsız bir ağaç gibi dallanıp budanmasına yetişemeyiz. Her dal tomurcuklanıp filizlenecek yapraklar oluşturacaktır. Hep bir anlam ve anlamsızlık içerisinde büyüyüp duran ağacın dallarında bir ömür gezip duracağız. O sebepten ötürüdür ki yaşamımızı bir anlama oturtmak yerine onu anlamlı tutmaya çalışmalıyız. 

- Günümüzdeki birçok aile çocuklarını karşılarına alarak hayatın çetinliğinden söz edemezler. Çünkü buna erişmek için kendilerinin de aileleri tarafından sözlü bir diyaloga girmeleri gereklidir. Eskide bu pek mümkün değildi. Ailelerle bağ kuvvetliydi. Tek teke pek fazla konuya erişim sağlanmazdı. O dönemin insanları çevrelerindeki olaylara yaklaşımlarıyla kendilerini beslediler. Burada aileler ön planda olmadı. Genelde '' geri dur, yaklaşma, uzak dur '' gibi söylemlerde bulunurlardı. Hadiselerden çıkartılması gereken derslerin neler olduğunu ufak bir resitalle sunmazlardı. Çocuklarını arkalarına alarak olayları özümsenmelerinin önü kesildi.

Şöyle söyleyeyim birçok aile ferdi çocuklarının kendileriyle zaman geçirmeyişinden yakınıyor. Bunu engellemek için hayatlarında olmaya karar verdiklerinde kısa süre sonra ters tepkilerle karşılaşıyorlar. Çünkü aileler çocuklarının dünyalarına yetişemiyorlar. Her gün yeni ve farklı anlayışların akın ettiği ruhları anlayabilmek çok zordur. Yüzeysel değildir. Labirent misali dolambaçlıdır. Çocuklar labirenti ezbere bildiklerinden dolayı sona gelmeleri kaçınılmazdır ama ebeveynler için mümkün değildir. Çocuklarını yakalayamayan ebeveynlerden söz ediyorum...

Ergenliği atlattıktan sonra erişkin olacaklarında geri dönüp baktıklarında ailelerinin kendileriyle olmadıkları kanısına varacaklardır. Oysa bilmeyeceklerdir ebeveynlerinin kendilerine yetişemediklerini. Bir zorlukla karşılaştıklarında '' ailelerinin yanında hiç olmadıklarından '' söz edeceklerdir. Ebeveynleri bu konuda yanlarında olduklarını gözü yaşlı dile getirseler de anlamak istemeyeceklerdir. Geçmişin kısıtlı taraflarını gördüklerinden, arkalarından yorgun argın bir şekilde gelenleri göremeyecektir. Buna erişemeyen gözler, karşılarındaki ebeveynlerinin gözlerinin içine bakarak veryansın edecektir.

- Bu bakımdan günümüz çocukları aşırı derecek dağınıktır. Anlamanın mümkün olmadığı gibi anlamlı olmak için her yolu deniyorlar. İnsanların karşılarında '' değersiz ' 'görünmeyi göze alarak sırf çevreleri tarafından anlamlı olabilme adına tüm girişimlerden geri kalmıyorlar. Ebeveynlerin en büyük sınavı evliliklerini ileri taşımak değildir, çocuklarının dünyasını ele geçiren zehirlerin temizlenmesiyle uğraşmaktır. 

Şöyle ki bir ailenin çocuklarına cinselliği anlatabileceğini düşünebilir misiniz? Aslında olması gereken budur ama gelin görün ki buna ihtiyaç bile kalmıyor. Ne üzücü ve kahredici bir şey. Zehirler, ailelerin çocuklarına ulaşmalarına izin vermiyorlar. Bu da çocukların ailelerinden kopuk yaşamasına vesile oluyor. 

Toplum olarak yıkıcı bir durumla karşı karşıyayız. Gün geçmiyor ki bir gencimiz zehirlenmesin, ailesinden kopmasın. Kötünün sırtına binip dört nala koşturan gençlerin gelecek adına kendilerine nasıl bir bataklığa sürdüklerini bilmiyorlar. O bataklığa saplandıklarında yardım çığlıkları havada asılı kalacak... Gençlere yetişmeye çalışan ebeveynler, çocuklarının dört nala gittikleri yolları yeni yeni aşacaklardır...

Çocukların dayanaklılığı ailelerinin kendilerine yaklaşmasını sağladığını varsayalım. Bu sefer o bataklıktan kurtulanlar aileleri suçlayacaklardır. Yaşama tutunmanın, hayatta olmanın o kutsal gücünün kendilerine uğramasına izin vermeden suçlayıcı bakışlarla isyan edeceklerdir. Neden, çünkü zorluklarla mücadelenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. 

Onlar için en zorlayıcı şey, yeni şeylerin hemen eskiyip yeni şeylerin gelmesini beklerken ki zorlanışlarıdır. 

Ötesi yoktur... 






Etiketler: