10 Mayıs 2024 Cuma

Tefekkür;



Dünya güzelliklerini ayaklarımızın altına veya göğe yakın yerlere sunmuşken bizler güzelliklerin üzerlerine hırslarımızı ve bitmek bilmez açlıklarımızı inşa ediyoruz. Nerede duracağımızı bilmediğimiz gibi nereye gittiğimizi de bilmiyoruz. Her insanın gidebileceği yerleri olması güzel de adresi olmayan yolculuk hepimizi yıpratmakla kalmıyor, tüketiyor. Bu da '' insanlık '' varlığını tefekkürden uzaklaştırıyor.

Her insan bir anlam anlayışıyla yaşamını sürdürmektedir. Tabii bu örneği '' anlam '' değil de, '' gaye, arzu, istek vs '' diye de değiştirebiliriz. Neticede soyutluktan somutluğa ulaştırmaya çalıştığımız bir eylemi yaşamımızla birlikte sürüklüyoruz. 

Yüreği besleyen, ruha şifa sunan iyi ve hoş şeylerin kalıcılığı saniyelerle sınırlı olması nasıl da iştahımızı diri tutmamızı sağlıyor değil mi? Gözlerimiz doymuyor. Tadı damağa takılan sevincin adeta sapkını alıyoruz ve arayış içerisine giriyoruz. Birilerinin hayatına, birilerinin coğrafyasına, birilerinin korkularına, sessizliğine... Ziyaret etmekten de öte bodoslama dalarak giriyoruz; sırf kendileriyle besleyip büyüttükleri o saf ve gerçek duyguyu hissedebilme adına ayaklanmalar gerçekleştiriliyor.

Zamanın ilerleyişine yetişemiyoruz.

 Dünyevi şeyler bizleri '' kendi dünyamızdan '' kopartarak  '' başkalarının '' dünyalarına ilerlememizi öğütler gibisinden devamlı ileriye, kendimizden uzağa sürüklüyor.

herkes '' ben demiştim '' ile '' sözümü dinleseydin ''  çığlıklarıyla bir ispat imparatorluğu içerisinde sıkışmış halde olduklarından bihaberler. 

Hep aynı sözcükler telaffuz ediliyor. Kimse yeni bir kelime öğrenme gereksinimi duyup hanelerine '' küçük sevinçler '' sunmuyor.

Hayat manasını mı kaybediyor? 

Biz İnsan evlatları zorluklar karşısında güç bela ilerleyip ayakta durabilmiş ataların çocukları olduğumuz için sevinmeli, kıvanç duymalıyken; kaçıyoruz izbe yerlere.

Yıkımın en kötüsüne maruz kalmış vaziyetteyiz. Dünyanın yıkılması tam anlamıyla bir başlangıç gibi görünse de bir insanın tefekkür alanı yani kendi iç alemi hasar aldığında ve velveleye maruz kaldığında onarılması güç zorluklarla mücadele içinde kalacaktır. 

Oysa atalarımız '' yaşamın '' iç ve dış yüzünde hayatta kalmayı başarabilmişlerdir. Kimileri zamanın yolculuğuna yetişemedi ve yakın bir durakta inmek zorunda kaldı. Bilemediğimiz kişiler de hala bu yolculuğun içerisindeler...

Şimdilik bizler yol kenarında toprakla oynayan çocuklarız. Zaman yolculuğuna çıkanlar da hemen yanımızdan geçip gidiyorlar...

Günü geldiğinde bizde o yolculuğun içerisinde olacağız... 






1 Mayıs 2024 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 245

 


Ağaç Ev Sohbetlerimizin bu haftaki konusu Peliş arkadaşımızdan gelmiştir.

Konu;

"Kendi hayatımız üzerinde %100 kontrol sahibi olabilmemiz mümkün müdür?"


Bunun için öncelikle zihnimizi tam manasıyla kullanabiliyor olmamız gerekir. 


Tabii istisnalar da bulunabilir. Bunlar genel manada duygularla mümkündür. Bir sevginin, bir hüznün, bir sevincin, bir öfkenin meydana getirdiği davranış modelleri bize aittir. Çünkü aklın erişmek istediği yerlerin önünü kestiğimizde davranışlarımız sazı eline alır ve yüzde yüzlük bir performans sergileyebilir. Bunlar kısa süreli anlık patlamalar ya da göz kararması gibidir. Sonrasında ise pişmanlık ayyuka çıkar. İnsan bilinci; davranışların, düşüncelerin ileri safhalarda doğuracağı sorunları önceden kestirebilir fakat bunu kişinin zihninde zuhur ettirmez. Tam kontrolün destekçisi olmazlar ve bir köşeye geçerek kişinin hal ve hareketlerini seyreder. 


Bir insanın hayatının yüzde yüzünü kontrol ettiğini varsayım olarak görürsek bu kişinin eksiklikler yaşayacağını bizlere gösterir. Kontrolün fazlası derslerden edinilmesi gereken öğrenimlerin önünü kesmektir. Bilgiye ulaşmanın merakına hançer vurmaktır. Doğal yaşamın işleyişini sekteye uğratmaktır ve düşman kazanımını fazlalaştırmaktır.


Bizler kusurlu canlılarız. Rabbim bizleri muhtaç yaratmıştır. Halimiz, vaktimiz, gücümüz ne kadar fazla olursa o kadar acizizdir. Çünkü kırılmalarımız hemen gerçekleştiği gibi onarılması da bir o kadar zordur. Ziyadesiyle bizlerin yüzde yüzlük bir sahip olma potansiyelini kaldıracak donanıma sahip olmadığımızı söyleyebilirim. Bu benim naçizane düşüncemdir. Bizler bir konuyu eline boyuna ele aldığımızda bile yüzde yüzlük bir performans göstersek de bir yerlerden patlak verir. İnsanlar sahip olmanın ağırlığını kaldıramadığı için Rabbim bizleri aciz ve muhtaç yaratmıştır. 


Bizler sadece anlık veya kısa süreli şeyler üzerinde potansiyelimizi gösterebiliriz ancak onu da yüzde yüz gösteremeyiz. Bizler  aciz olduğumuz için, karşıt bir görüşü aklımızdan hiç çıkarmayız. Şöyle ki hayatımız üzerinde kontrol sahibi olduğumuzda bir yerlerden saldırı olacağını kodlarımız biz farkında olmadan hücrelerimize haber salacaktır. Bu da bizleri kontrol sahibi olmaktan çıkartacaktır ve acizliğe, korkuya veya tedirginliğe sürükleyecektir. 


Haliyle bizler hayatımızın hiçbir alanında yüzde yüzlük bir kontrol sahibi olamayız; yarısı bile olamayız. Bizler toplumun yansıttıkları ve karşımıza çıkartılan şeylerin doğurduğu sonuçlardan aldığımız veya çizdiğimiz yollarda ilerleriz. Onu da yüzde yüzlük bir kontrolle yapamayız. 

29 Nisan 2024 Pazartesi

Çorak coğrafyanın çiçekleri



buradan bakınca yolun uzunluğu bir nebze içimizi sevince uğratsa da hayatın içine girdiğimizde zaman ışık hızı misalinde ilerliyor ve bizleri olabildiğince geride bırakıyor. Bir gün şöyle bir geçmiş dönemi hatırlatacak eşyayla, olayla veya düşünceyle karşılaştığımızda arkasından bıraktığı esintiyle zamana aramaya koyuluruz. Zamanın sırtına ne çok anılar bırakmışız. Gerçi anlamsız ve içi boş geçen günleri de yük sayarsak nasıl da kendimizi ihmal ettiğimizi anlamış olur muyuz?

365 günün 20-30 hadi olmadı 50 gününe anılar biriktiriyor geri kalan günleri hayatın sıradan ve olağan şeyleriyle meşgul oluyoruz. Bugün, diğer günden farksız geçiyor. Arada küçük değişiklikler olsa da kalıcı bir etki uyandırmadığından dolayı aklımızda fazla kalmamaktadır. 


Küçük mutluluklar da tadılması gereken büyük mutluluklara nazaran daha hissiyatlı ve sıcaktır. Küçük mutluluk, büyük mutlulukların arasında bulunurlar ve fark edilmesi zordur. Çünkü rol model olmalarında üzerlerine yoktur. Küçükler, büyüklerin alanından bir parçayı alıp bunu büyük bir his gibi yüreğinize serpebilirler. 


Mesele büyük parçaları küçük olacak şekilde bölüştürmek değildir; mutlulukları küçük halde tüketmektir.


Büyük mutluluklara bağımlı olunduğunda pek memnun olmayacak hal içinde oluruz. Bu da küçük mutlulukları görmezden gelmeye ve hatta ayak altında ezmeye kadar götürebiliriz. Neticede büyük isteklerin savaşı yıkımlarla sonuçlanır.


Küçük mutluluklar hisle mümkündür. Bir damlalık mutluluktan alacağınız besin güçlü ve iradeli bir hale dönüşmenizi sağlayabilir; büyük mutluluğa ihtiyaç duyanların beklentileri geniş olur ve tatları pek yoktur. 

Büyük mutluluklar, mutluluk hissine bürünmezler. Dip ya da sıfır noktasında bile küçük mutlulukla yetinmek büyük meziyettir. Alt tabakadan merdivenleri çıkarak üst basamaklara ulaşsalar bile mutluluklar büyümez; aksine daha da küçülür ve hissettikleri değer göğüslerine, dillerine ve gözlerine sığmaz. 


Göğüslerinde çarpıntılar, dillerinde kelimeler, gözlerinde yaşlar büyür. 


Çorak bir coğrafyaya ekilmiş mutluluk çiçeklerinin az sayıda bulunmalarına rağmen hayatta olduklarını düşünelim. Aynı şekilde bünyeye fazla gelen mutluluğun küçük parçalara ayrıştırılıp coğrafyaya ekildiğini gözler önüne getirelim. İşte bizler küçük mutlulukların bahçesindeki bahçıvanlarız. Hem ekiyor, hem büyütüyor hem de kokluyoruz. Biz tadıyor, biz yaşıyoruz ve beraber büyüyoruz.


Bunun tam tersi olduğunda hiyerarşilerde kopukluklar meydana gelir. Küçük mutlulukların büyütülmesi canı beslerken, büyük mutluluklar cana yük olur ve beklentileri yüksek olduğundan ayakları yere değmez. Bu da ruhu, kalbi aldatmaya girer. 

Ayakları yere değen mutluluklar gerçek, ayakları yerden kesen mutluluklar ise hayalidir.



Hayatın hayalsiz yaşanamayacağı gibi gerçeklikten uzak kalamayacağı da kesindir.

26 Nisan 2024 Cuma

Heybemizdir bizi taşıyan








Düşünceler insanın temelini oluşturur. Hangi düşünce ne kadar zuhur ederse kişinin hayatında o kadar sağlamdır. Tabii bu düşünceler kötülüğü de temsil edebilir. Kötülükte haliyle bir mertebedir. Ancak insan doğrunun ve yanlışın karşısında bir seçim yapmak zorundadır. Denilebilir ki bu seçimde kim kötülüğü seçmek ister? 

Seçimler çoğunluğun değil azınlığın tarafında daha güçlü bir duruş sergiler. Şöyle ki doğruyu seçenler, doğrunun etraflarında dolaştığını bilirler. Doğruluğun sebebiyet verdiği öz inanç veya sağlıklı düşünceler akıllarından ve ruhlarından çıkıp yanlarında bulunur. İnsan çocuklar gibi şen ve masumlardır. İnsan bu masumluktan ötürü gafil avlanır.

Yanlışın seçeneğine yönelenler az olsa da netice itibariyle güçlü olmak zorunda olduklarını bilirler. Çünkü temeli pek güçlü değildir ve bunun içinde tüm güçlerini birleştirip istekli ve dirençli duracaklardır. Haliyle yanlışın tarafında olanlar, doğru karşısında zayıf düşeceklerini bildiklerinden ötürü; tüm yolların aşıldığında azametler sunacağını bilirler. Yollara iz bırakırlar.

Bu olaya şöyle bakabiliriz; doğrulukların çok olmasına karşılık yaşadığımız evrende yanlışlar da bir o kadar çoktur. Doğruluğun peşinden gidenlerin fazlalığı bizleri cezbetse de yanlışların arkasındakilerin de azımsanmayacak kadar çok olduğu görülür. Bir yanlışın duruşu arkasındakilerden kaynaklı değildir. Yanlışların arkasında kimse bulunmaz sadece sesleri duyulur. Fakat doğru için bu söylenmez; doğrunun peşinden gidenler ruhsal ve bedenen oradalardır. 

Yanlışta bu mümkün değildir. Yanlışın savunucuları nabız yoklamak için önce '' yanlışa '' ses olurlar. Doğrunun savunucuları karşılarında zuhur edince hemen yollarını değiştirirler ya da farklı bir yapıya bürünerek yanlış algılarını kısa süreliğine doğruluğa çevirirler. 

Öyle ki yanlışın ardındaki sesler ruhu ve bedeni görünmedikleri için müthiş bir riyakarlık sergileyebilirler. Öyle olmasa bugün pisliğe bulanmış düşünceler bu denli ayyuka çıkmazdı. 

Doğruluğu kendilerine yol ve ilke edinenler en nihayetinde güçlü bir yapıya,  doğruluğa kuvvet verseler de yanlışın küçük bir kıvılcımı doğru algısında sarsıntılara sebebiyet verebilir. Bunun sebebi de doğruluğun '' doğru '' bilgisine fazla kapılmaktan kaynaklıdır. Doğrudur mantığına sığınarak doğruluğu arkalarında bırakırlar ve başka yollara doğru yol alırlar. Ruhları doğruluğun ardında olsa da bedenleri terki diyar eyleyerek beşeriyetine ulaşmak isteyecektir.

yanlışın doğumu milyonlarca tohumla gün yüzüne çıkar, doğrunun doğumu da aydınlıklar saçar. 


 Bunu da şöyle açıklamak isterim;

yanlışın savunucuları fazla değildir o yüzden ilahi sistemin yürürlüğünde yaşam merkezine milyonlarca tohum serpilir. Savunucuların az olmasından ötürüdür ki milyonlarca tohum bir yerden sonra toprakta tutunamamaya başlar. Bir şeylerin çokluğu o şeylerin bereketinde kırılmaya sebebiyet verebilir. Azınlığın, milyonlara yetişmesinin mümkünü yoktur.


Peki yanlış neyin milyonlarca doğumunu yapar? Aynı düşüncelerin ve peşinden sürüklendikleri duygu durumların. 


doğrunun aydınlığına mazhar olmayı bekleyenler karşılarında kendilerini bekleyen külfetin şeceresini görmezler. Çünkü gözleri doğruluğun mutlaklığına bağlanmıştır. Ardında bekleyen görevleri heybelerine doldurmayı pek düşünmezler. İnsanlar doğruluğun '' güçlü '' yanlarının yanlış karşısında galip geleceğine inanırlar. 


Oysa işler öyle değildir; her duygu içinde bir mücadeleci kitle taşımak zorundadır. Kalabalıklar isyanların ve kaosların doğumuna gebedirler. Anlık bir kıvılcım tüm birliği yerle yeksan edebilir. 


Sözünü ettiğim doğruluk ve yanlış sözcüklerini birer anlam olarak görmeyiniz. Hayatın her alanında zıtlıklar yaşamımızın içindedirler. Burada bildiğimiz ya da öğrendiğimiz şeyler merak ve çaba sarf ettiğimiz müddetçe bizde kalırlar. Niyetimizi öteye taşımak için saf ve masum yaklaşımlarla kucakladığımız da her şey o denli güzelliğe dönecektir ki bunu da doğruluğun anlamına erdiğimizde hissedebiliriz.


Yanlışı insana, doğaya, evrene ve de yaşama istenilmeyen şekilde yansıyanlar olarak görebilirsiniz. Burada da isyan etmenin, karşısında dikilip düşman kesilmenin bir manası yoktur. Benimsemek istediğiniz, anlam kazanmasına yardımcı olmayı seçtiğiniz ve size ışık sunacağına inandığınız şeylerin üzerine gitmeyi kendinize bir yol bilmeniz gerekir. 


Yanlışın itibarsız ve de değersiz algısına da kapılmamak gerekir. Sözünü ettiğim gibi bunlar birer yansımadır. 


Bizler heybemize koyduklarımız kadar insanızdır. 


 


  




22 Nisan 2024 Pazartesi

Ruhunuzu köhneye teslim etmeyin


                                                                 Fotoğrafın alındığı profil

     Hayat, her şeyin olacağına varması için zamanla yolculuk gerçekleştirir. Bizler zaman ve hayat arasına sıkıştırılmış canlılarız. Yolun doğruluğuna ulaşmak için türlü izlere tanık oluyoruz fakat ileri atacak adımın kuvvetini kendimizde bulamıyoruz. 
Bizden önce o yolları arşınlayanların bıraktığı izlerin derinliği gözlerimize çarptığında yere mıhlanıyoruz. Bazı kimseler prangaları arkalarından sürükleyerek ileriye atılırlar. Belirli mesafeden sonra derin izlerin üzerine basarak kah bedenleri yarıya kadar batıyor kah bir karış kadar yerin içine giriyorlar. 

Bu engebeli yolun girdabından kurtuldukları an patika yol açmaya başlarlar. Cesaret gösterenler ayaklarına bağlanmış prangaları engellerin arasında bırakmışlardır. 

Sıra sende, bende, bizde. Sıra hepimizde. Hayatı ve zamanı karşılarına alarak mücadeleye girenler en nihayetinde galibiyete ererek yollarına yeni serüvenlerin girmesini sağlayacaklar. Yerinde bırakılmış, bir atım atmaktan adeta aciz bir bedene bürünmüşler ne üzücüdür ki bu yolların düşkünleridirler. Yüzlerinde nurdan eser kalmadığı gibi vicdanları çürümüştür.

Karşınıza çıkan, hayatınıza giren, hayatınızdan çıkanların hepsi sizsinizdir. Gidenler fazlalıklarınızı alır, gelenler eksikliklerinizi doldurur.

Geleniniz ya da gideniniz yoksa en güzelidir; dağıtan tarafsınızdır. Sevgiyi, saygıyı, huzuru, dinginliği... 

Yerinden kalkmayıp her şeyi oluruna bıraktığınızda ilahi sisteminizin bozulmasına neden olursunuz. Ayaklanıp ilerlemelisiniz. Eksikliklerinizi, fazlalıklarınızı bilmelisiniz, görmelisiniz. 

Bize derin görünen o yolların bekçileri olmak yerine ilerlemeli ve derinliklerinde boğulmalı sonra kurtulup sizi bekleyen serüvenleri kucaklamalısınız. Her serüven ruha iyi gelecek diye bir kesinlik yoktur. Zorlukta bir serüvendir fakat zorluğun ağırlığı daha baskın olduğundan dolayı yaşadığınıza '' serüven '' demezsiniz. Mücadeleci serüvenler daha kalıcı ruhsal huzur sağlayacaktır. Nihayetinde baskın meselelerin arkasından sevgi filizlenebilir... 

Bizler yaşayıp, yaşadıklarımızdan dersler çıkartıp bunlarla yol bulmaya çalışan aciz kullarız. 



26 Mart 2024 Salı

Sistem, kırılgan ve hassas bırakır

Hayatlarımız sisteme bağlı bırakılmış durumda ilerliyor. Bu da güzelliklerin ve iyiliklerin önünü kesmektedir. Bizler, '' ne yaşayacağımızı '' bilmeden bir yolculuğa çıkarıldık. Kimseler durmamızı istemedi. Bu yolda herkes yürüyor. Beraber yürüdüklerimizin yüzleri umutsuzluğu, kederi, hüznü yansıtıyor. Herkes mutlu olmayı istiyor ama kimse mutluluğu kendilerinde aramıyor. İnsan, kendisine sunması gerekenleri başkalarından bekleme umuduna giriyor.

İçten gülmelere hasret kalınmasının tek sebebi beklenti içinde kalınmasıdır. İnsan neden bir beklenti içine hapsolmak ister? Çünkü, değerli olduklarını duymayı isterler. 

Bağ, düğümlünü çözmeye başlar. 

Kendinize zaman ayırdığınız anları düşününce bunun sadece sistemin içindekileriyle mümkün olduğunu göreceksiniz. Bağ, düğümlü kaldıkça dışarıya kapalıdır. Yer ve sınır bilir. Dışarıdan her duyduğunuza yer açmayın ki hududunuz kirlenmesin. Hayatınızda gereksiz bir yığın bilgi var. Bunların yerine insanınıza değer katan yollara girilseydi böylesine kırılgan ve hassas olunmazdı. 






yaşam, serüvendir.

Kimse zamanın ötesine ve üzerine binip yolculuk edemez. Zaman kendi başına bir eylemdir. Andır. Anda kalmak...

Ne güzel değil mi, zamana yaslanmış bir hayatı yaşıyoruz; yaşamaya çalışıyoruz. Her şey anlık gerçekleşiyor. Zaman, her yaşama ikramlarda bulunuyor. Anlayabildik mi kendimizi, biz oluruz. Çoğalırız ve ikramlara sarılırız. Farkına varmadığınız her an, anınız bir ömür tadında ilerliyor. Anda tanık olduklarımız bir ömürdür. Gördüğümüz ve yaşadığımız her şey tekdir. Görürüz ve biter. İkramlardan ne alırsak onunla besleniyoruz ve gelişiyoruz. 


Burası önemlidir. İnsan anlık bir değişime uğrayarak; yaşam karşısında gard almaya başlar. Yapılmayacak tek şeydir. Ana teslim olmalıyız. An ne sunarsa onunla besleniriz. Zamana etki edecek eylemler gidişatı sekteye uğratabilir. 


Zaman, gündelik telaşların arasından geçip gidiyor. Yaşam bize anın kıymetini sunar. An da zamandır. İnsanlığa sunulan ulvi ikramdır. Hazineyi gönlünde taşıyabilenler, gülümsemeyi hayatlarından eksiltmezler. En çok kendi başlarına kaldıklarında gülümserler. İnsan kendiyle kaldığınca kıymetlidir, değerlidir. Zaman, insanın kendiyle kaldığı anlara yaşam olmayı sever. 


Yaşam, kendiyle olabilenlerin serüvenidir.


Tefekkür;

Dünya güzelliklerini ayaklarımızın altına veya göğe yakın yerlere sunmuşken bizler güzelliklerin üzerlerine hırslarımızı ve bitmek bilmez aç...