Yolcu
'' Gökyüzünde beliren bulutların aldığı şekiller yeryüzünde bulunup sonrasında yok olanları gösteriyor'' dediğini hatırlıyorum. Ne güzel bir düşünceydi. Gördüğümüz, görmediğimiz her şeyin zamanla yok olduğu yerin sahnesinde büyük resimler halinde sunulmasına karşılık birçoğumuz habersiziz. Başımıza ağır gelen dünyevi şeylerden ötürü kaldırıp şöyle göğe bakamıyoruz. Hayatı değerli ve önemli gösterecek görselleri yakalayamıyoruz.
Gece çökünce de ihtişamı daha bir alımlı olan gökyüzü bu sefer bizlere beyaz noktalardan oluşan rahatlatıcı gerçeklik sunuyor. Bir yıldızın göğün üzerinde dans etmesinden, parlayıp sönmesinden, bulunduğu yerlerden dolayı çevresinde kendisi gibi olan yıldızların oluşturduğu derin görsellerden... ne anlamlar çıkartılır...
Bir de ay var ki gözlere cila sürmektedir. Gündüzün aydınlık rolüne nazire yaparcasına gecenin karanlığını aydınlığıyla sarar. Beyaz ışıklar halinde şayet varsa gökyüzünde kırılgan bulutlar değmeyin sunacağı görsele. Bulutların açıklıklarından denize dökülen huzmeleriyle denizin üzerine müthiş bir alan inşa ederler. Tüm aşkların büyüleneceği bu sahnede yer almak için denizin üzerinde koşma isteğini Allah'a ulaştırmak isteyenler gönüllerini açarak saf ve çılgın aşklarının çocuksu hallerini koşuştururlar. Her gönül birisine bağlandığında çocuklaşır fakat çocuk kalmaz fakat bu gökyüzünün sunduklarıyla sınırlı değildir. Gökyüzüne hayranlık besleyen her yürek çocuk kalır... Gökyüzüdür bebek halimize gülümseyişler ikram eden...
Denizin hırçınlaşan dalgalarını dindirmek için sahillere dizilmiş kayaların en yükseğine oturduğunu ve denizin tatlı tınısının kayalara dokunduğunu dinlemeye başlayalım.
Mutluluk bizdedir. Asırlardır yeryüzünde kurumadan duran nehir ya da göl gibidir. Nehrin sinesinde canlar yaşarlar ve tabiatın ahenginden çıkmazlar. Gölü zehirlemek kolaydır; bir umutsuzluk, bir şüphe, bir kararsızlık gölün yüzeyinde küçük siyah noktalar halinde belirir. Bu noktalar büyüyüp gölün içindeki mutlulukları karanlığıyla örttüğünde, zehirlenmeye başlarız. Sevmemeye, tat almamaya ve de uzaklaşmaya başlarız. Terzi kendi söküğünü dikemez derler, insanda sebebiyet verdiği karanlığı aydınlığa çevirmekte zorluk yaşar. Bu da içimizi sarar mutluluk canlarını kaçmaya, korkmaya sürükleyecektir. Yüzeyi karanlık gölün tabasını kırıp yüzünü gösteren bir canlı, '' biz buradayız, bizi terk etme '' dese de biz onu, son bir çırpınışla kendisini göstermeye çalıştı, deriz. Sonra da bir daha göremeyeceğimizi düşünür ve sergilenen o gösteriyi anlamlar deryasına götürmeyiz. Yorulmuşuzdur. Gönül bilemez zehirlediği nehrin içindeki mutlulukların '' burada olduklarını '' anlamalarını. İnsan sebep olduğu şeylerin enkazından çıkmayı pek başaramaz.... Oysa mutluluklar bunu başarmıştır. - İnanıp, sabredecek - sadece. İşte bu zor gelir. Anlık gerçekleşen bir olayla kararan tabakayı, tüm kuvvetiyle yıkamayan, aşamayan bir gönül çocuksu isteklerini rafa kaldırıp yola koyulup içinden yolcu olurlar...
Sonra kelebek gibi başka gönüllerin nehirlerine konmak için çiçek ararız ve görürüz ki her çiçek dolu, nehirlerin her yerinden neşeli canlar suyun yüzeyini dalgalandırıyorlar...
Hüzünde, acıda bir mutluluktur.
Gökyüzü ve yeryüzü hüzünle acıyı resmeder. İnsanlar da mutluluğu.
Gökyüzü özlemle canımıza ve gözlerimize dokunur. Tadını verir, damağımızda kalır. Ne zaman gökyüzüne baksak kucaklamak isteriz; bazen de ağlamayı isteriz. Gökyüzü koca bir film sahnesi gibidir. İçinde hüzün bölümleri bulunur. Bir dua ile gökyüzünüze ulaşan istekler gerçekleşmese de gerçeklikten daha gerçek sıcaklıkla içimize dalmaya başlar. Hüzün orada kendisine yer edinmeye başlar. Hüzün gerçektir, insanın tabiatındaki nehri arındırır.
Sancılı bir kavganın içerisine girmeye başladığında insan tabakası siyaha çalınmış nehrin yüzeyinde nehrin rengini almaya başladığını görecektir. Bunun için insanın kendisinden uzaklaşmaması gerekir. Bizim onarmadığımız her yanımıza onarılması zor molozlar dökülür. Gönlü yine gönül sahibinden başkası temizleyemez. Ne zaman birilerine gittik ve eksik yanımızı onlarla tamamladık; işte orada gerçeklikten eser kalmaz. Bizim olan, bizimle hayat bulan artık başkalarına hayat olurken bize karanlık yanını gösterecektir. Çünkü, özü biz olanı kendimizde değil başkasında onarmaya çalışırsak ne olur? Parçamız biz olmaz, iz olup başkasına can olur. Mutluluğun eksilmiştir...
Kayanın üzerinde dururken yanıma bir kedi geldi. Kendisini sevdirdi, birkaç pati darbesinden sonra yoluna gitti. İşte bu bile bir işaretti.
Kendinin olanı başkalarına sırf eksik yanlarını kurtarmak için sunduğunda gönlüne darbeler atmış olursun. Tırnağını geçiren kedi misali. Bu tatlı darbe önce bir acı verir ardından geçer. Fakat bu gönülde geçmez; darbeyle açılan yerden içeriye zehir akmaya başlar.
(...)