Kutsiyetmaâp

 






- Her şeyin suçlusu ben miyim ? - diye aklından geçirdiğinde bir ses duydu. Arkasını döndü. Orta boylu, bodur, derin kırışıkları yüzünde taşıyan yaşlı bir adamın kendisine gülümsediğini gördü. 

Karşılık verme adına yüzünü germeye hazırlandığı sırada yaşlı adam kayboldu. Şaşkınlığa giren kahramanımız iki adım ileri gitti. Sağa sola sonra arkasına bakındı. 

- İyi değilim - dedi ve ardına dönüp evin yolunu tuttuğunda arkasına bakmaktan da kendini alıkoymadı. Evine vardığında pencereden dışarıyı seyretti. Cılız insan topluluğu günün koşuşturmalarına ayak uyduruyordu. Araç içinde bulunan insanların yüzlerinden düşen yorgunluklar dincim diyenlerin gözlerine dokunduğunda tesiri felaket boyutlara ulaştırırdı. İnsanlar mutluluk ve neşe saçmak için var olmalıyken durgun ve bitap haldeydiler.


İki gün önce yıllar sonra karşılaştığım o sevdiğim insanı görünce ufkum açıldı. Kötü bir eylemle birbirimizin hayatını bataklığa mahkum etmediğimiz için çok şanslıydık. Zaten bataklığa bulanacak bir yaşam sürmemiştik. Benim ki uzaktandı. Evet, bildiğiniz uzaktan. Bende sadece adı vardı. Adıyla seviyordum. Varlığını andıran hiçbir anıyı hayalime asmadım, yollarıma dökmedim, omuzlarımda taşımadım. İsmi vardı. 

Esaslıydı. Bende gururluydum. Ben gitmedim, o da görmedim. Sevgimin farkına varması için hiçbir yol denemedim. Uzaklardaydım. Çevresine saçtığı gülümseyişlere uzaktan tanık olmak keyif vericiydi. O gülümseyişe sebepler olmayı ister miydim, belki de evet. Ancak uzaktan kalmak daha az hasarlıydı. Yanında olsaydım, beraber yürüseydim hasarları hissetmeyecektim. Bilirdim ki hiçbir bir birliktelik hasarsız sonuçlanmazdı. İnsan sevdiğinde ve sevildiğinde ayakları yere değmezmiş. Bizler de ayaklarımızın altındaki hasarları hissetmeyecektik. Bir gün her şeyin hüsrana gebe kaldığı gibi biz de hüsranın doğumuna tanık olacaktık ve ayrı yollara gidecektik. Öfkeyle, sinirle ayaklarımızın altını kanatan hasarlardan habersiz ilerleyecek sonra da baş dönmeleri, üşümeler yaşadığımızı anladığımızda boynumuza ağır gelen başımızı yere eğdiğimizden kana bulanmış ayaklarımıza tanık olduğumuzda.... 

Ruhumuzu esir alan öfke ve sinir bir anda kaybolup kendini korkuya bırakacaktı ve sonrasında düzen tutmayan yürümelerimiz, dikiş tutmayan yaralarımız olacaktı...

Ağır bir iz, geçmeyen bir leke, dinmeyen bir sızı kalacaktı ruhumuzda. 


Başını penceredeki adama kaldıran yaşlı adam evin önündeki ağacın altına ilerledi. Gölgesi görünecek şekilde ağacın altında geçen yaşlı adam biraz ilerleyince başını tekrardan pencereye doğru kaldırdı. Pencerenin önünden geriye yalpalayan kahramanımız korkuyla derin nefes aldı. 

 Az önce gülümsemesiyle içi ısınan adam, gördüğü çehre karşısında '' bu da kim '' diye bir serzenişte bulundu.  

Başını aşağıya uzattı. Yaşlı adam arkasını dönmüş şekilde ağacın altına ağır adımlarla ilerlerken tekrar önüne döndü. 
Korkusunu dizginleyerek kapıya koştu. Hızla merdivenleri inip sokağa çıkıp ağacın altında durdu. Adam sırtını ağacın gövdesine yaslamış vaziyetteydi.

Yaşlı adamın yüzünden saçılan huzurlu görüntü karşısında tüm siniri ve heybetini kaybeden kahramanımız tekrar bir şaşkınlık yaşadı. 

- Kimsin! - '' dedi.
Yaşlı adam ses vermedi.
- Cevap verecek misin? - '' 
Yaşlı adam yine sesini çıkarmadı. Cebinden kağıt parçası çıkardı. Kağıdı açıp önce şöyle bir baktı sonra karşısındaki adama uzattı. 
Sorularına cevap vermeyen yaşlı adamın tutumu karşısında şaşkınlığını üzerinden atamamasına karşılık biraz da heyecanın tesiriyle elini kağıda uzattı, açtı. Başını adama kaldırdı geri kağıda baktı. Başını tekrar adama kaldırdı ki yaşlı adam artık yoktu. Elinde tuttuğu kağıt parçası küle döndü. 

Kimseye benzetemediği bu insanın nereden geldiği, ne amaçla hayatını ziyaret ettiği ve ne konuda kendisine gönderildiğini bilmiyordu. Yaşadıklarının normal şeyler olmadığına aldırış etmeden merak ve telaş içinde adamı görmek istiyordu. Çevresinde daire çizdi. Yaşlı adam görünürde yoktu.

- İstediğinde karşıma çıkıyor - dedi ve evin yolunu tuttu ki merdivenin ilk basamağına oturdu. Kapısı açık dairenin önünden geçen adamların her birini gelecek kişi olması için temenni de bulunuyordu. Sayısız insanlar geçiyordu ama kimse dönüp bakmıyordu. Yaşlı adamı andıran birçok insan kapının önünden geçtiğinde ayaklanıp arkasından bakıyor, gördüğü kişi olmadığını anladığında merdiven basamağına geri oturuyordu. 

Neyin işaretiydi? Neyin yolcusu, kimin habercisiydi? 

Kaybettiğim insanların bana gönderdikleri elçi miydi? Öyleyse neden sancı çektiriyordu? Ne yapmam ya da ne yapmamam gerekiyordu? Yoksa buna benim mi erişmem gerekiyordu?

Merakın ve şaşkınlığın komşusuyken şimdiden derin sorgulamalara girişmişti. 

Evine girdi. Sırtını kapıya yasladı. Açık pencerelerden içeriye süzülen esinti tozlanmış perdeleri tavana değdiriyordu. 

Sırtını kapıya vurarak güç kullandı, ayaklandı. İleriye atıldı. Açık pencerelerden birinin önüne geçti. Çevrenin netliği bulanıklığa dönüyordu. Gözlerinde  sıcaklık, ruhunda soğukluk hissediyordu. Aklına mukayyet olması gerekirken kilitli tüm kapılarını tek darbeyle yıkıyordu. Yolun sonunu düşünmek istemiyordu. Neden geldiğini bilmediği görüntünün esaretini ortaya çıkarmak için tüm dünyasını  önüne alıyordu. 

Rüzgar kara bulutları ötelerden kahramanımızın semtine taşımıştı. Gökyüzünden yer yüzüne indirilen ince bir çizgi etrafı aydınlatırken caddede dolaşanlar kapalı alanlara yönelmeye başladı. Kimileri de sıyırmış bir görüntüyle yağmurun yağması için ellerini havaya kaldırmış bekliyordu. Damlalar yavaşça düşmeye başladı. Açık pencerelerin yarı kadarını kapattı. Tozlanmış perdenin temizi andıran yeriyle gözlerine biriken ve düşmemek için dirayeti aşamayan yaşları sildi. Kapıya yöneldi. Kapının önünde durdu - temizlenmeliyim! ' - diye söylendi. Caddeye indi. Yakınlardaki ağacın altına tünemiş iki kadar insandan bir tanesi sağanağa dönen yağmurun içinden geçerek gitmek istediği yere koşmaya hazırlanıyordu. Koştuğu görüldüğünde diğer insanın arkasından seslenmesini duymadı. Adımları yere değdikçe su tanecikleri düşen yağmur taneleriyle çarpışıyordu. 

Yağmurun küçük damlacıklarını yüzünde hisseden kahramanımız yağmurun altına ilerledi. Ellerini genişçe açtığı gibi başını kaldırdı. Yağmur hüviyetine dokunuyor, ıslatıyordu. Haz duygusunu iliklerine kadar yaşamak istediği anlaşılıyordu. 

Molozların altında kalan ve nefes almaya hasret benliği artık hürriyete göz kırpıyordu. Dudakları oynuyordu. 

'' Her şeyin suçlusu ben miyim? ''

Gürültüler, kavgalar, savaşlar soluksuz bir yorgunluğa girişmiş vaziyetteydi. Ruhuna iyi gelecek tüm güzellikler etrafında dönüyordu. Huzur sarılıyor, mutluluk şarkı söylüyor, saygı omzunu sıvazlıyor, sevgi gönlüne başını başını yaslıyordu. İzdihama maruz kalması gönlünün kapılarını ardına değine açılmasını sağlıyordu. Mutluluk, şarkısını bitirdikten sonra kulağında tatlı bir tını yağmura nispet edercesine ruhunu çevreleyen duyguları  varlığına geri dönmesine vesile olacak o duayı okuyordu...




Yorum Gönder

0 Yorumlar