27 Nisan 2023 Perşembe

Mutluluk, mutsuzluğun tutsağıdır



                                        Fotoğrafın alındığı profil



Hepimiz mutsuzluktan kaçıyoruz. Oysa, mutluluğun karşısındaki tek gerçek duygudur mutsuzluk. Kısa süreli hatta anlık gerçekleşen olayların (mutlulukların) '' bekleyeni '' olmak yaşamınıza an itibariyle saygısızlığı enjekte etmek değil midir?
 Ziyadesiyle mutsuzluk, bir bakıma mutluluğun gerçek yüzü değil midir?

Mutluluk, bir anlamla bütünleştiğinde '' değerli '' olacaktır. Mutluluğun tek başına bir anlam ifade ettiğine tanık olunmamıştır ve mutluluğun içi doldurulmadığı sürece anlamsızdır. Fakat bu durum mutsuzluk için geçerli değildir. Mutsuzluk mutlak gerçekliktir. Neticede '' mutsuz '' olmaktan kaçıyoruz ki bu da doğru ve gerçek bir duygunun hezeyanı altında kalmak istemeyişimizden kaynaklıdır.

Farz edelim ki mutsuzluğun içi boş. O vakit içini doldurmak için ne yapmamız gerekiyor? Kötüyü veya nefreti mi aramalıyız? Nasıl bir yol izlemeliyiz ki mutsuzluğun içini doldurabilelim.

Anlayacağımız şu ki mutsuzluk kaya parçasına benzer. Anlamsızlığın, tükenmişliğin ve tabanın halini temsil edecektir. 

Duyguların zirve halleri yok mudur? Elbette vardır fakat mutlulukla şekillenmezler, mutluluğa şekil veririler. 

Mutluluk kendi haliyle bir anlam ifade etmeyecektir.

Bizler mutluluğun peşinden koştuğumuzu söylesek de aslında bizi kovalayan mutsuzluktan kaçtığımızı unutuyoruz. Mutluluk, sığınmak ve saklanmak istediğimiz coğrafyadır. Bizler de ucu bucağı olmayan bu yolculuğun sonunu coğrafyalarda bitirmek istiyoruz. Ne hikmetse bir türlü mutluluğa ulaşamıyoruz. Paçamıza sarılan mutsuzluğun bertaraf etmek için tüm kuvvetimizle uzaklaşmaya çalışıyoruz.

Mutsuzluk, biziz.
Mutluluk, mutsuzluğun tutsağıdır.

Mutluluk özel, farklı ve ( çocuk :) )insanların dünyasından etrafa saçılan oksijendir. Bizde kafayı yemeden, özel ve farklı insan konumuna ulaşmadan o derin nefeslere ulaşmak istedikçe hep bir engellerle karşılaşıyoruz. Bu da yıpranmamıza vesile oluyor. 

Birçok insanın yaşayabildiği mutluluklar elbette vardır. Aile birlikteliği, birisini sevmek... Ancak bunlar da kısa sürelidir. Her aile, saf ve doğal sevgi bahçesine sahip değildir. Kimileri sevgilerini gösterse de bahçenin içinde gezinmenize izin vermez. Çünkü onlar da sizin gibiyken sevginin doğallığından uzak büyümüşlerdir ve o bahçeyi uzaktan seyretmişlerdir. 


Mesela bulaşıcı olan bir eylem vardır ki buna hiçbir insanoğlu kayıtsız kalamaz. Gülmek.

Bu mutluluk değildir, mutluluğa şekil vermektir. Mutluluk, gülmekle biçimlenmiş oldu. 

Yine ve yeniden mutsuzluğu ele aldığımızda ise mutluluğun temelinden farklı olarak, temelsizdir. Dediğim gibi tabanı temsil eder yani salt gerçekliği. 

Mutluluğun temeli içini dolduran eylemlerle ve davranışlarla görünüme sahip olur. O sebepten ötürü mutluluk duygulara, mutsuzluk gerçekliğe ihtiyaç duyar. 



Etiketler:

17 Nisan 2023 Pazartesi

İyinin ve kötünün düellosu





Sınırını bilmeyen insanların çoğalmasına mı yoksa her konuya pata küte girerek patavatsızlık yapanlara mı meydan okumalıyız? Hangisini düzeltmeliyiz? Belki de en iyisi uzak durup, görmezden gelmektir. Fakat uzak durmak, sessiz kalmak herkesin yapabileceği bir şey değildir. Zira bu tipteki insanların hayatımızın bir bölümünde her daim karşımıza çıkacak olmaları ileride '' katlanma '' evresine girmemize neden olmayacak mıdır? Birilerinin '' davranışlarını '' kabullenmek kadar aciz bir durum olamaz diye düşünüyorum. Hadlerini bildirmediğimiz sürece, bunlardan feyz alarak zayıf iradelerini '' patavatsızlığa, had bilmezliğe '' döndürecek bir yığın insanın olduğunu da biliyoruz. 

İnsan, toplumdan bir bakıma kaçmayı sürdürse de en nihayetinde '' toplumla '' bütünleşmediği sürece zayıflığa mahkum olduğunu fark etmeyecektir. Yalnızlık, kendiyle barışık olmak, kendiyle zaman geçirip güzel şeyleri hayatınıza sunmak ve bununla idame ettirilecek bir hayatın yolunu tutmak değildir. Yalnızlık, kalabalıkların arasında kendinizle oyunlar oynayıp herkes olabilmeye çalışmaktır. İnsan, yalnızlığıyla sadece kendini tanımlar. İnsanlar toplum içinde yalnız kalmayı başardığında, herkes olabilir. Bu da insanı anlamanın en çetrefilli yollarında yürümeye benzer. 

Sınırını bilmeyen insanın veya insanların karşılarına geçip, '' bilmeleri gerekenleri '' söylemek pekala güzel bir eylem olabilir fakat, dediğim gibi sınır bilmedikleri için ağızlarından çıkacak kelimelerin etkisi de bir o kadar güçlü olacaktır. Bilinçli olanlar bu güçlü kelimelerin altında darbeye maruz kalmayacak hatta bunu yumuşatarak anlamsız bırakacaklardır.

Bilinçli toplumların dirayeti de buradan gelmektedir. Anlayabilmek, karşılayabilmek ve de savurabilmektir. Üç ana temelin sadece birinin eksikliği karşıdaki insanın söylemlerinden hırpalanmaya neden olacaktır. Karşısına geçtiğiniz insana yönelteceğiniz şu çocuksu bir soru yeterlidir.

'' NEDEN? '' 

İnsan yaptığı davranışları bir nedene evirdiğinde meselenin ana konusuna ulaşmamız kolay olacaktır. Nedene oturtulmayan davranış(lar) nesil olarak arkasından güçlü şekilde gelmesine vesile olacaktır. Çünkü, '' nedene '' ulaştırılmayan her eylem, çığ olup sonuca ulaşmak isteyecektir. Nedeni olmayanın sonucu ulaşması mümkün değildir. Zamanında alınmayan önlemler günümüze çığ misali gelmeyi sürdürmektedir.

İnsanlar agresif, öfkeli, gaddar... 

Dünyada '' iyi, vicdanlı, merhametli '' insanlar raflara kaldırıldı. Asırlar önce varlıklarına müsaade edilmeyen '' kötü, merhametsiz, gaddar, öfkeli '' insanlar da dağdan blokların içinden çıkartılıp insanların arasına karıştırıldı. İnsanlar '' iyiyi '' aç bırakıp  '' kötüyü '' ilgiyle beslemeye başladılar. Velhasıl sınırın bilmeyenler ve patavatsızlar bu kötü eyleme sahip guruba girmektedir. 

- Ben hayatımı herkesten uzakta yaşar, kendim için ne iyiyse onu yaparım '' gibi söylemlerle kendinizi beslemek yerine bu zehirli alanlara girerek zehir karşısından bağışıklık kapmalıyız. Duyguların unutulduğu alanlara girerek ışığı, güzelliği, aidiyeti ve duyguları dağıtmalıyız. Bundan uzak kalanlar kendileriyle birlikte çocuklarını sahnenin dışında tutarlar. Oysa bilmeliyiz ki her geçen saniye alanlarını genişletiyorlar. 

Dünyanın gidişatı insanlığı hangi yöne götürüyor, kestirmek zor. Her şeyin kötülüğe bulandığı yerde iyiliğin ve güzelliğin doğmayacağını biliriz. Görünen o ki kanı pıhtılaştıran zehir misali iyilik zehre yenik düşmüş bulunuyor.

...





Etiketler:

13 Nisan 2023 Perşembe

İç hanem






- Sanıyorlar ki sessizliğimle mutluyum. Konuşmaya başladığımda bilmiyorlar ki altında kalacaklar. Öyle küçük harflerle konuşmayacağımı biliyorum. Alışkın olmadıkları için susuyorum. Sessizliğimle kalarak kendimi büyütüyorum. İnsanlara inancım kalmadı, güvenim ise hiç kalmadı. İsmi güven olan herkesi öldürmek istiyorum. Bir kelimenin insanda bıraktığı zayiatları görmemek zor olmasa gerek. İnsanların yüzleri... Herkes umutsuz, yarınsız, huzursuz... Herkesin dalı kırılmış, herkesin öfkesinin közü altında kalmış. Kimse ağzını açıp konuşmaya cesaret edemiyor. Konuşmaya başladıklarında zehir saçacaklarını da çok iyi biliyorlar! Değer verilmeyecek, önem sunulmayacak, saygı gösterilmeyecek ne varsa ilah gibi tapılıyor. İnsanı esas alan ne kaldı meydanlarda? 

Dalı kırılmış herkes riyakarlığa aldanıyor, öfkeleri köze dönmüş herkes isimlerini yeni boyanmış duvarlara karalıyor. Herkes bir şekilde fark edilmek isteniyor. 

Bir çocuk avucuna aldığı serçenin tenine değen yumuşak tüylerinin naifliğinden habersiz avucunda eziyor... Bizde eziliyoruz. Tanrı, kuşandığımız kalkanlarımızı eziyor, içimize batan, canımı acıtan demir parçalarının deldiği yarıklardan dünyaya haykırıyoruz. 

Terk edildik. Geçenlerde babamı kaybettim. Ondan önce de hayatta ilk kez bir kızın elini tuttuğum ve aşkın o çıldırtıcı heyecanını yaşadığım kadını kaybettim. Sabah, her gün eve giderken önümü kesen kedinin yolun ortasında patlamış bir halde gördüm.

Hepimiz kaybettiklerimizin hüznü ile yalnız kalmak istediğimizde, değersiz ve saygısızlar tarafından ruhumuzun kurcalandığını fark ediyoruz! Hevessizlerin heveslerimizi recme tabii tuttuklarına tanık oluyoruz.

Biz dedikçe, ben dediler. Ben dedikçe, biz dediler. Başlar akılsız bırakıldı, duygular da öksüz. Bizler de hiç. Yumruğumu sıkıp yerin yüzüne vurduğumdan dünyanın sallanacağını bilsem, parmaklarım kırılana kadar dünyanın canını okurdum. Gücüm yetmezdi. İnsan, gücü yetmeyen her şeyin kahramanı, gücü yettiği her şeyin korkağı olurmuş.

Neyin peşinde koştuysam yakalayamadan bir köşede nefes nefese kaldım. Ölüm, tatlı üflemesini enseme bırakıyordu. Oldu, diyordum. Tam zamanı, diyordum. Sonra Tanrı kolumdan tutarak ayağa kaldırıyordu.

Birilerine anlatsam, deli diyeceklerdi. Tanrı, kolundan tutup niye kaldırsın! 

Bilmezlerdi ki, acizliğin timsali olmama dayanamadığı için yaptığını... Tanrı herkesti. Hepimizi ziyaret ediyor ama bilicine varamıyoruz. Benim için soyut veya somut değildi. Ruhum ne zaman huzurla dolmaya başlıyorsa orası benim için Tanrının yanıydı. 

Uçurumun kenarında haylaz çocukların bitmek bilmez enerjileriyle koşturup dururdum. Bir gün ayağım taşa takıldı, başım uçurumun üzerinde durdu. İnanamadım. Ayağım taşa takıldığında havada süzülmüştüm. Başka bir yerde olsaydı metrelerce sürüklenirdim. O gün yere düştüğüm gibi kaldım. Üzerimde inanılmaz bir ağırlık vardı. Havanın sıcaklığı ise insanı eritecek derecedeydi. Ben ise üşüyordum. Bu kez Azrail bedenime üflüyordu. Tanrı, Azrail'le bir işaret göstermişti. 

Korkma ve kaçma diyordu. Bulunduğun yer yaşamın, kaçtığın yer bedelindi. Değmesin gözlerin kendinden başkalarına. Mistik bir yolculuğun içerisinde çevrenin keyfini sürmen gerekirken, başkalarını yanında isteme.

İnsanların toprağa sözü var, demişti birisi. Sanırım rüyamda bir adam söz etmişti. Varlığını gezegendeki tüm kum taneleri gibi düşün, insana ise bir adet kum taneni ver ve al demişti. Birbirinizi bir kum tanesiyle var olabildiğine inandırın demişti. 

Artık sokağa çıkınca dikkatimi çeken genelde hayvanlar oluyor. Bizim mahalleye yeni üç kedi geldi. Serçelerin sesleri sabahları eskisinden daha çok geliyor. Yem verdiğim serçelerin bazıları ivedi hareketlerde bulunuyorlardı. Bunu anneme söylediğimde, '' yavrularına götürüyor '' demişti. İç hanem fazlalaştıkça insanlar azalıyor...


Etiketler:

2 Nisan 2023 Pazar

İki dost;


                                                               

                               I. Bölüm



Mersin’in ilk mahallelerinden biri olan Kiremithanenin en uç sokağında bulunan tabiri caizse dokunsalar yıkılacak müstakil evden yükselen dumanlar sokağı karanlığa buluyordu. Mahalle sakinlerinin yangını söndürmeye gelmesine karşılık yangının büyümesi korkuları arşa çıkarıyordu. Yakında bulunan evlere sıçraması an meselesi idi. Yangının olduğu, insanların panik halde mücadeleye girdiği yerden üç yüz metre ötede odasında bilgisayar oyuna dalmış olan Ekrem, yaşananlardan bir haberdi. Bilgisayar masasının üstüne bıraktığı telefonu çalmaya başladı. Arayan Mert’ti.  

‘’ Ne yapıyorsan olduğu gibi bırak mahalle gel ‘’

‘’ ne oldu, o bağırışlar ney öyle? ‘’

‘’ gel işte soru sorma‘’

Ekrem, korku ve panikle telefonu kapattığı gibi ayağa kalktı, kapıya hızla yürüdü. Kötü bir hadise olduğunu, bunun ne olabileceğini tasvip etmeye çalıştı. En uç tahminlerinin de ötesinde bir hadise yaşanırken, adımlarını hızlandırarak mahalleye giriş yaptı.

‘’ Ekrem! ‘’

Ekrem ses duymadı, kalabalıktan yükselen iniltiler çevreden saçılan diğer seslere baskın geliyordu. Şahit olmak yerine kör olmayı içinden geçirdi Ekrem. Kalabalığı yardı, ön saflarda kendine yer edindi. Gördüğü manzara yüreğini adeta eziyordu. Yangının küle döndürdüğü tahtalardan yükselen çatırdama sesleri bir kemiğin kırılmış hissini uyandırıyordu. Mert, Ekrem’in kalabalıkta bıraktığı boşluğu takip ederek yanına geldiğinde Ekrem, Mert’i görür görmez, telaşlı tavrıyla kolundan tuttu;

‘’ Nasıl oluyor ya‘’ Ekrem tedirgin ve korkmuş haliyle cebinden telefonu çıkartıp Kerem’i aradı. Ulaşılmıyordu. Telefonu cebine indirdi. Gözleri seğirdi. Ağlamaya başladı. İçeride Kerem’in babası vardı.

 

-      Kerem’in babası altı yıl önce kaza sonucunda belden aşağısı tutmamaya başlamış, eşinden boşanma raddesine gelmiş, Kerem araya girerek durumu düzeltmiş ancak annesi, babasına karşı soğuk davranmayı sürdürmüştü ve kazadan sonraki davalardan gelen paraların çoğuna annesi el koymuştu. Annesi güven verip, güvensizliği oynamıştı.

Kerem, Ekrem’e bir ara annesinin babası hakkında ‘’ ben hayatımı yaşamaya geldim, bu insanın sefil haline katlanamam ‘’ diye söylediğini aklına getirdi. Boğazının düğümlendiğini hissetti.


Sinerlerini çalarak sokağın ucunda beliren itfaiye aracından atlayan çalışanlar araçtan indiler, yolda park halinde duran araçları ve kalabalığı elleriyle işaret ettiler. Yol olabildiğine dardı. Olay yaşanırken evi söndürmeye çalışan insanların çabası görülmeye değerdi. Balkonlardan, pencerelerden hortum uzatarak yangını söndürmeye çalışanların gözlerinden korku ve ısrarcılık beliriyordu. Sokağın girişinde bulunan kalabalığın çoğunluğu kollarını göğüslerinin altında tutarak yangını söndürmeye çalışan telaşlı insanları seyrediyorlardı. O sırada insanları yolu yavaştan boşaltmaya, araç sahipleri arabalarını yoldan çıkarmaya başladı. Ateşin küçük tesirleri evin yanmayan kısımlarını da alevle buluşturuyordu. İçeride halen yangın irili ufaklı devam ediyordu. İtfaiye ekibi on dakika içinde yangını söndürdü. İkindi vakti siyah dumanlar gökyüzüne yükselerek insanların çehrelerini kısa süreliğine karartıyordu. 


Çevredeki insanların simaları korkuyu yansıtıyordu. Ekrem kaldırıma oturmuş yere izlerken, dizleri arasına sıkıştırdığı başını kaldırdı. Ambulansın duvara yansıyan ışıklarını seyretti. Hemen yanında duran Mert ise dizleri üstüne koyduğu ellerinin hemen üstünde duran başını şöyle bir çevirdi sonrasında oralı olmadı, küle dönen evden yükselen dumanları seyretmeye kaldığı yerden devam etti. Mahalledeki kalabalığın meraklı gözleri yavaştan hüzne dönüyordu. Acil Tıp Teknisyenleri(ATT) hızla olay yerine geldiğinde bir polis ekibi de sokağın köşesinde yerini alıyordu. Ellerinde sedye ve büyükçe bir çantayla iki oda bir salonluk müstakil evin önünde bekleyen ATT görevlileri beş dakika boyunca içeriden çıkmasını beklediği itfaiye çalışanlarını beklediler. İnsanlar sabırsızlanıyordu. Küle dönmüş evden iki itfaiye çalışanı başlarındaki kastları çıkartarak yol kenarında bulunan kaldırıma yöneldi. Uzun boylu ve seyret saçlı adam kaldırıma otururken, arkasından gelen saçları beyazlamış ancak genç görünen adama dönerek, ‘’ bugün şans yok, üç ihbarın sonu can kayıplarıyla bitti. Çok üzücü. ‘’  Ekrem konuşmaları duyduğu gibi yıkıldı. ATT, görevlilerin kapının önüne getirdiği  fermuarla kapatılmış bedeni sedyeye koydular. Kalabalığın arasından çat pat yürek yakan ağıtlar yükseliyordu. Bir canın hayata gözlerini kapatması normaldi fakat insanların ölüme şahit olmaları vicdanlarını kanatıyordu. Tahtalardan havaya yükselen kara dumanlar mahalledeki kalabalığı ağırdan ağıra çoğaltıyordu.



Etiketler: