Yetmiş beş
yaşındaki kamburu çıkmış yaşlı adam yol üzerinde dudaklarını oynatarak
ilerliyordu. Sol elinin altındaki bastonu yaldız kaplamalıydı. Başını
kaldırmakta zorlandığı gözlerden kaçmıyordu. İnsanların yüzlerini saran telaşı,
sevinci, huzuru hissetmeye çalışsa da başaramıyordu. İnsanlardan yayılan
renkleri algılayamıyordu. Boynundaki ipe bağlı gözlüğünü titrek ellerle gözünün
önüne indirdi. Çocukların annelerinin, babalarının ellerini çekiştirerek
gerilerinde kalan dükkanların camekanlarında görülen oyuncakları aldırmak için
başlarını geriye döndürerek onların vicdanlarına dokunmaya çalışmaları yaşlı
adamın yorgun canına dokunmaktaydı. Yanlarına yaklaşıp isteklerini onlara
sunmak için yürüyecek gücü kendisinde bulamıyordu. Bazı çocuklar da ailelerini
kandırarak ağlıyor süsü vermiş ve isteklerini aldırmışlardı. Diğer tarafta
bizim yaşlı karakterimiz günlerdir görmediği hatta aylardır görmediği torununu
hatırlamak için hafızasını kurcaladı.
Dudağından
hüzünle karışık tatlı bir sözcük yayıldı.
” Dede
‘’
Güneş
yavaşça semadan çekiliyordu. Yaşlı adam durağa yürüdü. Otobüs on dakika kadar
sonra durağa giriş yaptı. Otobüsün arka tarafına gitmek istemese de yapamadı;
gözü kestirmedi. Şoförün üç koltuk arkasına oturdu. Çevresinde kimseler yoktu.
İki koltuk arkasında orta yaşlı iki kadın vardı. Kadınların arka çaprazında
tahmini on yedi yaşındaki genç, Puşkin’in Yüzbaşının Kızı adlı kitabını
okumaktaydı. En arka sıralarda toplamı dördü bulan insan vardı.
Cebinden
çıkardığı mendili ağzından dökülmeye başlayacak olan salyalarının önüne serdi.
Yarım saatin
sonunda otobüsün mahalleye yaklaştığını gören yaşlı adam yerinden kalkmaya
çalıştığı sırada otobüs yol üzerindeki kasisten geçince yaşlı adam koltuğa
yığıldı. Mendil yere, gözlüğü de gövdesine düştü. Yorgun cüssesinden hırıltılar
yükseliyordu. Şoför aynadan adamı görse de istifini bozmadan yoluna devam etti.
Yaşlı adam yerdeki mendili almak için otobüsün durmasını bekledi. Ancak değerli
parçasını kaybetmiş gibi gözünü mendilden ayırmıyordu. İki yüz metre sonra
otobüs durakta durdu. Yaşlı adam yerdeki mendili almak için bastondan destek
alırken diğer boş elini otobüsün iç iskeletindeki demirlerden en yakınına
sardı. Yüzü mendile yaklaştıkça kolları geride kalıyordu. Neyse ki kitap okuyan
genç, yaşlı adamın dengesini kaybedip yüz üstü düşmesine imkân bırakmadan
yerden kaldırdı. Yaşlı adamın iskelete sardığı elini tuttu, yardımcı olarak
otobüsten indirdi. Genç yerine oturdu. Otobüs hareket edince adam henüz yüzünü
görmediği genci görebilirim umuduyla gözlüğünü taktı. Genç başını önüne eğmiş
kitabını okuyordu. Yaşlı adam gördüğü diğer dört kişinin dışında sadece içten
gelen yakınlıkla gencin kendisine yardımcı olduğuna inanarak dudaklarını
oynatmaya başladı.
Evin yolunu
tuttu. Sol bileğinde hafif ağrılar baş göstermişti. Otobüste düşen mendilini
almak için kendisini oldukça zorlamıştı. Bastona vücudunu yaslamadan yürümesi
zordu. Bileğinin ağrısı yolda sürekli yalpalamasına neden oluyordu. Mahalleye
giriş yaptığında çocuklar ayağının dibine toplanarak hep bir ağızdan adama
seslenip onun sevgisine ihtiyaçları olduklarını belli eden davranışlarda
bulunmuşlardı. Adam beline sarılan kıvırcık saçlı, ince sesli hafif tombul kızı
öpmek için önüne eğildi. Kızı alnından öptü. Kız çocukların en büyüğüydü.
Yaşlı adam elini cebine attı. Bozuklukları büyük kıza vardı. Çocuklar sağa sola
koşturmaya başladı. Yaşlı adam gülerek yoluna devam ederken çocuklardan birkaç
tanesi yaşlı adamla oyunlar oynamak için ona hafiften vuruyor, önüne geçiyor,
etrafında dönüyordu. Yaşlı adam etrafında dönen çocuklara içten gülüyor, onlara
yetişmek için bastondan destek alarak dönüyordu. Çocukların ilaç etkisine
benzer huzurları yaşlı adamın bileğinin ağrısını dindirmişti. Çocukların
yaklaşımı yaşlı adam incitici gelmiyordu. Yaşlı adama değen eller adamı sanki
gençleştiriyordu. Dışarıdaki insanlar için bu öyle algılanmadığı gibi sarsıcı
ve zarar verici bir etki uyandırıyor olacak ki komşular çocuklara seslenince
çocuklar adamın elini öperek, ceketine ellerini savuşturarak dağıldılar.
Yaşlı adam
yer altında olan evinin kapısını açarken komşu kadının sesi duydu.
” Vural
amca, bir saat önce senin kız ile damat geldi. Seni sordu, bizde gezintiye
çıktığını söyleyince başını sallayıp arabaya binip gittiler.”
Yaşlı adam
sesin geldiği yana döndü,
Kızım,
tekrar söylesene. Fazla duymuyorum.
” Ebru
geldi. Seni sordu.”
” Essah mı?
Torun yanında mıydı?”
”
Arabadaydı.”
” Sağ
ol! Sen çok yaşa emmi kızım. Var ol” dedi.
Kapıyı açıp
içeri girdi.
Yaşlı adam
komşusunun arabada olduğu söylediği torununun, yanına gelen çocukların arasında
olabileceğine inanmak istedi. Mahalleye bakan küçük pencerenin önüne geldi,
başını dışarıya çocukların olduğu yere çevirdi.
Ah, şu mu?
Yok… Şu aynı ona benziyor. O da bunun gibi Haylaz.
Hiçbirinin
torunu olmadığına inandığında cümle aleme kızgınlığını belli edercesine
dudaklarını hızlıca kımıldatmaya başladı.
Henüz
üzerini çıkarmamıştı. Torun hasretiyle kavrulan yaşlı adam, içeriye lavabonun
önüne geçti. Kırışmış, yorgun ve kirlenmiş yüzüne baktı.
” Ah
Sakine, ah… Ne diye gidersin ki. Bilmez misin, elim ayağım sendin” diye
mırıldandı. Elini yüzünü yıkadı.
İçeriye
geçtiğinde kızının hemen gitmediğini, bir süre beklediğini düşünmek için
kendini kandırdı. Komşunun anlattığına göre geldiği gibi gitmişti.
”
Bekleseydin be evladım”
Hava bir
saate kararacaktı. Çocuklardan birisine seslenmek için pencerenin önünde durdu.
Mahallenin tüm çocukları pencerenin önünde yaşlı adamı görür görmez koşturmaya
başladı. Hepsi yaşlı adamın bu saatlerde ne isteyeceğini bilmelerine rağmen
yine de yaşlı adamı yakından görmek için birbirini itip kakarak pencerenin
önüne doluşmuşlardı.
” Dede,
aşağı mahalleden az önce geldim. Mahalle ekmek kokuyordu. ”
” Dede bende yeni eve aldım. Bizim bakkaldan. ‘’
” Biz fazla ekmek aldık dede, anneme deyim mi versin bir tanesini”
Yaşlı adam
karşısında adeta cennetin en güzel çiçeklerini, yıldızlarını, güzelliklerini ve
canlılarını gördüğünü sanıyordu. Gözünden bir damla süzüldü. Çocuklar bunu fark
etseler de o damlanın neden düştüğü üzerinde durmadılar.
Adam
elindeki parayı çocuklardan birisine uzatırken
” kendinizi yormayın’’ dedi.
Parayı almak
için elini açık pencereden içeriye uzatan çocuk, parayı aldığı gibi koşmaya
başladı. Tüm çocuklar yaşlı adamdan parayı alan çocuğun etrafından koşuşturmaya
başladı.
Karşı binada
oturanlar, çocukların yaşlı adamın pencere önünde duran sonra toplanıp
koştuklarını görünce gülümsemişlerdi.
Pencereden
başını uzatan kadın, çocuğunun çocukların arasında koştuğunu görür görmez
başını hemen yaşlı adamın evine çevirdi. Yaşlı adamın beyaz saçları açık pencereden
görünüyordu… Kadın iç geçirdi.
Pencere
önüne doluşan çocukların çıkardıkları seslere gülümseyen yaşlı adam gözleriyle
ekmeğe giden çocuğu aradı. Çocuk, diğer çocukların arasında duruyordu. Ekmeği
bir başka çocuk tutuyordu. Çocuk diğer çocuğa nispet edercesine pencereden
içeriye uzanarak ekmeği salladı. Diğer çocuk bu duruma sessiz kalmadı. Ekmekten
artan parayı vermek için elini içeriye uzattı. Yaşlı adam odanın kapısına
vardığında bir çiçeğin doğuşuna kulak kabarttı.
” Dede,
dede. Para? ”
Yaşlı adam çocuğun tatlı serzenişine karşılık vermedi. Odanın köşesinden geriye
baktığında çocuk hala kolunu içeriye uzatmış duruyordu.
” Sen kimin
çocuğuydun? Hamdi'nin mi? ”
– Evet
” Kardeşine, kardeşine bir şeyler al”
– Tamam dede, dedi. Sanki adamın bunu söylemesine bekler gibi gözden kayboldu.
Yaşlı adam
kuru ekmeğin yanında iki üç dilim kalmış peyniri ve on kadar zeytini ve bir
yanı ezilmiş domatesiyle karnını doyurmaya başlarken, balkonlardan kadın
sesleri yükseliyordu. Her bir ses yaşlı adamın cennet bahçesindeki çiçeklerin
ismini haykırıyordu.
Vural Bey, sırtını arkasına yasladığında sırtından çatırdamalar içeriye
doluştu. Tekrar doğrulup önünde kalmış iki adet zeytini yemeye yeltenirken
kapısı çaldı. Yerinden zar zor ayaklandı, hemen yanında duran bastonuna
sarılarak kapıya koşar adım gitti. Kapıyı açtığında, oğlunun geldiğini haber
eden kadın vardı. Elinde bir tabak vardı.
” Vural Amca
buyur… Rahmetli Sakine Teyze sizin zeytin yağlı sarma ve dolmayı çok
sevdiğinizi söylerdi. ”
Yaşlı adam titreyen eliyle uzatılmış tabağı tuttu. Dili varmıyordu konuşmaya.
Kırk yıllık eşinin ismini tekrar duyduğunda hezeyana uğramıştı.
Vural Bey
dudaklarını kımıldatarak konuştuysa da ne dediğini anlayamayan komşusu, yaşlı
adamın yarasını dokunduğunun farkındaydı. Kadın güzel bir etki bırakacağını
düşündüğünden öyle söylemişti. Yaşlı adamın bu kadar kırıcı durumda olacağını
düşünememişti. Özür dilemeyi aklından geçirdi de sözünü edemedi. Zira özür
sözünü etmesi, yaşlı adamı tam bir üzüntüye sevk edebilirdi.
Vural Bey,
komşusunun yüz ifadesini net göremese de vicdanının aldığı hali ve sesini
anlamıştı. Başını kaldırdı, gülümsedi.
” He ya. Çok
severim. Rahmetli tuzu ya az ya da çok koyardı.”
Komşu kadın
gülümsedi,
” Vural Amca
afiyet olsun.”
Vural Bey
konuşacağı sırada merdivenlerden patır kütür sesler duyuldu. Merdivenin ucunda
cennet bahçesindeki çiçeklerinden bir tanesini gördü.
Çocuğa
güldü. Çocukta ona gördü. Kadın da ikisine güldü. Çocuk aradaki mesafeyi adeta
zıplayarak kapattı. Yaşlı adamın önünde durdu,
” Dede,
biber acı haberin olsun.”
” Senin
tatlılığın tüm acıyı yener.” dedi.
Çocuk başını
annesi çevirdi,
” Anne,
acıyı yarışta yenerim değil mi?”
Vural Bey
elini çocuğun başına uzattı, saçlarını okşadı ardından elindeki tabağı kadına
uzattı, çocuğun sık ve güzel kokulu saçlarını öptü. Çocuk, adamın iç
dünyasındaki torun hasretini ayaklandırmış olduğundan habersiz adamın elleri
arasından çekilip merdivenin başında durdu.
” Dede, gece
niye var?” dedi.
Kadın çocuğunun sorduğu bu anlamsız soru karşısında Vural Beye baktı. Vural Bey
ise gülümsüyordu.
”
Güzellikler dinlesin diye var” dedi sonra devam etti,
” Senin ve senin gibiler dinlesin diye gece vardır evladım.”
Çocuk acul
hareketle elini kaldırdı. Açık kapıdan karanlığı gösterdi.
” Dede şimdi
çıksam yorulurum öyle mi? ”
” Korkmaktan yorulursun evladım.” dedi.
Çocuk başını
sol omuzuna çevirdi, gözlerini adama uzattı. Manalı bir bakışla dedesine baktı.
Kadın,” Hadi
eve gidelim. ”
Çocuk apartman girişinden, dedesinin kapısının önüne adeta uçarak geldi.
Kadının
elini tutarak merdivenden çıkan çocuk, başını geriye çevirdi.
” Dede durma
bak yorulursun.”
Vural Bey
minnet duygusuyla gözlerini kapattı. Çocuğun söylediği sözün içtenliğinin her
kıvrımına yayılmasını bekledi. Apartman kapısından görülen karanlığa baktı. ‘’
Evet, yorulurum ‘’ dedi. Kapıyı kapatarak içeriye geçti.
Saatler önce çocuklara seslendiği pencerenin önüne geldi. Etrafa bakındı.
Kimseler yoktu. Yolun karşısına geçen iki kedi dışında gözüne çarpan hiçbir
siluet ortalıkta yoktu. Evden yayılan ışıklar, sesler kulaklarında ve
gözlerinde yer etmiyordu. Arkasında duran kanepeye oturarak yarım saat kadar
yeri seyretti. Derin bir nefes alarak doğruldu, kanepeye uzandı. Ellerini
başının altında birleştirdi.
*****
Devam edecek.
Etiketler: hikaye