15 Şubat 2024 Perşembe

Meczup II

İnsanların yüzlerini bu denli kasvet sarması normal midir? Nedendir, herkes bir telaş içerisinde yollarında ilerliyor. Kimsenin, tanımadığı bir kişinin gülümseyişine tahammül gösterecek vakti de mi yok? Gördüğüm bu insanlardan nelerin çalındığından bihaberler... 

Ben iyiyim. En kötüsü kendimdeyim. Kimsenin telaş ağacına konup oradan beslenecek durumda değilim. Kaygıya gerek duymama sebep olarak bir yaşamın içinde bulunmuyorum. Beni kahreden meselelerden birisi de güçlü görünmemelerine rağmen güçlü görünme çabası içerisinde olmalarıdır. İnsan doğal olmalıdır. Doğası neyi yansıtıyorsa onu sunmalıdır. Türlü yollara baş vurarak yapıda bozukluğa sebep doğuracak anlayış ve davranış modellerinden uzak kalamamak ne üzücüdür.  

Gülmenin insanlığı bu denli terk ettiğine daha önce tanık olmadığımı söylemek isterim. Ben ki içten gülüşlerin ağrı kesici özelliğe sahip olduğuna inananlardanım. İnsanların yansıttığı şeyler ise bunlardan uzak her şeye tanım olacak durumdadır. 

İnsanın yüzündeki derin kırışıklıkların sebeplerinden birisi de gülüşlerdir. İnsanlar bunun iyileştirici gücünden mahrum kalmayı göze alacak kadar nasıl bir buhranın içerisindeler, öğrenmek isterim. Yaşam böyle bir duygu durum karmaşası olmamalıdır. 

Güneşin önüne serilen beyaz bulutlar, ihtişam gösterisinde bulunan göğün resitalini kılıç gibi kesti. Hafiften esen yeli takiben ağır ağır düşen yağmur damlaları yerin yüzünü ıslatmaya koyuldu. İnsanlar hızlı hareket etmeye başladılar. Seyir keyfi güzel olan bu gösteri dakikalar sonra sahnedeki tüm insanlığı silip süpürecek. Yerine yerin yüzüne düşen yağmur damlalarının sesleri alacak. Biraz da göğün içinden yükselen ağıtlar...

Bir çocuğun koşarken dizleri üzerine düştüğünü görenler, yanlarından geçip gidiyorlardı. Hemen ileride duran ve başını kabanıyla kapatan kadın sağa sola bakındı. Yağmur hızlanıyordu. Bir isim çığırdı. Karşılık olarak yere düşen çocuk başını kaldırdı. 

'' Anne '' 

Kadın sesi duyar duymaz geriye döndü ve hızla meydana vardı. Çocuğunu yerden kaldırdı. Dizlerini sildi. Avucu yaş olan kadın elini kabanına sildi. Çocuğunun kolundan çekiştirdi ve aynı hızla gözden kayboldular.




Etiketler: ,

14 Şubat 2024 Çarşamba

Meczup









Anlatacaklarım sizleri üzüntüye davet edebilir. Haşa gönlümdeki yaraları Allah'ın nimeti olan nefesiyle dindirdim. Bir gece uykumdan uyandığımda gecenin içerisindeki o aydınlık gölge başını kalbime yaslayıp '' buradaki dünyayı iyi koru olur mu? Dünya kötülerin eline geçti. Seni de ele geçirmesinler '' dedi ve gözlerimin önünden kayboldu. Işıltısı gidişinin ardından havaya süzüldü. Beyaz olan renkler bir anda rengarenk oldu. Ellerimi uzatıp renkleri avuçlarımda toplayamadım. Yıllardır kendime gelemedim. Yalnız kalmayı seçtim. İnsanlardan uzaklaştım, karanlığa girdim. Düşündüm, hayal ettim; olmadı güneş doğdu. Gece olana değin yürüdüm. Yıllar önce gördüğüm siluet bir yerlerde olmalıydı. Bazen ağladım, bazen sinir harplerine girdim savaş meydanında görürüm diye, nafile.

Sonra bir gün tavanı seyrederken harf yağmurları kalbime yağmaya başladı. Her harf bütün olma adına kaosa sürüklenmiş insanlık gibi harfleri heybesine doldurmaya çalışıyordu. Gönül bahçemde müthiş bir izdiham yaşanıyordu. Hiçbir çiçeğin, böceğin, dalın, yaprağın incinmediği bu izdihamda her harf bir cümle olmayı başardıkça gönül bahçem büyüyordu. Etrafa saçılan tomurcukların ışıltıları ve neşeleri görünüyordu. Mücadeleye girişmeme zaman bırakmadan emelinde kötülük besleyen ne varsa canlarını hançerlediklerine şahit oldum sonra her biri göğün fırtınalarına karışıp gittiler.


Dalından binlerce farklı meyvenin sarktığı ağacın gölgesine oturdum. Gözlerimi kapattım. Dünya savaşına  bende girdim. Soluğum tüm dokuların kokusu alıyordu. Yeryüzüne  armağan edilen o kimselerin bilmediği, savaş sırasında ölümü bekleyen ozanların ağıtları kulaklarıma değiyordu. Bebeklerin konuşmalarından oluşan sesler de içimdeki çocuğu alana çağırıyordu. Tüm varlığımla, ruhuma buradaydım....

Sonra bir ses duydum...

'' Yaşamak nedir? '' 

Yerimden sıçradım.
- Anlam arayışı, dedim. Dayanamadım ve devam ettim.
Yaşam, insanın anlam serüveni içerisinde olmasıdır. İnsan gördüğü her şeye bir anlam kazandırma çabası içerisine girmelidir ki yaşamı da bir anlama bürünsün. 

Şöyle birkaç tur attıktan sonra elimi göğe yükselttim. Bir gücün beni yanına çekeceğini hissettim. Gözlerime ağırlık çöktü. 

Gözlerimi açtığımda her yerden gürültüler geliyordu. Kalabalığın tam ortasına doğmuş gibiydim. Kimse oralı olmuyor, herkes yanımdan geçiyordu. Belim soğuk betonun azizliğine uğramış olacak ki nefesimin kesildiğini hissettim. Ayağa kalkmak için bir el arayan gözlerim, elleri görmeyince güç bela sokağa bırakılmış bedenimi kaldırdım. Yanımda bulunan poşetin içerisinden dün bulduğum yarım battaniyeyi altıma serdim. 

İnsanları seyretmeye başladım.





Etiketler: ,

13 Nisan 2023 Perşembe

İç hanem






- Sanıyorlar ki sessizliğimle mutluyum. Konuşmaya başladığımda bilmiyorlar ki altında kalacaklar. Öyle küçük harflerle konuşmayacağımı biliyorum. Alışkın olmadıkları için susuyorum. Sessizliğimle kalarak kendimi büyütüyorum. İnsanlara inancım kalmadı, güvenim ise hiç kalmadı. İsmi güven olan herkesi öldürmek istiyorum. Bir kelimenin insanda bıraktığı zayiatları görmemek zor olmasa gerek. İnsanların yüzleri... Herkes umutsuz, yarınsız, huzursuz... Herkesin dalı kırılmış, herkesin öfkesinin közü altında kalmış. Kimse ağzını açıp konuşmaya cesaret edemiyor. Konuşmaya başladıklarında zehir saçacaklarını da çok iyi biliyorlar! Değer verilmeyecek, önem sunulmayacak, saygı gösterilmeyecek ne varsa ilah gibi tapılıyor. İnsanı esas alan ne kaldı meydanlarda? 

Dalı kırılmış herkes riyakarlığa aldanıyor, öfkeleri köze dönmüş herkes isimlerini yeni boyanmış duvarlara karalıyor. Herkes bir şekilde fark edilmek isteniyor. 

Bir çocuk avucuna aldığı serçenin tenine değen yumuşak tüylerinin naifliğinden habersiz avucunda eziyor... Bizde eziliyoruz. Tanrı, kuşandığımız kalkanlarımızı eziyor, içimize batan, canımı acıtan demir parçalarının deldiği yarıklardan dünyaya haykırıyoruz. 

Terk edildik. Geçenlerde babamı kaybettim. Ondan önce de hayatta ilk kez bir kızın elini tuttuğum ve aşkın o çıldırtıcı heyecanını yaşadığım kadını kaybettim. Sabah, her gün eve giderken önümü kesen kedinin yolun ortasında patlamış bir halde gördüm.

Hepimiz kaybettiklerimizin hüznü ile yalnız kalmak istediğimizde, değersiz ve saygısızlar tarafından ruhumuzun kurcalandığını fark ediyoruz! Hevessizlerin heveslerimizi recme tabii tuttuklarına tanık oluyoruz.

Biz dedikçe, ben dediler. Ben dedikçe, biz dediler. Başlar akılsız bırakıldı, duygular da öksüz. Bizler de hiç. Yumruğumu sıkıp yerin yüzüne vurduğumdan dünyanın sallanacağını bilsem, parmaklarım kırılana kadar dünyanın canını okurdum. Gücüm yetmezdi. İnsan, gücü yetmeyen her şeyin kahramanı, gücü yettiği her şeyin korkağı olurmuş.

Neyin peşinde koştuysam yakalayamadan bir köşede nefes nefese kaldım. Ölüm, tatlı üflemesini enseme bırakıyordu. Oldu, diyordum. Tam zamanı, diyordum. Sonra Tanrı kolumdan tutarak ayağa kaldırıyordu.

Birilerine anlatsam, deli diyeceklerdi. Tanrı, kolundan tutup niye kaldırsın! 

Bilmezlerdi ki, acizliğin timsali olmama dayanamadığı için yaptığını... Tanrı herkesti. Hepimizi ziyaret ediyor ama bilicine varamıyoruz. Benim için soyut veya somut değildi. Ruhum ne zaman huzurla dolmaya başlıyorsa orası benim için Tanrının yanıydı. 

Uçurumun kenarında haylaz çocukların bitmek bilmez enerjileriyle koşturup dururdum. Bir gün ayağım taşa takıldı, başım uçurumun üzerinde durdu. İnanamadım. Ayağım taşa takıldığında havada süzülmüştüm. Başka bir yerde olsaydı metrelerce sürüklenirdim. O gün yere düştüğüm gibi kaldım. Üzerimde inanılmaz bir ağırlık vardı. Havanın sıcaklığı ise insanı eritecek derecedeydi. Ben ise üşüyordum. Bu kez Azrail bedenime üflüyordu. Tanrı, Azrail'le bir işaret göstermişti. 

Korkma ve kaçma diyordu. Bulunduğun yer yaşamın, kaçtığın yer bedelindi. Değmesin gözlerin kendinden başkalarına. Mistik bir yolculuğun içerisinde çevrenin keyfini sürmen gerekirken, başkalarını yanında isteme.

İnsanların toprağa sözü var, demişti birisi. Sanırım rüyamda bir adam söz etmişti. Varlığını gezegendeki tüm kum taneleri gibi düşün, insana ise bir adet kum taneni ver ve al demişti. Birbirinizi bir kum tanesiyle var olabildiğine inandırın demişti. 

Artık sokağa çıkınca dikkatimi çeken genelde hayvanlar oluyor. Bizim mahalleye yeni üç kedi geldi. Serçelerin sesleri sabahları eskisinden daha çok geliyor. Yem verdiğim serçelerin bazıları ivedi hareketlerde bulunuyorlardı. Bunu anneme söylediğimde, '' yavrularına götürüyor '' demişti. İç hanem fazlalaştıkça insanlar azalıyor...


Etiketler:

2 Nisan 2023 Pazar

İki dost;


                                                               

                               I. Bölüm



Mersin’in ilk mahallelerinden biri olan Kiremithanenin en uç sokağında bulunan tabiri caizse dokunsalar yıkılacak müstakil evden yükselen dumanlar sokağı karanlığa buluyordu. Mahalle sakinlerinin yangını söndürmeye gelmesine karşılık yangının büyümesi korkuları arşa çıkarıyordu. Yakında bulunan evlere sıçraması an meselesi idi. Yangının olduğu, insanların panik halde mücadeleye girdiği yerden üç yüz metre ötede odasında bilgisayar oyuna dalmış olan Ekrem, yaşananlardan bir haberdi. Bilgisayar masasının üstüne bıraktığı telefonu çalmaya başladı. Arayan Mert’ti.  

‘’ Ne yapıyorsan olduğu gibi bırak mahalle gel ‘’

‘’ ne oldu, o bağırışlar ney öyle? ‘’

‘’ gel işte soru sorma‘’

Ekrem, korku ve panikle telefonu kapattığı gibi ayağa kalktı, kapıya hızla yürüdü. Kötü bir hadise olduğunu, bunun ne olabileceğini tasvip etmeye çalıştı. En uç tahminlerinin de ötesinde bir hadise yaşanırken, adımlarını hızlandırarak mahalleye giriş yaptı.

‘’ Ekrem! ‘’

Ekrem ses duymadı, kalabalıktan yükselen iniltiler çevreden saçılan diğer seslere baskın geliyordu. Şahit olmak yerine kör olmayı içinden geçirdi Ekrem. Kalabalığı yardı, ön saflarda kendine yer edindi. Gördüğü manzara yüreğini adeta eziyordu. Yangının küle döndürdüğü tahtalardan yükselen çatırdama sesleri bir kemiğin kırılmış hissini uyandırıyordu. Mert, Ekrem’in kalabalıkta bıraktığı boşluğu takip ederek yanına geldiğinde Ekrem, Mert’i görür görmez, telaşlı tavrıyla kolundan tuttu;

‘’ Nasıl oluyor ya‘’ Ekrem tedirgin ve korkmuş haliyle cebinden telefonu çıkartıp Kerem’i aradı. Ulaşılmıyordu. Telefonu cebine indirdi. Gözleri seğirdi. Ağlamaya başladı. İçeride Kerem’in babası vardı.

 

-      Kerem’in babası altı yıl önce kaza sonucunda belden aşağısı tutmamaya başlamış, eşinden boşanma raddesine gelmiş, Kerem araya girerek durumu düzeltmiş ancak annesi, babasına karşı soğuk davranmayı sürdürmüştü ve kazadan sonraki davalardan gelen paraların çoğuna annesi el koymuştu. Annesi güven verip, güvensizliği oynamıştı.

Kerem, Ekrem’e bir ara annesinin babası hakkında ‘’ ben hayatımı yaşamaya geldim, bu insanın sefil haline katlanamam ‘’ diye söylediğini aklına getirdi. Boğazının düğümlendiğini hissetti.


Sinerlerini çalarak sokağın ucunda beliren itfaiye aracından atlayan çalışanlar araçtan indiler, yolda park halinde duran araçları ve kalabalığı elleriyle işaret ettiler. Yol olabildiğine dardı. Olay yaşanırken evi söndürmeye çalışan insanların çabası görülmeye değerdi. Balkonlardan, pencerelerden hortum uzatarak yangını söndürmeye çalışanların gözlerinden korku ve ısrarcılık beliriyordu. Sokağın girişinde bulunan kalabalığın çoğunluğu kollarını göğüslerinin altında tutarak yangını söndürmeye çalışan telaşlı insanları seyrediyorlardı. O sırada insanları yolu yavaştan boşaltmaya, araç sahipleri arabalarını yoldan çıkarmaya başladı. Ateşin küçük tesirleri evin yanmayan kısımlarını da alevle buluşturuyordu. İçeride halen yangın irili ufaklı devam ediyordu. İtfaiye ekibi on dakika içinde yangını söndürdü. İkindi vakti siyah dumanlar gökyüzüne yükselerek insanların çehrelerini kısa süreliğine karartıyordu. 


Çevredeki insanların simaları korkuyu yansıtıyordu. Ekrem kaldırıma oturmuş yere izlerken, dizleri arasına sıkıştırdığı başını kaldırdı. Ambulansın duvara yansıyan ışıklarını seyretti. Hemen yanında duran Mert ise dizleri üstüne koyduğu ellerinin hemen üstünde duran başını şöyle bir çevirdi sonrasında oralı olmadı, küle dönen evden yükselen dumanları seyretmeye kaldığı yerden devam etti. Mahalledeki kalabalığın meraklı gözleri yavaştan hüzne dönüyordu. Acil Tıp Teknisyenleri(ATT) hızla olay yerine geldiğinde bir polis ekibi de sokağın köşesinde yerini alıyordu. Ellerinde sedye ve büyükçe bir çantayla iki oda bir salonluk müstakil evin önünde bekleyen ATT görevlileri beş dakika boyunca içeriden çıkmasını beklediği itfaiye çalışanlarını beklediler. İnsanlar sabırsızlanıyordu. Küle dönmüş evden iki itfaiye çalışanı başlarındaki kastları çıkartarak yol kenarında bulunan kaldırıma yöneldi. Uzun boylu ve seyret saçlı adam kaldırıma otururken, arkasından gelen saçları beyazlamış ancak genç görünen adama dönerek, ‘’ bugün şans yok, üç ihbarın sonu can kayıplarıyla bitti. Çok üzücü. ‘’  Ekrem konuşmaları duyduğu gibi yıkıldı. ATT, görevlilerin kapının önüne getirdiği  fermuarla kapatılmış bedeni sedyeye koydular. Kalabalığın arasından çat pat yürek yakan ağıtlar yükseliyordu. Bir canın hayata gözlerini kapatması normaldi fakat insanların ölüme şahit olmaları vicdanlarını kanatıyordu. Tahtalardan havaya yükselen kara dumanlar mahalledeki kalabalığı ağırdan ağıra çoğaltıyordu.



Etiketler:

11 Mart 2023 Cumartesi

Kutsiyetmaâp

 






- Her şeyin suçlusu ben miyim ? - diye aklından geçirdiğinde bir ses duydu. Arkasını döndü. Orta boylu, bodur, derin kırışıkları yüzünde taşıyan yaşlı bir adamın kendisine gülümsediğini gördü. 

Karşılık verme adına yüzünü germeye hazırlandığı sırada yaşlı adam kayboldu. Şaşkınlığa giren kahramanımız iki adım ileri gitti. Sağa sola sonra arkasına bakındı. 

- İyi değilim - dedi ve ardına dönüp evin yolunu tuttuğunda arkasına bakmaktan da kendini alıkoymadı. Evine vardığında pencereden dışarıyı seyretti. Cılız insan topluluğu günün koşuşturmalarına ayak uyduruyordu. Araç içinde bulunan insanların yüzlerinden düşen yorgunluklar dincim diyenlerin gözlerine dokunduğunda tesiri felaket boyutlara ulaştırırdı. İnsanlar mutluluk ve neşe saçmak için var olmalıyken durgun ve bitap haldeydiler.


İki gün önce yıllar sonra karşılaştığım o sevdiğim insanı görünce ufkum açıldı. Kötü bir eylemle birbirimizin hayatını bataklığa mahkum etmediğimiz için çok şanslıydık. Zaten bataklığa bulanacak bir yaşam sürmemiştik. Benim ki uzaktandı. Evet, bildiğiniz uzaktan. Bende sadece adı vardı. Adıyla seviyordum. Varlığını andıran hiçbir anıyı hayalime asmadım, yollarıma dökmedim, omuzlarımda taşımadım. İsmi vardı. 

Esaslıydı. Bende gururluydum. Ben gitmedim, o da görmedim. Sevgimin farkına varması için hiçbir yol denemedim. Uzaklardaydım. Çevresine saçtığı gülümseyişlere uzaktan tanık olmak keyif vericiydi. O gülümseyişe sebepler olmayı ister miydim, belki de evet. Ancak uzaktan kalmak daha az hasarlıydı. Yanında olsaydım, beraber yürüseydim hasarları hissetmeyecektim. Bilirdim ki hiçbir bir birliktelik hasarsız sonuçlanmazdı. İnsan sevdiğinde ve sevildiğinde ayakları yere değmezmiş. Bizler de ayaklarımızın altındaki hasarları hissetmeyecektik. Bir gün her şeyin hüsrana gebe kaldığı gibi biz de hüsranın doğumuna tanık olacaktık ve ayrı yollara gidecektik. Öfkeyle, sinirle ayaklarımızın altını kanatan hasarlardan habersiz ilerleyecek sonra da baş dönmeleri, üşümeler yaşadığımızı anladığımızda boynumuza ağır gelen başımızı yere eğdiğimizden kana bulanmış ayaklarımıza tanık olduğumuzda.... 

Ruhumuzu esir alan öfke ve sinir bir anda kaybolup kendini korkuya bırakacaktı ve sonrasında düzen tutmayan yürümelerimiz, dikiş tutmayan yaralarımız olacaktı...

Ağır bir iz, geçmeyen bir leke, dinmeyen bir sızı kalacaktı ruhumuzda. 


Başını penceredeki adama kaldıran yaşlı adam evin önündeki ağacın altına ilerledi. Gölgesi görünecek şekilde ağacın altında geçen yaşlı adam biraz ilerleyince başını tekrardan pencereye doğru kaldırdı. Pencerenin önünden geriye yalpalayan kahramanımız korkuyla derin nefes aldı. 

 Az önce gülümsemesiyle içi ısınan adam, gördüğü çehre karşısında '' bu da kim '' diye bir serzenişte bulundu.  

Başını aşağıya uzattı. Yaşlı adam arkasını dönmüş şekilde ağacın altına ağır adımlarla ilerlerken tekrar önüne döndü. 
Korkusunu dizginleyerek kapıya koştu. Hızla merdivenleri inip sokağa çıkıp ağacın altında durdu. Adam sırtını ağacın gövdesine yaslamış vaziyetteydi.

Yaşlı adamın yüzünden saçılan huzurlu görüntü karşısında tüm siniri ve heybetini kaybeden kahramanımız tekrar bir şaşkınlık yaşadı. 

- Kimsin! - '' dedi.
Yaşlı adam ses vermedi.
- Cevap verecek misin? - '' 
Yaşlı adam yine sesini çıkarmadı. Cebinden kağıt parçası çıkardı. Kağıdı açıp önce şöyle bir baktı sonra karşısındaki adama uzattı. 
Sorularına cevap vermeyen yaşlı adamın tutumu karşısında şaşkınlığını üzerinden atamamasına karşılık biraz da heyecanın tesiriyle elini kağıda uzattı, açtı. Başını adama kaldırdı geri kağıda baktı. Başını tekrar adama kaldırdı ki yaşlı adam artık yoktu. Elinde tuttuğu kağıt parçası küle döndü. 

Kimseye benzetemediği bu insanın nereden geldiği, ne amaçla hayatını ziyaret ettiği ve ne konuda kendisine gönderildiğini bilmiyordu. Yaşadıklarının normal şeyler olmadığına aldırış etmeden merak ve telaş içinde adamı görmek istiyordu. Çevresinde daire çizdi. Yaşlı adam görünürde yoktu.

- İstediğinde karşıma çıkıyor - dedi ve evin yolunu tuttu ki merdivenin ilk basamağına oturdu. Kapısı açık dairenin önünden geçen adamların her birini gelecek kişi olması için temenni de bulunuyordu. Sayısız insanlar geçiyordu ama kimse dönüp bakmıyordu. Yaşlı adamı andıran birçok insan kapının önünden geçtiğinde ayaklanıp arkasından bakıyor, gördüğü kişi olmadığını anladığında merdiven basamağına geri oturuyordu. 

Neyin işaretiydi? Neyin yolcusu, kimin habercisiydi? 

Kaybettiğim insanların bana gönderdikleri elçi miydi? Öyleyse neden sancı çektiriyordu? Ne yapmam ya da ne yapmamam gerekiyordu? Yoksa buna benim mi erişmem gerekiyordu?

Merakın ve şaşkınlığın komşusuyken şimdiden derin sorgulamalara girişmişti. 

Evine girdi. Sırtını kapıya yasladı. Açık pencerelerden içeriye süzülen esinti tozlanmış perdeleri tavana değdiriyordu. 

Sırtını kapıya vurarak güç kullandı, ayaklandı. İleriye atıldı. Açık pencerelerden birinin önüne geçti. Çevrenin netliği bulanıklığa dönüyordu. Gözlerinde  sıcaklık, ruhunda soğukluk hissediyordu. Aklına mukayyet olması gerekirken kilitli tüm kapılarını tek darbeyle yıkıyordu. Yolun sonunu düşünmek istemiyordu. Neden geldiğini bilmediği görüntünün esaretini ortaya çıkarmak için tüm dünyasını  önüne alıyordu. 

Rüzgar kara bulutları ötelerden kahramanımızın semtine taşımıştı. Gökyüzünden yer yüzüne indirilen ince bir çizgi etrafı aydınlatırken caddede dolaşanlar kapalı alanlara yönelmeye başladı. Kimileri de sıyırmış bir görüntüyle yağmurun yağması için ellerini havaya kaldırmış bekliyordu. Damlalar yavaşça düşmeye başladı. Açık pencerelerin yarı kadarını kapattı. Tozlanmış perdenin temizi andıran yeriyle gözlerine biriken ve düşmemek için dirayeti aşamayan yaşları sildi. Kapıya yöneldi. Kapının önünde durdu - temizlenmeliyim! ' - diye söylendi. Caddeye indi. Yakınlardaki ağacın altına tünemiş iki kadar insandan bir tanesi sağanağa dönen yağmurun içinden geçerek gitmek istediği yere koşmaya hazırlanıyordu. Koştuğu görüldüğünde diğer insanın arkasından seslenmesini duymadı. Adımları yere değdikçe su tanecikleri düşen yağmur taneleriyle çarpışıyordu. 

Yağmurun küçük damlacıklarını yüzünde hisseden kahramanımız yağmurun altına ilerledi. Ellerini genişçe açtığı gibi başını kaldırdı. Yağmur hüviyetine dokunuyor, ıslatıyordu. Haz duygusunu iliklerine kadar yaşamak istediği anlaşılıyordu. 

Molozların altında kalan ve nefes almaya hasret benliği artık hürriyete göz kırpıyordu. Dudakları oynuyordu. 

'' Her şeyin suçlusu ben miyim? ''

Gürültüler, kavgalar, savaşlar soluksuz bir yorgunluğa girişmiş vaziyetteydi. Ruhuna iyi gelecek tüm güzellikler etrafında dönüyordu. Huzur sarılıyor, mutluluk şarkı söylüyor, saygı omzunu sıvazlıyor, sevgi gönlüne başını başını yaslıyordu. İzdihama maruz kalması gönlünün kapılarını ardına değine açılmasını sağlıyordu. Mutluluk, şarkısını bitirdikten sonra kulağında tatlı bir tını yağmura nispet edercesine ruhunu çevreleyen duyguları  varlığına geri dönmesine vesile olacak o duayı okuyordu...




Etiketler:

30 Aralık 2022 Cuma

Küçük dağın büyük gölgesi


                                                               Fotoğrafın alındığı profil             


Bir sabah uyandım ve insanların sokaklara döküldüğünü, ağladıklarını ve çocukların yerleri dövdüklerini gördüm. Gruplar halinde bulunan ebeveynler de dizleri üzerine çökmüş ellerini göğe kaldırmış dua ediyorlardı. Bazı duaların o sıcak tınısını duyunca huzura misafir oldum. Sonra bir gürültü koptu. Herkes çil yavrusu gibi dağıldı. Çocuklar bilmedikleri insanlara anne, baba diyerek koşup sarılıyordu. Gözleri kanayan ebeveynler çocuklarının isimlerini haykırıyordu. 


Yaşananlara dayanamadım, koşarak aralarına girdim. Çocukların yanlarına gidip isimlerin öğrenmeye çalıştım. Kimse sesimi duymuyordu. Önünde eğildiğim çocukların gözleri bana değmiyordu. Ellerimle üzerimi yokladım. Hissediyordum. Buradaydım ama beni neden görmüyorlardı. Kör mü olmuşlardı? Hayır. Olamazdı. Çocukların gözleri parlamalıydı. İçli ağlamaların arasından fırlayıp insanlardan uzaklaşan çocuğun arkasına düştüm. Seslenmeme karşılık vermiyordu. Acaba çok gürültü vardı da ben mi duymuyordum? Kulak zarlarımda hasar mı oluşmuştu? Bilemem.


Çocuğun arkasından gitmeliydim. Küçük bir dağın tepesine çıktı. Ellerini göğe kaldırdı. Beyaz ışık huzmesi çocuğun küçük bedenini ablukaya aldı. Bir ara dizleri üzerine çöktüğünü gördüm.


Gözleri kanayan bir kadın küçük dağın tepesindeki çocuğunun sesini tanımıştı. Bana çarpmaması için köşeye çekilsem de kadın içimde geçti.

Hissettiklerim ve tanık olduklarım dünyama nasıl bir anlam bırakacaktı, bilinmezdi. 

Kadın, çocuk için Tanrıya ulaşmasını sağlayan dağın zirvesine on adımla vardı. Kadın, çocuğuna arkadan sarıldı. Kadın, çocuğun dokunduğun yerlerinden kan akmasını sağlıyordu. Kadın sebebiyet verdiği bu izdiham için ağladıkça, çocuğun gözleri gülüyordu.


Yumruk büyüklüğünde yağmur damlalarından bir tanesi yol üzerinde sırt üstü uzanmış, ellerini havaya kaldırmış bir adamın gövdesine düştü. Adam, gövdesine düşen yağmur damlasının külfetini haykırarak tüm cihana duyurdu. Bedeni ikiye bölünen adam ellerinden destek aldı. Bel altı olmayan adam, ayaklarının ucunda durdu. Canını hissetmeye çalışıyordu. Çocuklardan bir tanesinin anne ve baba bildiği ama normalde tanımadığı insanların arasında gerçek anne ve babasında hissetmediği sıcaklığı tattığına emindim. 


İkiye bölünen adam ellerinden destek alarak uzaklaştı. Dizlerini kırarak ve ellerini ileride tutarak ilerleyen kadın arada bir eliyle kanayan gözlerini siliyordu. Yürüdüğün yolda ayağı takıldı, dengesini kaybetti ve yere düştü. 

Az önce insanı ikiye bölen yağmur damlası şimdilerden esamisinden eser yoktu. Yağmur yağmıyor, güneş açmıyor, havada leşle beslenen tüm canlılar daireler çiziyordu. 

Yere düşen, dengesini kaybeden insan gördüklerinde alçalan canlılar, kadının yalpaladığını ve düştüğünü görünce hızla yere alçaldılar. İnsanı tamamlayan organların ayrı bir yerde olduğuna kanaat getiren canlılar kanat güçlerini kullanarak kadını yerdeki cansız bedenin üzerinden çekmeye çalıştılar. Kadın çığlıklar eşliğinde nereye gittiğini bilmeden ayaklanıp uzaklaştı.


Yarım bedenli adam bir anda meydanda belirdi. Avuçları kan içinde kalan adam, leşçillerin diğer bedenine indirdikleri her pençe ve gaga darbesinde bağırıyordu. Leşçillerin yanına yaklaşmasına az kalmıştı ki omuzuna giren pençeyle sarsıldı. Güçlü canlı adamı kavrayıp havada süzülmesini sağladı. Adamı yükseğe çıkardıktan sonra bıraktı.


Bir araya gelen serçeler bir güç görüntüsü vermek için birlikte havada süzülmeye başladılar. Çocuklar göğün çevresin daireler çizen canlıların yere indiğini gördüklerinde kaçacak yer aramaya başlamışlardı

 

Serçeler çocuklar için kahraman imajına sahip canlılardı. Serçeler çocuklara güven verme adına girişimlerde bulunarak insan avına çıkmış leşçilleri uzaklaştırıyorlardı. Leşçiller uzaklaştıkları yere kısa zaman sonra tekrar geliyordu. Bu döngü saatlerce sürdü. Yerde yiyecek bir beden olmadığına emin olan leşçiller kanatlanarak semadan uzaklaştılar. 

Çocuklar bu süre zarfında tanık olduklarıyla çocukluklarını geride bırakmışlardı. Hepsi birer yetişkin insan erdemine sahip olmuşlardı.

Semayı kaplamaya hazırlanan kara bulutları dağıtmak için takım çalışmasına başlayan serçeler kanatlarını kuvvetli çırpmaya başladılar. Dağılıp sonra geri bütünleşen bulutlar sonunda esintiye direnemediler ve küçük bulutlar halinde birbirlerinden koptular.


Küçük dağın tepesinde annesinin şefkatli sıcaklığıyla eriyen çocuğun ardından güneş semaya yerini aldı. Hayatlarını kaybedenler birer çiçek, yaralı olanlar da birer su damlası oldular. Tanrı bir anlaşma yaparak ebeveynlere, çocukların ruhlarını esir alan ve tanık oldukları korkuların tümünü taşımaları karşılığında çocukların önüne güzellikler sunacağını söyledi. Kabul ettiler. 


Çocuklardan birisi yol üzerinde açan çiçeğin önünde durdu, '' güzel görünüyor değil mi? '' dedi. Yaşananlar karşısında gözleri görmeyen ebeveynler, çocuklarının zihninde yer alan görüntüler canlanınca irkildiler. Çocuklar güzelliklerin içinde bulunan daha güzel şeylerden söz ettiklerinde ebeveynlerin yıkılmalarına sebep oluyorlardı.


Bir çocuk az önce ebeveynlerine çiçeği gösteren çocuğun arkasında bulunan ve havada süzülerek duran güzel bir kelebeği işaret etti.

Küçük dağın zirvesinden inip diğer çocukların arasına karışan çocuk, akranlarının tanık olduğu güzellikleri ebeveynlerine göstermelerine şöyle seslendi.

'' Sizlere güzel gelenleri kimselere göstermeyin. Her güzelliğin arkasında çetin bir savaş vardır. Sizler güzelliklere tanık oldukça, çetin savaşın mağdurları sevdikleriniz olur!'' 

Uyandığım rüyamda geri uykuya dalmak için çocukların vicdanlarına uzandım. 


Etiketler:

23 Aralık 2022 Cuma

Cennetin en güzel kokusu

 



Yetmiş beş yaşındaki kamburu çıkmış yaşlı adam yol üzerinde dudaklarını oynatarak ilerliyordu. Sol elinin altındaki bastonu yaldız kaplamalıydı. Başını kaldırmakta zorlandığı gözlerden kaçmıyordu. İnsanların yüzlerini saran telaşı, sevinci, huzuru hissetmeye çalışsa da başaramıyordu. İnsanlardan yayılan renkleri algılayamıyordu. Boynundaki ipe bağlı gözlüğünü titrek ellerle gözünün önüne indirdi. Çocukların annelerinin, babalarının ellerini çekiştirerek gerilerinde kalan dükkanların camekanlarında görülen oyuncakları aldırmak için başlarını geriye döndürerek onların vicdanlarına dokunmaya çalışmaları yaşlı adamın yorgun canına dokunmaktaydı. Yanlarına yaklaşıp isteklerini onlara sunmak için yürüyecek gücü kendisinde bulamıyordu. Bazı çocuklar da ailelerini kandırarak ağlıyor süsü vermiş ve isteklerini aldırmışlardı. Diğer tarafta bizim yaşlı karakterimiz günlerdir görmediği hatta aylardır görmediği torununu hatırlamak için hafızasını kurcaladı.

Dudağından hüzünle karışık tatlı bir sözcük yayıldı.

” Dede ‘’

Güneş yavaşça semadan çekiliyordu. Yaşlı adam durağa yürüdü. Otobüs on dakika kadar sonra durağa giriş yaptı. Otobüsün arka tarafına gitmek istemese de yapamadı; gözü kestirmedi. Şoförün üç koltuk arkasına oturdu. Çevresinde kimseler yoktu. İki koltuk arkasında orta yaşlı iki kadın vardı. Kadınların arka çaprazında tahmini on yedi yaşındaki genç, Puşkin’in Yüzbaşının Kızı adlı kitabını okumaktaydı. En arka sıralarda toplamı dördü bulan insan vardı.

Cebinden çıkardığı mendili ağzından dökülmeye başlayacak olan salyalarının önüne serdi.

Yarım saatin sonunda otobüsün mahalleye yaklaştığını gören yaşlı adam yerinden kalkmaya çalıştığı sırada otobüs yol üzerindeki kasisten geçince yaşlı adam koltuğa yığıldı. Mendil yere, gözlüğü de gövdesine düştü. Yorgun cüssesinden hırıltılar yükseliyordu. Şoför aynadan adamı görse de istifini bozmadan yoluna devam etti. Yaşlı adam yerdeki mendili almak için otobüsün durmasını bekledi. Ancak değerli parçasını kaybetmiş gibi gözünü mendilden ayırmıyordu. İki yüz metre sonra otobüs durakta durdu. Yaşlı adam yerdeki mendili almak için bastondan destek alırken diğer boş elini otobüsün iç iskeletindeki demirlerden en yakınına sardı. Yüzü mendile yaklaştıkça kolları geride kalıyordu. Neyse ki kitap okuyan genç, yaşlı adamın dengesini kaybedip yüz üstü düşmesine imkân bırakmadan yerden kaldırdı. Yaşlı adamın iskelete sardığı elini tuttu, yardımcı olarak otobüsten indirdi. Genç yerine oturdu. Otobüs hareket edince adam henüz yüzünü görmediği genci görebilirim umuduyla gözlüğünü taktı. Genç başını önüne eğmiş kitabını okuyordu. Yaşlı adam gördüğü diğer dört kişinin dışında sadece içten gelen yakınlıkla gencin kendisine yardımcı olduğuna inanarak dudaklarını oynatmaya başladı.

Evin yolunu tuttu. Sol bileğinde hafif ağrılar baş göstermişti. Otobüste düşen mendilini almak için kendisini oldukça zorlamıştı. Bastona vücudunu yaslamadan yürümesi zordu. Bileğinin ağrısı yolda sürekli yalpalamasına neden oluyordu. Mahalleye giriş yaptığında çocuklar ayağının dibine toplanarak hep bir ağızdan adama seslenip onun sevgisine ihtiyaçları olduklarını belli eden davranışlarda bulunmuşlardı. Adam beline sarılan kıvırcık saçlı, ince sesli hafif tombul kızı öpmek için önüne eğildi. Kızı alnından öptü. Kız çocukların en büyüğüydü.

Yaşlı adam elini cebine attı. Bozuklukları büyük kıza vardı. Çocuklar sağa sola koşturmaya başladı. Yaşlı adam gülerek yoluna devam ederken çocuklardan birkaç tanesi yaşlı adamla oyunlar oynamak için ona hafiften vuruyor, önüne geçiyor, etrafında dönüyordu. Yaşlı adam etrafında dönen çocuklara içten gülüyor, onlara yetişmek için bastondan destek alarak dönüyordu. Çocukların ilaç etkisine benzer huzurları yaşlı adamın bileğinin ağrısını dindirmişti. Çocukların yaklaşımı yaşlı adam incitici gelmiyordu. Yaşlı adama değen eller adamı sanki gençleştiriyordu. Dışarıdaki insanlar için bu öyle algılanmadığı gibi sarsıcı ve zarar verici bir etki uyandırıyor olacak ki komşular çocuklara seslenince çocuklar adamın elini öperek, ceketine ellerini savuşturarak dağıldılar.

Yaşlı adam yer altında olan evinin kapısını açarken komşu kadının sesi duydu.

” Vural amca, bir saat önce senin kız ile damat geldi. Seni sordu, bizde gezintiye çıktığını söyleyince başını sallayıp arabaya binip gittiler.”

Yaşlı adam sesin geldiği yana döndü,

Kızım, tekrar söylesene. Fazla duymuyorum.

” Ebru geldi. Seni sordu.”

” Essah mı? Torun yanında mıydı?”

” Arabadaydı.”

” Sağ ol!  Sen çok yaşa emmi kızım. Var ol” dedi.

Kapıyı açıp içeri girdi.

Yaşlı adam komşusunun arabada olduğu söylediği torununun, yanına gelen çocukların arasında olabileceğine inanmak istedi. Mahalleye bakan küçük pencerenin önüne geldi, başını dışarıya çocukların olduğu yere çevirdi.

Ah, şu mu? Yok… Şu aynı ona benziyor. O da bunun gibi Haylaz.

Hiçbirinin torunu olmadığına inandığında cümle aleme kızgınlığını belli edercesine dudaklarını hızlıca kımıldatmaya başladı.

Henüz üzerini çıkarmamıştı. Torun hasretiyle kavrulan yaşlı adam, içeriye lavabonun önüne geçti. Kırışmış, yorgun ve kirlenmiş yüzüne baktı.

” Ah Sakine, ah… Ne diye gidersin ki. Bilmez misin, elim ayağım sendin” diye mırıldandı. Elini yüzünü yıkadı.

İçeriye geçtiğinde kızının hemen gitmediğini, bir süre beklediğini düşünmek için kendini kandırdı. Komşunun anlattığına göre geldiği gibi gitmişti.

” Bekleseydin be evladım”

Hava bir saate kararacaktı. Çocuklardan birisine seslenmek için pencerenin önünde durdu. Mahallenin tüm çocukları pencerenin önünde yaşlı adamı görür görmez koşturmaya başladı. Hepsi yaşlı adamın bu saatlerde ne isteyeceğini bilmelerine rağmen yine de yaşlı adamı yakından görmek için birbirini itip kakarak pencerenin önüne doluşmuşlardı.

 

” Dede, aşağı mahalleden az önce geldim. Mahalle ekmek kokuyordu. ”
” Dede bende yeni eve aldım. Bizim bakkaldan. ‘’
” Biz fazla ekmek aldık dede, anneme deyim mi versin bir tanesini”

Yaşlı adam karşısında adeta cennetin en güzel çiçeklerini, yıldızlarını, güzelliklerini ve canlılarını gördüğünü sanıyordu. Gözünden bir damla süzüldü. Çocuklar bunu fark etseler de o damlanın neden düştüğü üzerinde durmadılar.

Adam elindeki parayı çocuklardan birisine uzatırken
 ” kendinizi yormayın’’ dedi.

Parayı almak için elini açık pencereden içeriye uzatan çocuk, parayı aldığı gibi koşmaya başladı. Tüm çocuklar yaşlı adamdan parayı alan çocuğun etrafından koşuşturmaya başladı.

Karşı binada oturanlar, çocukların yaşlı adamın pencere önünde duran sonra toplanıp koştuklarını görünce gülümsemişlerdi.

Pencereden başını uzatan kadın, çocuğunun çocukların arasında koştuğunu görür görmez başını hemen yaşlı adamın evine çevirdi. Yaşlı adamın beyaz saçları açık pencereden görünüyordu… Kadın iç geçirdi.

 

Pencere önüne doluşan çocukların çıkardıkları seslere gülümseyen yaşlı adam gözleriyle ekmeğe giden çocuğu aradı. Çocuk, diğer çocukların arasında duruyordu. Ekmeği bir başka çocuk tutuyordu. Çocuk diğer çocuğa nispet edercesine pencereden içeriye uzanarak ekmeği salladı. Diğer çocuk bu duruma sessiz kalmadı. Ekmekten artan parayı vermek için elini içeriye uzattı. Yaşlı adam odanın kapısına vardığında bir çiçeğin doğuşuna kulak kabarttı.

” Dede, dede. Para? ”

Yaşlı adam çocuğun tatlı serzenişine karşılık vermedi. Odanın köşesinden geriye baktığında çocuk hala kolunu içeriye uzatmış duruyordu.

” Sen kimin çocuğuydun? Hamdi'nin mi? ”
– Evet
” Kardeşine, kardeşine bir şeyler al”
– Tamam dede, dedi. Sanki adamın bunu söylemesine bekler gibi gözden kayboldu.

Yaşlı adam kuru ekmeğin yanında iki üç dilim kalmış peyniri ve on kadar zeytini ve bir yanı ezilmiş domatesiyle karnını doyurmaya başlarken, balkonlardan kadın sesleri yükseliyordu. Her bir ses yaşlı adamın cennet bahçesindeki çiçeklerin ismini haykırıyordu.

Vural Bey, sırtını arkasına yasladığında sırtından çatırdamalar içeriye doluştu. Tekrar doğrulup önünde kalmış iki adet zeytini yemeye yeltenirken kapısı çaldı. Yerinden zar zor ayaklandı, hemen yanında duran bastonuna sarılarak kapıya koşar adım gitti. Kapıyı açtığında, oğlunun geldiğini haber eden kadın vardı. Elinde bir tabak vardı.

 

” Vural Amca buyur… Rahmetli Sakine Teyze sizin zeytin yağlı sarma ve dolmayı çok sevdiğinizi söylerdi. ”
Yaşlı adam titreyen eliyle uzatılmış tabağı tuttu. Dili varmıyordu konuşmaya. Kırk yıllık eşinin ismini tekrar duyduğunda hezeyana uğramıştı.
 

Vural Bey dudaklarını kımıldatarak konuştuysa da ne dediğini anlayamayan komşusu, yaşlı adamın yarasını dokunduğunun farkındaydı. Kadın güzel bir etki bırakacağını düşündüğünden öyle söylemişti. Yaşlı adamın bu kadar kırıcı durumda olacağını düşünememişti. Özür dilemeyi aklından geçirdi de sözünü edemedi. Zira özür sözünü etmesi, yaşlı adamı tam bir üzüntüye sevk edebilirdi. 

Vural Bey, komşusunun yüz ifadesini net göremese de vicdanının aldığı hali ve sesini anlamıştı. Başını kaldırdı, gülümsedi. 

” He ya. Çok severim. Rahmetli tuzu ya az ya da çok koyardı.”

Komşu kadın gülümsedi,

” Vural Amca afiyet olsun.” 

Vural Bey konuşacağı sırada merdivenlerden patır kütür sesler duyuldu. Merdivenin ucunda cennet bahçesindeki çiçeklerinden bir tanesini gördü.

Çocuğa güldü. Çocukta ona gördü. Kadın da ikisine güldü. Çocuk aradaki mesafeyi adeta zıplayarak kapattı. Yaşlı adamın önünde durdu,

” Dede, biber acı haberin olsun.” 

” Senin tatlılığın tüm acıyı yener.” dedi.

Çocuk başını annesi çevirdi,

” Anne, acıyı yarışta yenerim değil mi?”

Vural Bey elini çocuğun başına uzattı, saçlarını okşadı ardından elindeki tabağı kadına uzattı, çocuğun sık ve güzel kokulu saçlarını öptü. Çocuk, adamın iç dünyasındaki torun hasretini ayaklandırmış olduğundan habersiz adamın elleri arasından çekilip merdivenin başında durdu.

” Dede, gece niye var?” dedi.
Kadın çocuğunun sorduğu bu anlamsız soru karşısında Vural Beye baktı. Vural Bey ise gülümsüyordu.

” Güzellikler dinlesin diye var” dedi sonra devam etti,
” Senin ve senin gibiler dinlesin diye gece vardır evladım.”

Çocuk acul hareketle elini kaldırdı. Açık kapıdan karanlığı gösterdi.

” Dede şimdi çıksam yorulurum öyle mi? ”
” Korkmaktan yorulursun evladım.” dedi.

Çocuk başını sol omuzuna çevirdi, gözlerini adama uzattı. Manalı bir bakışla dedesine baktı.

Kadın,” Hadi eve gidelim. ”
Çocuk apartman girişinden, dedesinin kapısının önüne adeta uçarak geldi.

Kadının elini tutarak merdivenden çıkan çocuk, başını geriye çevirdi.

” Dede durma bak yorulursun.”

Vural Bey minnet duygusuyla gözlerini kapattı. Çocuğun söylediği sözün içtenliğinin her kıvrımına yayılmasını bekledi. Apartman kapısından görülen karanlığa baktı. ‘’ Evet, yorulurum ‘’ dedi. Kapıyı kapatarak içeriye geçti.

Saatler önce çocuklara seslendiği pencerenin önüne geldi. Etrafa bakındı. Kimseler yoktu. Yolun karşısına geçen iki kedi dışında gözüne çarpan hiçbir siluet ortalıkta yoktu. Evden yayılan ışıklar, sesler kulaklarında ve gözlerinde yer etmiyordu. Arkasında duran kanepeye oturarak yarım saat kadar yeri seyretti. Derin bir nefes alarak doğruldu, kanepeye uzandı. Ellerini başının altında birleştirdi.

*****

Devam edecek.

Etiketler:

28 Kasım 2022 Pazartesi

Mekân IV









Mekân sahibi yolun sonuna yetiştiğinden üç kişinin bayır yukarı çıktıklarını gördü. Yakında bulunan ağacın arkasına hızlı bir manevrayla geçti. 

- Nereye gidiyorlar? - diye aklında geçiştirdiği sırada çaprazda bulunan gövdesi ince ağaca koştu. Fazla durmadan iki metre ötedeki ağacın arkasına geçti. Diğer ağaca göre gövdesi kalındı. Nefes alıp verdi. Yol boyunca merak ve tedirgin oluşu kilometrelerce koşmuş bir atletin yorgunluğuna eş değerdi. 

Adamların tam halini saniyeler önce gören mekân sahibi başını kaldırdığında ne görsün, adamların belden aşağıları görünmüyordu. Bayırı aşıp düzlüğe varmışlardı. Takip mesafesini kapatmak için zekice bir hamlede bulundu ve yokuşu çapraz yürüyerek çıktı. Yorgunluk belirtisinin emaresine rastlanmadı. Gülümsedi.

Düzlüğe varıp iki adım attıktan sonra hemen yakınında bulunan ağacın arkasına gizlendi. Adamlardan birinin sesi gürdü. Bir şeyler söyledi. Cesim hararetle cevap verdi. Diğer konudan uzak adam mülayim bir tavırla aralarını bularak yola koyuldular. Sırtı kendisine dönük olmasına aldırış etmeyen mekân sahibi, Cesim'in yardıma ihtiyaç duyduğunu hissediyordu. Yılların tanışlığı bunu ortaya çıkarmıştı.

Cesim'i araya almış vaziyette ilerleyen adamlar bir ara duraksadılar ve köşeye çekildiler. Cesim ise sağa sola bakış attı. Mekân sahibi sırtları kendisine dönük adamlara belli ettirmeden Cesim'e el kol hareketi yaptı. Cesim ilk görmesem de önüne döneceği sırada gözüne çarpan harekete kayıtsız kalmadı. Cesim'in yüzünde sevinçle hüzün bir arada açtı. Adam hüznün neden olduğu korkuyu görmezden geldi. 

Adamlar arkalarını dönecekleri sırada mekân sıçrayarak ağacın arkasına geçti. Cesim'de havaya, ağaçlara ve son olarak da kuşların maviliklerdeki dansına göz attı.

Mekân sahibi sırtından revolveri çıkardı. Boş kovanları yine arka cebinden çıkardığı mermilerle doldurdu. Uzaklığa güvenerek şarjöre vurdu ve kilitlenmesini sağladı.

Revolveri sırtına tekrar geçirdi. 

Adamlardan biri Cesim'in etrafında dolandı ve dizinin arka kısmına tekme savurdu. Cesim düşecek gibi oldu. Diğer adamda dengesini zor bela yerine getirmeye çalışan Cesim'in gövdesine dirseğiyle vurdu. Cesim olduğu gibi yere yığıldı ve cenin pozisyona girdi. Adamlardan biri kollarıyla yüzünü kapatan Cesim'in başına tekme atmaya başladı. Diğeri de yerden aldığı kaya parçasını sırtına, bacağına ve ayaklarına vurmaya başladı. 

Mekân sahibi sağa sola bakındı. Görünürde kimseler yoktu. Kendisine en yakın insan revolverin sesini duyamayacak kadar uzaktı. Adam hemen ilerideki ağacın arkasına geçti. 

Cesim yediği darbelere sessizce karşılık veriyordu. Mekân sahibinin kendisini kurtaracağına inanmak bu olsa gerekti. Karşılık vermek için ayaklansa bu kez karşılarındaki adamlar daha güçlü bir metale veya alete güvenebilirlerdi. Bıçak veya silah gibi. 

Cesim sırtına ve ayaklarına inan darbelerin başına inen darbelerden daha ağır ve sancı verici olduğunu belli ettirmese de iliklerine değin hissediyordu. 
Adamlardan biri kolundan tutarak,

'' Yüzünü aç! '' dedi.
Cesim yüzünü göstermedi.
'' Sana yüzünü aç diyorum. ''
Cesim önce kollarının arasından baktı. Darbeler artık yoktu. Biri köşeye çekilmiş nefes alıp veriyor baş ucunda duranda hiddetli bir çehreyle yüzüne bakıyordu. Karşısındaki insanın bir sözle başka bir insanı parçalayarak ayıracak potansiyele sahip olduğuna inanmak istemese de karşısındaki görüntü gerçeklikten uzaklaşmıyordu.

'' Bayım, kusurumuza bakmayın '' dedi.
Cesim şaşaladı. Kollarını başının etrafından çekti. 
'' Size korku sunmamız gerekiyordu. Çok rahat ve olabildiğine emin duruş sergiliyordunuz. '' 
Cesim kaşlarını kaldırdı.
'' Şaşkınlığınızı anlıyoruz. Sizin yanınızda güçsüz görünmememiz gerekiyor. '' 
Cesim doğrulmaya çalışacağı sırada diğer adam dikeldi. Kesik öksürükle,
'' Cesim Bey canınızı pek yakmadık ya? Taşla vurduğum yerlerdeki arbedeler için af ola '' dedi.
İyice şaşkına dönen Cesim, ayaklandı ve üstünü başını düzeltti.

'' Bayım, hadi yola düşelim. '' 

Mekân sahibi ağacın arkasından çıktı ve havaya bir el ateş açtı. Bu sırada adamların ilk hamlesi yere çömelmek hemen sonra da sırtlarındaki silahlara sarılmak oldu. Namlularını adama doğrultular. Mekân sahibi de revolveri iki adam üzerinde gezdirerek korkusuzluğunu belli ettirmeye çalışıyordu.

'' Ne yapalım? ''
'' Vuralım gitsin. '' 
Cesim, '' hayır yapmayın '' dedi.
'' Yanınıza gelmesine ne dersiniz? '' 
Cesim,
'' Onun yanımda olması neyi değiştirecek? '' 
Adam iki adım öne atıldı. Diğer adam da bakışlarını mekân sahibine silahın namlusunu da Cesim'in alnına çevirdi. 
'' Tek kurşun '' dedi adam ve devam etti. '' Kaybımız olmaz. Tek kurşun! Bir canın kaybı sana bağlı. İndir silahını. '' 

Mekân sahibi, 
'' bırakın onu! '' diye bağırdı. 
Silahı namlusunu Cesim'e doğrultan adam silahı havaya kaldırdı. 
'' Hadi, gidin! '' dedi.
Cesim adım atmadı. Yanlış bir hareketin nelere mahal vereceğini sezinleyen Cesim yerinden kımıldamadı. Bir anda vahşi yaratığa dönen adamların bu mülayim ve naif görüntülerinin anında gaddarlığa dönmeyeceğinin garantisini kimse veremezdi. Bir adım atması ölümüne veya karşıdaki adamın yaşamının sona ermesine sebep olabilirdi. 

Diğer adam,
'' Elinizdekini yere bırakıp burayı terk edin! '' dedi.
Mekân sahibi,
'' Bırakmadan gitmem '' dedi.
Cesim yanındaki adamın silahını omzuna dayayıp gözleriyle - ilerle - der gibi hareket ettirdi. Cesim kımıldamadı.

'' Cesim ne yapıyorsun, gelsene. Kımılda yerinden pislik herif. Senin için canımı hiçe atıyorum, sen ne yapıyorsun? '' 

Cesim cevap vermek yerine başını önüne eğdi.

Diğer adam, 
'' Tekrarlama mı ister misin? '' 
'' Bırakmıyorum. Silahı yere bırakmı... '' 

Mekân sahibi yere yığıldı. Sesi boğuk ve çok içten geliyordu.
'' Hayır, hayır! '' 
Sonra bir ses daha duyuldu.
'' Kahretsin! '' 

Cesim dizleri üzerine çöktü. Sesini çıkartmadı. Az önce '' güçlü görünüyorsunuz '' diyenlerin caniliklerine şahit olunca hiddetini dizginlemekten başka bir yol yoktu.

'' Tamam, git yanına. Bekliyoruz '' dedi.

Cesim adamın yanına yaklaşınca gördüğü çehre yüreğine bir nebze olsun serinlik kattı. Adam gülümsüyordu ve gözleri açıktı. Cesim ayağa kalktı. Ellerini yüzünden ensesine değin götürdü. İki adım geriye gitti, adamlara döndü. Adamlar aklını okumuştu.

'' Biz gerekeni yaparız, siz rahat olun '' dedi.
- Biz gerekeni yaparız - demişti. 

Bu arkadaşı gibi olacağına işaretti. Sığınmak için insan arasa da boşunaydı. Ağır adımlarla adamlarına yanına ilerledi. 

Etiketler:

25 Kasım 2022 Cuma

Mekân III

 




                            Fotoğrafın alındığı profil 


Cesim duvarları rutubete dönüşmüş fabrikaya giriş yaptığında soluğuna soğuk ve tatsız bir koku değdi. Çevresini kolaçan edeceği sırada sağ koluna adamlardan biri girdi.

‘’ Bayım telaşlanmış gibi bir haliniz var? ‘’ dedi.
Cesim iştahını sömüren korku karşısında kayıtsız kalamıyordu. Adamın koluna girdikten sonra konuşması Cesim’in dirayetini biraz da olsa sarsmıştı. Diğer adam da Cesim’in önünde durdu.

‘’ Cesim Bey bu gibi yerlerde şarkı söylemek insana şevk verir derler, sizce doğru mu? ‘’

Cesim duydu soru karşısında istemsizce ‘’ evet ‘’ dedi.

Kolunda bir sıkışma hisseden Cesim yanındaki adama döndü.

‘’ Niyetinizi bilmiyorum, tahmin dahi edemiyorum fakat şimdiye kadar hiç bu denli canımın yandığını hissetmedim ‘’ dedi koluna bakarken. Adam hemen kolu çekti,

‘’ Pardon bayım. Gündelik stresin ağırlığını kolunuza bıraktığımız için maruz görün ‘’ dedi.
Cesim, tekin olduklarını ima eden insanların aslında kendisine saygı duyduklarını anlayınca alevlendi.

‘’ Başıma namluyu dayayıp öldüreceksiniz hiç beklemeyin ve beni de bekletmeyin! ‘’ dedi.

‘’ Bayım, sizi de anlamak mümkün değil. Bizlerin nasıl birileri olduğunu bilmiyorsunuz. Size gösterdiğimiz hürmet karşısında bizi ezmeye, gücünüzü göstermeye çalışmayınız. Niyetimiz sizi öldürmek olsaydı bu raddeye kadar uzamasına izin vermezdik. ‘’
Diğer adam da söze girdi.

‘’ Cesim Bey dışarıdan pek güvensiz görünsek de işin özünde hududumuzu biliriz. ‘’

Cesim kibar fakat imalı sözlerin sonunda adamların gözlerinden yansıtan o korkunç bakışlara tanık olunca ürperdi. Özür dilemek gibi bir niyete bulansa da dile getirmedi.

‘’ Niye burası? ‘’
‘’ Bayım beklerseniz görürsünüz? ‘’
Cesim adamların bir araya geldiklerini ve müstehzi bir tavırlar hem kendisine bakıp hem de güldüklerini görünce dayanamadı.

‘’ Bu mu sizin hududunuz? ‘’
- Ne oldu ki Cesim Bey? Sizin için sınır nedir? ‘’
‘’ Siz daha iyi bilirsiniz. ‘’
Adam başını kaşıdı,
- Sınır, tanımsızdır. ‘’
Cesim hiddete bürünen bedenini dizginlemeye çalışarak,
‘’ Sizler hududumuzu biliriz dediniz ama görünen o ki sizler sınırlarınızı bilmiyorsunuz. ‘’
Öne iki adım atarak Cesimin yüzünü karşısına alarak,
‘’ Bayım ‘’ dedi. ‘’ Sizden bir mühlet susmanızı rica edeceğiz. ‘’

Cesim konuşmak için ağzını açsa da ses tellerine dokunan hiçbir harf yoktu. Harfler sessizliğe bürünmüş gibiydi. Cesim’in yanına gelen adamlar iki koluna girerek rutubetle bezenmiş duvarların arasından duvarlarında çiçekler açan yere doğru ilerlediler. Adamlardan birisi öne atıldı. Adam elini sık dalların arasına sokuşturdu. İç ürperten gıcırdamayla kapı açıldı. Adam Cesim’in boş kalan koluna elini geçirdi. İki adam öne atılmak için ilerleyeceği sırada ikisi de yalpaladı. Cesim kımıldamıyordu.

‘’ Bayım size karşı hürmetimizi tahakküm altında bırakmayınız. ‘’
‘’ Cesim Bey yürüyelim. ‘’


Etiketler:

15 Kasım 2022 Salı

Mekân II

 


İki adam kapının yakınlarından saklanıyorlardı. Adamın mekândan uzaklaşmasını beklediler. Usulca takibe başladılar. İşlek caddelerden tenha sokaklara sonra tekrar işlek caddelere yöneliyordu. Başkaları tarafından takip edildiğini veya kendisine bakıldığını anlayan insanlardandı kahramanımız da. Bir banka oturdu. Az sonra iki adam karşısında belirdi.

Sahneye hayalini bırakan adam bankta oturan adama yaklaştı.

‘’ Merhaba bayım! ‘’ dedi.

Bir dakika sessizlik oldu. Hangisinin konuşmaya dahil olacağına henüz karar verilmiş değildi. Kahramanımız yerinden kalktı, kendisine seslenenin yanına yürüdü.

‘’ Buyurun, ne istiyorsunuz? ‘’
‘’ Bir şey istediğimiz yok, bir konuda fikrinize ihtiyaç duyduk ‘’ dedi.
‘’ Öncelikle tanışmıyoruz ve buna istinaden benim fikrime ihtiyaç duymanızı gerektirecek hususta bulunmuyor ‘’ dedi ve devam etti. ‘’ Samimi gelmiyorsunuz. ‘’

Diğer adam atıldı,
‘’ Haklısınız, bizler ki samimiyetle yaklaşmayı bilmediğimiz için her kime gidiyorsak samimiyeti yanımıza alamıyoruz ‘’ dedi.

Adam, son konuşanın çetin ceviz olduğuna kanaat getirdi. Yönünü son konuşana çevirdi.

‘’ Öyleyse deyiverin, nedir bu merakında boğulduğunuz şey? ‘’

Cevap vermeden önce sağ elinin içini yola doğru gösterdi.
‘’ Anlatacaklarımız uzun, yol arkadaşımız olmak istemez misiniz Cesim Bey? ‘’ dedi.

Cesim şaşkınlıktan nutku tutuldu. İliklerine değin bir titreme hissetti. Yüzlerini ilk defa gördüğü bu insanlar ismini nereden biliyordu?

‘’ Bayım, bana bakar mısınız? Biliyoruz ve anlıyoruz. Şimdi – bunlar adımı nereden biliyor – diyebilirsiniz. Biz biliriz. Biz birçok şey biliriz, yeter ki öğrenmek isteyelim. ‘’

İki adam yürümeye koyuldu. Cesim, bu insanların niyetlerinin, amaçlarının ne olduğunu kısa süreliğine anlamaya çalıştıysa da nafile. Cesim hipnoz olmuşçasına adamlarla arasındaki mesafeyi kapatmaya koyuldu.

‘’ Bayım ‘’ diye ses duyan Cesim, hayalini sahnede bırakanın kendisine döndüğünü gördü.
‘’ Bayım, bizler gördüğünüz gibi tekin insanlar değiliz. Tabii bu bizim kötü olduğumuz anlamına gelmemeli değil mi, sonuç itibariyle kötü olsaydık saklandığınızı bildiğimiz o mekânı yakıp yıkardık ancak biz ne yaptık, ziyarette bulunduk. ‘’ 

Cesim, bu insanların kötülük yapmadığını biliyordu fakat an itibariyle tekin bir yere götürüp öldürmeyeceğim ne malum – diye düşünürken diğer adam atıldı.

‘’ Cesim Bey, aklınızdan geçenleri tahmin edebiliyorum. Sizi ücra bir yere götürüp de ölümünüze sebebiyet verecek değiliz, biz sadece, sadece ‘’ dedi ve durakladı.

Diğer adam araya girdi.
‘’ Bayım, aceleye gerek yok değil mi? Zamanınız vardır. Sonuçta seslendirme sanatçısı olduğunuz mekânda yakın dönemde bir vukuat boy gösterdiği haberini mekân sahibenizden öğrenmiş olduk. ‘’

Cesim,
‘’ İyi de ihtiyaç duyduğunuz şey nedir, bana ondan söz edin. Yol boyunca süslenmiş kelimeleriniz çekilecek gibi değil. Tekin olmadığınızdan söz ettikten sonra pek ulvi kelimelere sığınarak konuşmalarınızdan içtenlik beklemeyin. ‘’

‘’ Cesim Bey agresif olmaya lüzum yok. ‘’
‘’ Bayım, bazen sessizlik güzeldir. ‘’

Cesim,
‘’ Tehdit mi ediliyorum? ‘’

‘’ Bayım kendinizi hafife aldırmayın. ‘’
‘’ Cesim Bey sizi imtiyazlı olmaya davet ediyorum. ‘’

Cesim korkusunu belli ettirmese de içten içe bir kopukluk bir tedirginlik sarmalına dolanıyordu. Ağa takılan balık misali çırpınmaları boşunaydı. Telaffuz ettiği her harf, aldığı her nefes, gözlerinin değdiği her cisim, nesne külfet olarak omuzlarına dökülüyordu. Kamarasındaki çatlağın genişlemesiyle su alan geminin batması gibi Cesim’de insan havuzunun olduğu dünyada boğuluyordu.

Bunların kim olduğundan ne yaptıklarına ve kendisinden ne istediklerine değin düşündükleri son kez film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu.

Devrim niteliği taşıyan düşünceleri, adımları, hal ve hareketleri artık teslimiyetçiliğe dönüşmüş vaziyetteydi.

‘’ Bayım, her şeyden önce yolumuz uzun bilmenizi isterim. Açlığa dayanıklı mısınız? ‘’

Cesim sanki kayıtsız kalmama adına, ‘’ Hayır ‘’ dedi. ‘’ Acım ve bir şeyler yemeliyim ‘’ diye sürdürdü.

En yakın yerde yemek yedikten sonra tekrar yola koyuldular. Yemek esnasından konuşma olmadı. Cesim rahat yemek yesin diye dükkânın önünde duruyorlardı ve gözlerini Cesim’den ayıramıyordu. Cesim de yardım isteğinde bulunmak yerine bunun çok anlamsız ve gereksiz bir davranış olacağı konusunda kendisini kandırıyordu.

Yolun karşı tarafına geçtikleri sırada,
‘’ Cesim Bey, şunu çok iyi biliyoruz ki konuşmalarımız size güven vermiyordur. Vermesi gerekir mi diye sormakta gerekir değil mi? Sizin dünyanızda nasıl bir konuma geldiğimizi ancak siz bilebilirsiniz. Bizim tahminden öte bir düşünceye sahip olmamız beklenmemelidir. Size itimat verme konusunda şimdilik geri durduğumuzu bilmenizi isteriz. ‘’

Cesim bağırıp çağırmak ve sonrasında var gücüyle bu iki adama girişmek istiyordu. Adımlarını, manevralarını, ataklarını olabildiğine kusursuz yapmalıydı ki en az hasarla olay mahallinden uzaklaşmalıydı. Kendine güveni olmadığı gibi yorgunluğa teslim olmuş bedenini bu maceraya sürüklediğinde bitap düşeceği netti.


Cesim havanın kararmaya başladığı yerden daha da karanlığa yolculuk içindeydi. Yanındakiler iki yanına geçmişlerdi. Sessizlik had safhadaydı. Konuşulacak tüm konuları tüketmişlerdi.

‘’ Bayım biz sizi böyle tahmin etmemiştik. Hır çıkartırsınız sanıyorduk. Siz her şeye razı gelmektesiniz. Bizim tekin insanlar olmadığımız konusunda size en başında söylememize karşın bir tepki göstermediniz. Sizden beklentimiz insanların arasında bağırıp çağırmanızdı ama yapmadınız. ‘’


Diğer kişide Cesim’in koluna dokundu,

‘’ Cesim Bey size açık konuşmamızı isterseniz ama durun az kaldı geldik sayılır. Bakın şu rampayı aştık mı karşımıza sık bir ağaçlık yol çıkacak orayı da geçtik mi terk edilmiş genişçe bir fabrika göreceğiz. Camları kırılmış, duvarları yıkılmış, yolları aşınmış, çevresindeki ağaçlar evrene küsmüş bir halde göreceğiz. Niyetimiz, aslında. Neyse geldik sayılır. ‘’

Cesim saatlerdir yanında bulunduğu bu insanların kendisini öldüreceğine kanaat getirmişti ama niye? Niye öldüreceklerdi? Öldürülmesine mantıklı gerekçeler aramaya koyulduysa da nafile. Zaman kısıtlıydı. Her adımda tarif edilen yere yaklaşılıyordu. Bu adamlar yüzlerini gösterdiklerine göre Cesim'i öldürmeleri
 kesindi. Öyle olmasaydı yüzlerini uzun süre tanık olmalarını sağlamazlardı. Hiddetle yanına gelir, tehditkâr ses tonuyla Cesim’i köşeye sıkıştırır birkaç tane de fiske atarlardı. Şimdi fiske atmayı bırakın kırıcı tek kelime etmiyorlardı. Cesim ayak parmaklarını ayakkabısının tabanına geçiriyordu. Son bir hamle ile üzerlerine atlamak istediği adamlar iki yana ayrılmışlardı. Saatlerdir bu fırsatı sunmuş olmalarını fark etmeden itaatkâr bir şekilde yanlarında ilerleyen Cesim şimdi deli gücüne erişerek haklarından gelmek için fırsat kolluyordu.

 Devam edecek

 

Etiketler:

11 Kasım 2022 Cuma

Mekân




Kaldırıma düşen yaprak tanesinin üzerine basan adımın taşıyıcında hüzünlü bir görüntü vardı. Ellerini ceplerine geçirmiş, başı önde, gözleri ayaklarının ucunda, dünyanın keşmekeşi arasından kimselere değmeden ilerliyordu.

İspanyol paça bir pantolon, yakası geniş desenli ceketinin içerisinde boynunun hemen altındaki kazakta yırtık vardı. Görenler giriştiği kavganın tesirinde olduğunu sanırdı. Geniş adımlarla gözden uzaklaşıyordu. Gazete okuyan iki yetişkin insanın önünden geçip giderken adamlar başlarını kaldırdı. Gazeteleri der top edip yakınlarında bulunan çöp kutusuna bıraktılar ve  izlemeye başladılar.

Takip edildiğinden habersiz hızlı adımlarından ödün vermiyordu. Tabanlarına binen yükün dizlerine verdiği acıyı da hissetmiyor olmalıydı ki koşuyormuşçasına yürüyüşü hızlanmıştı.

İki adam da dikkatleri üzerine çekmeme adına bir karşı yoldaki kaldırıma bir diğer yoldaki kaldırıma geçiyorlardı.

Ellerini ceplerinden çıkartan adam önce ellerini bir ovuşturdu sonra saçlarına götürdü. Parmaklarını tarak görevini görmesini sağladı ve geriye doğru saçlarını taradı. Üzerine çeki düzen verdi. Ayakkabısını saran tozu da arka cebinde taşıdığı mendille sildi.

Hazırdı…

Kapıyı açtı, içeri girdi.

 

İçeriye basık bir hava hakimdi. Ağır renkler kendi alanlarını aydınlatıyordu. Siyahlığın hüküm sürdüğü bu yerde sesi çok uzaklardan gelen bir bestekarın ses tınısını duyumsamaya başladı. Sessiz kalarak besteyi dinledi sonra kısık kesle eşlik etti. Yanına gelen mekân sahibesi koluna girdi.

‘’ Bugün geç kaldın, hayrola kötü bir şey olmadı değil mi? ‘’
Adam koluna giren kişiye baktı,
‘’ Hayır… Sadece yorgunum. ‘’
‘’ Biliyorsun akşama programımız var. Sende her zamanki gibi bizimlesin. ‘’
‘’ Evet, evet… Akşam olmadan kendimi toparlarım. ‘’
Kolunu düzelten adam kafasını öne eğip kaldırdı. Memnun bir çehreyle uzaklaştı.

Önce ters döndürülüp masaların üzerine konulan sandalyelerin arasından geçerek sahnenin merdivenlerine yöneldi. Hiç durmadan sahnenin arkasındaki kulise ilerledi.

İki adam dakikalar sonra içeri gireceğinde kapıyı pek fazla açmış olacaklar ki mekânın orta yerinde toz zerreleri aydınlığı karşılarcasına havada raks etmeye başladılar. Adamlardan iri yapılı olan kapıyı gürültüyle kapattı. Mekânda gürültüye karşılık verecek kimseler yoktu. Adamlar ayakkabılarının topuyla yeri dövercesine yürümeye başladı.
‘’ Yahu mekânı sırtlayıp götürsek kimsenin ruhu duymayacak. ‘’
‘’Dur bakalım.’’
- Hey! Herkes nerede?

Ses yok.

Masalara konulmuş ters sandalyelerden ikisini düzeltip oturdular. Masaya kollarını dayadıkları sırada arkadan bir adam bunlara yaklaştı.

‘’ Burada ‘’ dedi.
Sandalyeden ilk kalkan arkasındaki adama hışımla döndü.
‘’ Sende kimsin?’’
‘’ Bu mekânın sahibesiyim. ‘’
‘’ Biz birini arıyoruz? ‘’
‘’ Size nasıl yardımcı olabilirim? ‘’
‘’ Aradığımız kişiyi en son buraya girerken gördük. ‘’
‘’ Doğrudur. Şayet şöyle bir durum var ki aradığınız kişinin burada olmadığına sizi temin ederim. ‘’
‘’ Size nasıl inanacağız? ‘’ dedi.

Adam elini kaldırdı,
- buyurun takip edin – dedi.

Tereddüt etmeden adamın arkasına takıldılar. Masaların arasından sahnenin merdivenini çıktılar. Bir kapıyı açarak içeri girdiler ardından kapı kapandı.

Yirmi metrelik koridorda ilerlediler ve başka kapıya vardılar. Kapıyı açtıklarında az önce içeriye davet ettikleri ışıltı şimdi karanlığa hapsolmuş mekândan çıkarken gözlerini kamaştırmıştı. Ellerini alınlarına koydular sonra geri indirdiler.

Adam arkasındaki kişilere döndü.

‘’ İşte böyle, oradan gelip buradan çıkıp gidiyorlar. Bulunduğumuz konumun çevresi çok geniştir. Yapıların hepsi yapışık olduğundan etrafını dolaşmak yerine insanların buradan geçmelerini sağladık. Mekânda eğlence olduğunda ise kimselere müsamaha göstermiyoruz. ‘’

Adamlar, konuşan kişiyi dinlemediklerini belirten davranışlarda bulunuyorlardı. Birisi göbeğini kaşıyor, diğeri de izini kaybettikleri adamın yola iz bırakmış olacağını ümitsiz gözlerle arıyordu.. Adamlar ses etmeden uzaklaştılar.

Adam içeri girerek mekânın kapısını kapattı. Koridordan çıktıktan sonra sahnenin ortasında durarak sağa sola bakındı.

Bir adam arkada belirdi. Karanlığın içerisindeki varlığı ürkütücü görüntü sunuyordu. Adam arkasındaki gölgeliğe gözlerini değdirdiğinde kısa süreli ürperdi ve hemen kendini toparladı.

‘’ Hiç hasımların oldu mu? ‘’

Karanlıktan aydınlığa bir adımla ulaşan kişi,
‘’ Hayır, hiç olmadı belki de olmuştur da benim haberim yoktur. ‘’
‘’ Bu aralar peki, hiç kimselerle ahbaplık ettin mi? ‘’
‘’ Sorguya mı çekiliyorum! ‘’
‘’ Hayır tabii ki. Meraktan. ‘’
‘’ Öyleyse hayır. Siz ve sahnenin arkasındaki insanlar haricinde ahbaplık ettiğim yok. ‘’
‘’ Peki hiç görmediğin veya tanımadığın birileri buraya gelip seni sormuş olsalar ne hissedersin? ‘’
‘’ Gülüp geçerim. Ben hiçbir insanın adresi değilim, hiçbir insan benden bir şey elde edemez. ‘’
‘’Geldiler ve seni sordular desem? ‘’

Ellerini ceplerinde çıkardı, kollarını şöyle bir savuşturdu.
‘’ Neyden ve kimlerden bahsediyorsun? ‘’

Arkadaki kapı gürültüyle çalmaya başladı.
‘’ Şu karanlığın içerisine gir ve ses çıkarma ‘’ dedi. Adam itiraz etmeyerek denileni yaptı. Karanlığın içine girdiğinde az önceki konuşma aklında yankılandı. – geldiler ve seni sordular? –

Sahnenin arkasındaki kapıyı açarak kapıyı arkasında açık bıraktı. Karanlığın içindeki koridorda ilerleyen kişiyi izledi. Bu sırada ses her vurmada yükseliyordu. O sırada adamlardan biri kapıya hızla vuracağı sırada kapı açılınca eli havada kaldı.

‘’ Ne oluyor yahu? Bu nasıl gürültüdür. Bu sizin yaptığınız destursuz bir geliş değil midir? ‘’
‘’ Af ola. Hiddete kapıldık. Aradığımız kişiyi bulamadık da ‘’ dedikten sonra ‘’ bizi içeri davet etmeyecek misiniz? ‘’
Diğer kişi söze girdi.

‘’ Mekânda eğlence vardı, eğlence. Biz etrafı dolaşalım. ‘’
Mekân sahibi terslik olacağına varmıştı.
‘’ Hayır tabii ki, buyurun girin ‘’ dedi.

İçeri girdiler, koridordan geçtiler. Sahnenin üzerinde durdular.

Arkadan gelen kişi,
‘’ Hep böyle sahnede olmayı istemişimdir ‘’ dedi.
Diğer adam mekân sahibine dönerek,
‘’ Yaparsınız değil mi? ‘’
‘’ Neyi? ‘’
‘’ Bizi, bizi eğlencenize davet etmeyi? ‘’
Mekân sahibi kıvrak bir zekayla atıldı.
‘’ Bu aralar düzenlemeler içerisindeyiz. Henüz bir eğlence vermeyi düşünmüyoruz. Son yaptığımız eğlenceden sonra ortalık savaş alanına döndü. Yeni yeni toparlanıyoruz ‘’ dedi ve devam etti. ‘’ İnsanların olayı unutması için biraz zaman geçmesi gerekir. Şimdi hiç güvenli bir mekân konumunda değiliz. ‘’
Sahne hayaliyle yanıp tutuşan adam,
‘’ Doğrudur. Bu arada sahneye çıkan kişi buradan güzel bir alanı seyrediyor. İnsanlarla iç içe olmanın en güzel yanı da budur, sahneden herkesi görebiliyor olmak. ‘’
Diğer adam, mekân sahibine dönerek;
‘’ Size de rahatsızlık verdik. Bu bizim kartımız. Eğlenceye başlayacağınız gün, çağırmanızı minnetle bekliyoruz ‘’ dediler ve uzaklaştılar. Mekân sahibi sahneden inip kapıya yürüyenlerin kapı açıp sonradan çıkıp kapıyı kapattıklarını gördükten sonra yüzünü karanlığa çevirdi. Karanlıktaki varlık bir adım atarak öne çıktı.

‘’ Beni soran bunlar mıydı? ‘’
Mekân sahibesi ses etmedi.
Karanlığın ağzına duran adam,
‘’ Bunları tanımıyorum, hayatım boyunca hiç görmedim. İlk kez tanık oluyorum. Benden ne istiyor olabilirler ki? Ne zamandır takip ediyorlar? ‘’
Sahneyi ortalayarak az önce sahnede olmanın hayalini kuran adamın yerinde durdu.
‘’ Buradaki ayak izlerini ayak izlerimle ezmeliyim. Hak etmiyorlar. Benim hayalimin alanına düş fidanı ekemezler ‘’ dedi.

Mekân sahibi, - bu insanları tanımıyorsan, bunlar seni nasıl biliyorlar? –

‘’ Sorunda o ya, bilmediğim bu insanlar için ben neyim ki, kimim ki? ‘’

Mekân sahibesi ‘’ bugün eğlenceyi ertelesek mi? ‘’
‘’ Hayır, hayır! ‘’ dedi.
‘’ Akşama geri gelebilirler. ‘’
‘’ Gelsinler, insan içinde ne yapabilirler ki? ‘’
‘’ Hiç belli olmaz, pek tekin insanlara benzemiyorlar. ‘’
‘’ Akşam olduğunda ne olacağını görürüz. Sizden ricam eğlenceyi yapmanız. İçime çöken bu merakı ve korkuyu ancak sahneye çıkarak yenebilirim. Yardımcı olun. ‘’
Mekân sahibesi başını önüne eğdi, elini soğuk ensesine götürdü. Sonra başını ağır ağır kaldırdı.

‘’ Peki, nasıl istersen. ‘’

Sahibe sahnenin arkasındaki odalara giden kapının önündeki perdeyi açtı, kapıyı el kuvvetiyle itekledi ve perde arkasından kapandı.

Sahnede yalnız kalan adam ellerini ceplerine koyarak ön giriş kapısına doğru yürüdü.
Mekân sahibesi de kapıya doğru ilerleyen adamı biraz hüsran daha çok merakla izledi. Adam kapıyı açtı. Karanlığa hapsolmuş mekân dış dünyanın aydınlığıyla kısa süreliğine ışıldanıp söndü.

 - devam edecek

                                                                          ____________________________________________




Etiketler: