30 Temmuz 2022 Cumartesi

Kişisel zenginlik

 Konuya değinmeden önce insanların içlerini ateşleyen o motivasyonları unutmanızı rica ediyorum. Size motivasyon değil, ayakta durmak için gerekli dirençleri sunmaya çalışacağım. Umarım etkili ve faydalı olabilirim.

İnsanın yaşam için anlam arayışına girmesi kişiye inanılmaz özgürlükler tanıyacaktır. Tersi durumda hareket edenler, olduğu gibi yaşayanlar hayatın sunacağı zorlayıcı sınavlardan geçemeyeceklerdir. Mücadeleye çekilmeyen bir hayat, saygınlığı hak etmeyecektir.

Saygınlık yere sağlam basmamızda, kendimizi beslememizde ve en önemlisi kendimizde kalmayı başarmamızda saklıdır. İnsan olmanın, mutlu olmanın, neşeli olmanın ve buna benzer bütün oluşlar kaçışlardan ortaya çıkar. Kalmak önemlidir. Kaldığınız yerde kendinizi bilmeli, tanımalı ve büyütmelidir.

Olmak istediğiniz her şey mücadelesiz bir arzudur. Mesela insan olmaktan bahsedebiliriz. Kişi kendinde kalmayı bilmezse yani kendini tanıyamazsa hududunu aşarak başkalarının alanlarına giriş yapar ve burada da hazin sonuçlar doğuran hadiselere tanık olarak hayatında kırılmalar meydana gelir. Bu kırılmalar, gelişim veya erdem olarak hayatında yer almaz, zira bilirsiniz ki artık kendinde değildir. Her yaşadığı, insanlığından kopan parçalara yama misali örtmektir. Sınırı bilenler, sınır tanımaz arzulara teslim olmaz. Kendi dışında kalan birey veya bireyler geriye dönmek istediklerinde o eski sınırları artık kalın duvarlarla çevrilidir. Artık oraya girmek imkansızdır. Öz benlik burada kaybolmaya başlar ve istekler, arzular peşi sıra eksiklikleri giderme adına bireyi ablukaya alır. Her gittiği sınır ya da kişiler onu yıpratacaktır. Çünkü dayanağı olan kendi varlığı yani alanı yoktur. Savunma yapacak konumda değildir bu da hazin yenilgiler almasına sebep olacaktır. Velhasıl kendinde kalamayan insan, başkalarında umut ettiği eksikliğini onlarla doldurmaya çalışır fakat burada eksilen kendisi olur. Yamalar, başkalarının izleridir. Özü ise kendinde değildir. Ruhsal olarak kendimizde kalmalı, beden olarak her yerde bulunmalıyız. Ruh sağ oldukça beden mutlu kalır.

Yaşam bizlere devamlı fırsatlar sunar ve sunmaya da devam edecektir. Bizler milyonlarca yılın yaşamında esintiye karışmış toz parçasının zerrelerinde bulunan atomlar olabiliriz. Bizler büyük veya devasa güçlere sahip atomlar değiliz. Bizler zamansal olgunun içinde görev niteliği taşıyan hayatlara sahibiz. Düşünce bakımından inanılmaz sisteme sahip beyinle dünyayı kötülüğe nasıl buluyoruz? Asıl sorun burada. Bizler düşündüğümüz için şah eser bir canlı değiliz. Bizler kayaya çarpan dalgalardan, sahildeki kumlardan, yeni doğan bir serçenin kanatsız derisinden farksızız. İnsanız diye doğanın hakimi değil, doğanın katilleriyiz.

Genlerimizde katilliğin kodları bulunuyor ve bundan kaçışın olmadığını da biliyoruz. Yapılması gereken iradesiz görünen bu kısmımızın üzerine incitmeden dokumalar yapmalıyız. Yama misali değil, öz misali, can misali, yara misali. Başkalarının minnet duygularına bulanmamış bir iz... Bunu yapabilirsek, özümüzü kurtarabilir ve zenginliğimiz doyasıya yaşarız. 

Ruhsal dinginlik, sağlıklı bir bedenin inşasıdır. Sağlıklı beden de külçe külçe arzular, gayeler ve hedefler sunar. 


Sağlıcakla kalın



Etiketler: , ,

3 Temmuz 2022 Pazar

Gündüz güneş, gece yas oldu.



Ortaokul zamanlarında çakır gibi çocukluk geçiriyorduk. Horozlanmada üzerimize yoktu, tut deseler köpekten önce koşardık. Dünyamızda güzel ve etkili olan davranışlar, dışarıdan bakanlar için çılgınlık ve olabildiğine gereksiz görünebilirdi. Haklı olabilirlerdi. Fakat hayatı biz yaşıyorduk.

Cuma günü sabahçıydık. Okuldan kaçmak için arkadaşlarla bir araya geldik ve 5 kişi kaçmaya karar verdik. Yola koyulduk. Şimdilerde düzinelerce saçma sapan binaların olduğu o yollar yeşilliklerden geçilmiyordu. Yılanlarla, sincaplarla ve tilkilerle karşılaştığımız olmuştu.

Sırtımızdaki çantaları sık çalılıkların arasında sakladık. Güldük, eğlendik, hopladık. Çimlerde boğuştuk. Beyaz önlüklerle, gri pantolonlar yeşile bulandı. Yola devam ettik.

Arkamızdan gelen arabalara el kaldırıyorduk. Hiçbir araba durmuyordu ki bir araç durdu.

Camdan başını uzattı,
‘’ Gençler okulu mu astınız? ‘’
‘’ evet ağabey ‘’
‘’ nereye böyle ‘’
‘’ yol nereye götürürse oraya gidiyoruz ağabey ‘’
‘’ 2 kişi öne, 3 kişi arkaya binin hadi ‘’ dedi.

Aracın arkasına yaklaştıkça sıcak ekmek kokuyordu. Aracın arkasına bindik. Yol boyunca ekmeklerden inanılmaz kokular yükseliyordu. Dayanma gücümüz azalıyordu. 

Arkadaşım
‘’ Hadi bir tane yiyelim. ‘’
‘’ Lan yok ayıp olur, yemeyelim. ''
‘’ Parasını veririz oğlum, ne olacak. ‘’

Öyle söyleyince ekmeklere gömüldük. Bir ekmeği 3’e böldük. Yedik, doymadık. Bir ekmek daha böldük. Midemize oturdu. İçecek su yoktu. Hepsi çantalarda kalmıştı. Neyse adam bizi bir yerde indirdi. Adama 2 ekmek yediğimizi söyledikten sonra parasını uzatırken,
‘’ afiyetler olsun gençler, helali hoş olsun ‘’ dedi.
Yapma, etme dememize aldırış etmedi. Gideceğimiz sırada, ‘’ Durun ‘’ dedi.

Torpidodan siyah poşet çıkardı, bize uzattı.

‘’ Yiyebileceğiniz kadar ekmek alın bakalım, arkanızda ekmek bırakmayın yeter ‘’ dedi.
Tabi almadık. Adam indi, 4 tane koydu.

‘’ sizler yediniz ‘’ diyerek bize gülümsedi.

Yollarımız ayrıldı.

Etrafımıza şöyle bir baktık, nereye geldik diye. İlerideki bakkala doğru yürüdük. Adam buranın ‘’ Üseli ‘’ olduğunu söyledi. Sonra 1 paket üçgen peynir aldık, bir köşeye geçtik. Ekmeklere üçgen peynir sürdük, içeceklerimizi doldurduk. Hem yiyip hem içiyorduk. Ne yapacağız diye münakaşaya tutulduk. Bir arkadaş sıkılmış olacak ki ayağa kalktı, yolun ucuna gitti.

‘’ Aşağıda dere var ha girmeyelim mi? ‘’

Hepimiz ayaklandık, dereye baktık. Ekmekleri hızla yedik. Aşağıya indik.

Dereye girmeden önce  taşların üzerine eşyalarımızı bıraktık. Eşyaları koyduğumuz yerden uzaktaydık. Bir grup çocuk taşın üzerindeki eşyaları kaptığı gibi koşmaya başladılar. Kaçarlarken düşürdüklerinin arasında benimle diğer arkadaşın eşyaları vardı. Bunların arkasından yardırdık. Yakalayamadık. Taşlara oturduk. Ne yapacağız, edeceğiz diye düşünürken büyük biri geldi. Durumumuzu anlattık.

‘’ Düşüm arkama gençler, hasta olacaksınız. ‘’
Adamın arkasına düştük. Dereden yola çıktık. Yakındaki kahvehaneye girdi. Bize dışarıda beklemeyin diye uyardı, içeri çağırdı. Çay ikram etti.

‘’ Yusuf ağabey, veletler bu gençlerin eşyalarını almışlar ‘’
‘’ Essah mı? Dur bekle dedi. Telefona yöneldi. Bir yeri aradı, olaydan bahsetti.

Derede karşılaştığımız adam, ‘’ Rahat olun eşyalarınızı bulacağız ‘’ dedi.
Neyse bir saat geçti geçmedi deredeki çocuklar kahvehanenin önünde göründü. Ayaklandık, bir iki arkadaş üzerlerine koştu. Adamlar ayırdı. Çocuklar eşyaları masanın üzerine bıraktı.

Derken ne oldu dersiniz?

Kahvehanenin önünde bir ara durdu. Adamlar,
‘’ gençler, kusura bakmayın olur mu? Bunlar da bizim gençlerimiz, haylazlar. Dargınlık olmasın, barışın ‘’ dedi.

Üzerlerini giyen arkadaşlar eşyalarının tam olduğunun görüntüsü karşısında sevindiler. Çocuklara yaklaştılar. Biz de arkalarından yaklaştık.

Kapıda ekmek arabasına bindiğimiz adam belirdi.

‘’ O gençler, siz ne yaparsınız burada ‘’ dedi.

Adamlar, bunları nereden tanıyorsun minvalinde bakış attılar.

Bu gençleri yolda aldım, buraya getirdim.

‘’ Hayrola, ne oldu? ‘’
‘’ Tartışmışlar. ‘’
‘’ Yine eşya mı çaldılar? ‘’
Kimse bir şey demedi.

Adam sonrasında arabasına bizi aldı. Ekmek arabası değildi, normal arabaydı. Çalıların orada durduk, çantaları aldık. Adam nasıl gülüyordu, görmeliydiniz.

‘’ Şerefsizler, fırlamalar ‘’ diyordu. Sonra sağ olsun bizi çıkış saatine kadar Mersin’de yedirdi, içirdi, gezdirdi.

Hafta sonu tatili bittikten sonra, Çarşamba günü tekrar kaçmak için kararlaştırdık...

Yola koyulduk. Ne gelen, ne giden vardı. Adamı bekledik. Gelmedi.

O dere tarafına yürüdük. Bakkala girdik, bir şey almadan çıktık.

Dere yolunu takip ederek kahvehaneyi bulduk. Kahveci bizi kırılgan gülümsemeyle karşıladı.

‘’ Mehmet Emin ağabey ne zaman gelir ağabey? ‘’ dedik.
Adam bulunduğu yeri hızla değiştirdi.
‘’ Ağabey, Mehmet Emin ağabey? ‘’
Adam, şu yolu görüyorsunuz değil mi? Oradan yukarıya doğru 10 dakika yürüyün, Mehmet Emin orada ‘’ dedi.
Kalktık, yoldan çıkmaya başladık.

Giderken, 
'' Mehmet ağabey bizi görünce sevinir mi lan? ''
'' Adamı inşallah sıkıyor olmayız '' 
'' Sıkılsa bizi gezdirir, yedirir mi? '' 

Neşeli adımlarla yokuş yukarı çıkıyorduk. Ne hikmetse yaklaştıkça insanlar fazlalaşıyordu.

Mesafe azaldıkça günün aydınlığı karanlığa dönüyordu.

Yapmayın be. Olmamalı…
Çadırın içinde insanlar vardı. Çadıra sığmayanlar dışarıdaydı. Meydan kalabalıktı. Köşede iki üç tane sandalye bulup oturduk. Kadının biri yanımıza geldi. Kimler olduğumuzu sordu. Durumu anlattık, kadın dizlerimizin önüne çöktü dizlerimizi tutarak ağlamaya başladı. Çok kötü bir şeydi. Ağzımızı açamadık. Yanımıza başka insanlar geldi, kadını kaldırdı. Kadının gözleri kan çanağı olmuştu. Baktığımız her insanda biraz Mehmet Emin ağabey vardı. Arkadaşın biri ayaklandı.

‘’ Aha, bu Mehmet Emin ağabey değil mi? ‘’ dedi. Cevap beklemeden,
‘’ Mehmet Emin Ağabey ‘’ diye seslendi.
Adam yanımıza geldi.
‘’ Kardeşlerim, ağabeyime benzetirler beni üzgünüm ama değilim ‘’ dedi. Arkasını döndü gitti.

Bu olaydan sonra sevdiğim, değer verdiğim insanlara olan yaklaşımım değişmişti. Gülüşüne ve ağabeyliğine hayran olduğumuz insanı o bizi gezdirdiği günün akşamda kaybetmişiz. Olayın üzerinden 5 gün geçmiş. 5 gün! O gün arkadaşlarla, ‘’ lan ne güzel adam ‘’ , ‘’ benim ağabeyim olsa ‘’ gibi söylemlerde bulunmuş ardından okuldan kaçarak onu bulmaya koyulmuştuk. Saatler geçirdiğimiz insanın sıcaklığı, samimiyeti, insanlığı iliklerimize işlenmesi normal miydi? Bizi yıkan şey, sevdiklerini ne hale getirirdi, üzücü ve kahredici bir şeydi... 

Ne olacağını bilmediğimiz hayatta keskin dile, umursamaz tavra, üstünlük budalalığına gerek olmadığını düşünüyorum.

Sağlıcakla kalın.

Etiketler: