23 Eylül 2024 Pazartesi

Gün geçmiyor ki

Gün bitmiyor ki rezilliğin timsali olan olaylar eksik olmasın gündemden. Yaşanan rezillikleri ve insanı hayattan soğutan olayları bir sonuca ulaştırmaya çalışmaya fırsatımız olmadan başka sorunların meydana çıkmasını kayıtsızca karşılıyoruz. Haliyle, dışarıdan coğrafyamızı ziyarete gelenler insanların güler yüzlü olduklarını,  sıcak ve merhamet besleyici yanlarımızdan söz ederler; amenna insanlık yönünden en vicdanlı toplum olduğumuz bir gerçektir. Fakat içinde bulunduğumuz ve insani yönden değerli gördüğümüz kültürlerimizi, neşemizi, huzurumuzu gün be gün kaybettiğimizden habersizdirler... Eskiden büyük bir resim olan değerlerimiz şimdi taş atılarak çatlamış vaziyettedir. Kırık cam teorisine benzer durumdayız. Dışarıdan kırılmış ve parçalanmış yanlarımıza, yine dışarıda beslenip büyütülen ve Türkiye'nin iç meselelerinde aktör olanlar kırılmış yanlarımıza taş atmaktadırlar. Bir kesimde ellerine taş sıkıştırmaktadırlar.

Gün geçmiyor ki Rabbimin gücüne gitmemesi temennisiyle, aptallığın ve geri kalmışlığın sergileyeceği tutumları yansıtan kesimler tuhaf insanların ortaya çıkmasına, tanınmasına vesile oluyorlar. Aklı selim ve engin düşünen birilerinin ortaya çıktığını en son ne zaman gördük? Nedeni bellidir; toplumu insan olarak ele aldığımızda, kendisine benzeyen kişileri medya önüne çıkartarak sunulmasını sağlarlar. Haliyle bu sunumlar o kişinin her alanda '' değerli '' görülmesine vesile kılınıyor.

Bizim değerimiz ise hiçbir zaman olamayacaklar. Değerlerimiz sıcak ve herkese atfedilmeyecek kadar kıymetlidir. Bir kişi ne kadar çok değerinden ikramlar sunarsa ileri dönemlerde değersizliğe dönmesi içten değildir. 

İşte sözünü ettiğim şey tam da budur; değersiz...

İnsanlar değerlerinden ödün verdikçe, dağıtıkça veya ikram ettikçe kendilerini boşluğa teslim ettiklerini bilmiyorlar. Bilmedikleri o kadar belli ki halen vasıfsız yeni insanları sahneye çıkartıyorlar. Birisi küfür ettiği için, birileri racon kestiği için, birileri dayak yediği için, birileri rezil davranışı için değer görürler. İçeriden çıkan evli çift yazdıklarıma iyi bir örnektir. 

Toplumumuz kısa yoldan zengin olmayı büyük meziyet saydığından ötürü, herkes olmasa da çoğunluk '' meziyet '' sayılan ( bizler içinde içler acısı) davranışlara müracaat ederek öne çıkarlar. Bu da toplumun profilini oluşturmaktadır. 

Şöyle bir durup kendilerine zaman ayırmıyorlar. Hemen olsun, şimdi olsun, yarına kalmasın denilerek tüm arzular, değerler insanların gereksiz hırsları ve açgözlülüğü yüzünden yitiriliyor. Bizler değerlerimizi, neşe sunanlarımızı yetiştirmeye çalıştıkça bunlar diğer taraftan zehirliyorlar. 

Toplum olarak ayrışmış haldeyiz. Bu da toparlanmamızı, bir çatı altında kalmamızı engelliyor.

Bakın birçok sabıkalı, suç unsurlarına yatkın kişiler hapishanelerden çıkartılıyor. Nereden bu konuya vardığımı soracak olursanız; yaşananlara bakabilirsiniz. Gündem o kadar yoğun ki perdenin arkasına nelerin olduğunu bir düşünün derim... Fazla değil 5 dakika içerisinde Türkiye'nin içinde bulunduğu duruma vakıf birisi olabilirsiniz. Hiç dinmiyor... Fazla değil bir gün gündem olacak haberlerle karşılaşmayalım. Her şeyden elinizi eteğinizi çekmiş olsanız da sokaklar ülkemizi anlatacaktır. Sokaklarda vakalara tanık olmadığınızı varsayalım. Şehirler içi otobüslere bindiğinizde insanlarımızın ruh hallerini anlayabilirsiniz. Kimsenin başı dik değil, kimse ileriye bakmıyor. Çoğunluğun başı önünde, gözleri hüzünlü, çehreleri yorgun... 

Bu aralar otobüse biniyorum ve ne görüyorum dersiniz? 

Hüzünlü yüzler,
İsteksiz yürüyüşler,
Neşesiz gözler,
Bitap bırakılmış eller,
Sırt dönülmüş kalpler...

Herkes, '' ben insanım '' adı altında basitliğe gönül vermiş durumdalar. Kısa süreli bu yaşam alanına girenler, yalanın ve de riyakarlığın etraflarında bulunduklarını görmüyorlar; görseler de tanımlayamıyorlar... Günlük yalandan neşelerin, huzurların bağımlısı olanlar, gelecek için ne vaat edebilirler? 

Bizim gençlerimiz, diğer toplumların gençlerinden olaylara ve de dünyaya daha hakimlerdir. Dünyada genç neslin en fazla olduğu coğrafyaya sahibiz... Bunu bildiklerinden, gençlerin ilerleyişlerini durdurmak için tüm tuşlara basıyorlar. Sosyal medyayı '' kazanç '' olarak sunuyorlar. Kısa yoldan zengin olmaya yatkın olan insanlık, kolaya yöneliyor... Gençleri yanlarına çekiyorlar. Bir bütün halinde sorunları çözmemiz gerekiyor ve bunun için tek eksik gençlerdir... 

Coğrafyamızda gün geçmiyor ki bir genç katledilmesin... Fikirlerin değiştirilmesi için hipnoz etkisini aktif eden kapitalizm gençleri arkalarına takmış durumdadır. Bağımlılığa sahip olmayanlarda azınlık içerisinde değerlerimizi, kültürlerimizi yaşamaya ve de taşımaya çalışıyorlar..

Bizler gençleri yalnız bıraktık... Gençleri elimizden aldılar... Gençler ailelerine ''düşman '' gözüyle bakmalarının sebeplerinden en önemlisi; kendilerini değersiz görmeleridir. Sonuç olarak içinde bulundukları alanın yaydığı '' değersizlik '' hissini, kendilerine dayatan sisteme yansıtamayacaklarından dolayı nişanı ailelerine çeviriyorlar. 

Bir yıkım ortasındayız. Gençleri bir heykel olarak düşünürsek, zemin tarafı bizden de üst kısımlar bizlere yabancı, onları tanıyamıyoruz... Bizim gençlerimiz üst kısımlarda bağırıp çağırıp yardım istiyorlar. Yardım nereden geliyor? Bizden olmadığı kesin...

Gelip oradan alıp götürüyorlar.... 

Ben bu yazıyı yazarken kaç genci kandırıp kendi taraflarına çektiler, bilinmez... 
Sizlerin okuduğu zamana kadar ve de okuduğunuzda kaç tanesi götürülecek?

Sağlıcakla... 


Etiketler: , , , ,

20 Ocak 2024 Cumartesi

Yola koyulun

Anlatmak istediklerimizin fazlalaştığının farkındayım. Herkes sessizliğe dönüp, kendilerine sesleniyor. Kimileri duyuyor, kimileri hala sağır. Kimileri de seslerinin yankılarına aldırış etmeden başkalarının seslerine aldanarak yollarını kaybediyorlar. 

Güçlü görünmeye çalıştıkça zayıflıklar ortaya çıkarak danslar ediyor, mırıldanarak bir şeyler söylüyorlar. Duyuyoruz ama anlayamıyoruz. O şeylerin ne olduğunun önemi yok, sonuçta herkes birbirinin sağırı olmuş vaziyette.

Büyük harflerimiz dağları kıskandıracak boyutlara ulaşmasına rağmen dilimizin ucuna gelmiyor. Kıyılarımızı, sınır uçlarımızı hezeyana uğruyor umutlarımız tarafından. 

Koşarak yakalamak imkansız. Yanında durmak ezilmeye sebep. Sarılmak, kollarımıza işkence. Nedir bizle büyüyen bu sessizliğin dağları aşıp ilerlemesine sebep olanlar? 

Kendimizi dinlemediğimiz için midir? Anlamadığımız ve görmek istemediğimiz için midir, bunca büyüklüğe sahip sessizliği izlememiz? 

ne anlatmak istedi de bizler sağır kaldık, kim bilir? Ya da belki de anlam verdiklerimizin değersiz olmalarına aldırış etmeden içimizde büyütmemiz olabilir mi? 

gölgesine sığamadığımız varlığımızın beslediği ve büyüttüğü bu devasa duygu karmaşası, bize nasıl bir geri dönüşle gelecektir? Büyük adımlarla kat ettiği mesafeleri, umarım koşar adımla aşmaya kalkmaz. Şayet kaldıramayız, o ağırlığın yere verdiği kuvveti göğsümüz taşıyamaz ve kırılmaya sebebiyet verebilir. 

Sabah uyanıyoruz, huzursuz. Gece yatıyoruz, neşesiz. Günün aydınlığına sırt verip insanların arasına karışıyoruz. Güneşten kaçarak geceye sığınıyoruz. Yüzlerimize sarılan derbederi geceye davetiye çıkartarak derin bir bedelle ödemeye çalışıyoruz. Yüzümüzden düşürmeye çalıştıkça başka emsaller boy gösteriyor. Kendimizi deştikçe derinlerimizde bize ait olduğuna inandığımız ancak bizimle alakası olmayan çıkarımlara tanık oluyoruz. Biz kimiz? 

Üzerimize serilen bu gölgesin esamisi nedir, kimdir  ve nedir böylesine büyük olmasına neden olanlar? 


Kimselere söyleyemediklerimiz mi? Öyleyse, bizler ezilmişizdir. Şayet bize, bizden başka her düşüncenin üstün gelmesine kayıtsız kalmışız. Yıkın duvarlarınızı, duygularınızı, tabularınızı. Yıkın varlığınıza '' güç '' veren eylemleri...

Henüz dönüp kendimizi anlamaya fırsatımız olmadan, anlamsız şeylere anlam bulma çabasına girişmemiz bizleri, bizlerin dışındaki güçlerin karşısında yıkıma uğratmış da farkında değiliz...

Kalan son kalelerinizi yıkın. Olgularınızı yakın, gözlerinizin önüne serdiği güzelliklerin üstünü örtün; kanmayın. Hepsi bir aldatmacadan ibaret!

Bu devasa gölgeye sahip olan hissiyatın gidişine tanık olmak nasıl bir yükmüş, düşündünüz mü?

Bize ait olmayan her düşüncenin, anlayışın besleyicisi olmak nasılmış söyler misiniz? 

İçimizi tüketen, yaralarımızı kanatan, duygularımızı sömüren bu gölge bizlerde iyiye dair nelere hizmet ettiğinden bahsedecek birisi var mıdır? 

Dönün ardınızı ve altında kaldığınız gölgenin üzerinizden kalkmasına izin verin. Yola koyulun. Sizden giden bu devasa gölge eksikliğiniz değildir, fazlalığınızdır. 

Her yere geç kalmanız, her duygunun ağırlığı altında kalmanız, kendinizi ifade edemeyişinizin yüküne maruz kaldığınızdan ötürü, önünüzü göremediniz...

Şimdi bu hafifliğin verdiği sevinç kırıntılarıyla yola koyulun.... 

Etiketler: ,

21 Aralık 2023 Perşembe

Toplum yapılandırılması





   Yaşamın çetrefilli olduğu konusunda ayrıma düşmeyeceğimiz kesindir. Konumuzun dışında kalan '' ağzında gümüş kaşıkla '' doğanlar kısmını dile getirmemeyi düşünüyorum.

   Bütün kalabilmenin zorlayıcı yanlarından birisi de '' öze '' iltica edilmesidir. Toplumun her bir ferdi yapısı gereği olayları '' hep '' aynı pencereden bakamayacağından dolayı , zorlayıcı tarafı hepimiz için farklı anlamlar içerir. Temel düzeyi sarsıcı olan '' bilinç '' sahibi kişilerin çoğunluğu toplum yapısında büyük değişimlerin olmasına nedendir. Bilincin ötesinde söylenenlere kadiri mutlak gerçeklik gibi kabul görülürse ve korunmaya çalışılırsa yıkıcı yanlarıyla karşılaşmamız olağandır.

   Önceliğimiz '' tek '' kişi olarak anlam kazanmaya çalışmak olmalıdır. Neticede anlamsız bir zihin(bilinç) yok edici sanrılara gebedir. Kişilerin önceliği kendilerinde kalabalık olabilmeyi hedef haline getirmeleridir. Geri kalındığında ve hedefe ulaşmanın zorlayıcı haline tanık kalındığında iç öfke '' huzur '' topraklarına saldırı gerçekleştirecektir. Burada hedonist anlayış bir fiil kabul görülmeye başlanacaktır. 

   Kişinin nihai hedeflerinin başında '' toplum nezdinde '' değerli bir konum yatmalıdır. Yalnızlık yaşam için gerekli ilaç olduğu kadar toplum içine karışmakta değerli bir alanda büyümeyi sağlar.

   Yapısında sarsıcı hadiseler olan bir toplum, aralarına yeni katılan bireylere '' bütünlüğü '' göstermekte zorlandığından, yeni kişiler '' toplum '' algısına küsmekle beraber anlamsız görmeye başlayacaklardır.

   Kötü bilincin yoluna yaren olan toplumlar çok geçmeden bulundukları alanları istila etmeye başlayacak, birbirlerini tanımakta zorlanacaklardır. Derinliğin insana kattığı '' düşünce '' algısını, toplumlar bütünsellik adı altında ezmeye sonra da yok etmeye başlarlar. 

   Yapılandırılmaya müsait olmayan toplumlar, iç karışıklığı '' olması '' gereken bir davranış modeli olarak kabul ederler. Toplum '' kötünün '' alanından çıkmadığı sürece '' iyi ''  bilinen ne varsa - zararlı - olarak kabul görecektir. 

   Toplumlar yapılarının anatomisine erişilmediği dönemlerde ruha huzursuzluk veren her anlayış biçimini ilke bilirler.

   Kişi önce kendi kalabalığını '' toplum '' yani '' bütüncül '' halde tutması gerekir. Erişebilenlerin oluşturduğu iç toplumlar, kendilerini iç huzura ve iç sevince uğratırlar. Bu da geneli yani gerçek topluluğu yıkılmaz bir güç haline getirecektir. 

   Alttan üste her neslin yaşamda belirli görevleri vardır. Bir başkasının müdahalesiyle üstesinden gelinen görevler, görev sahibi kişinin anatomisinde '' iyiye '' işaretler oluşturmaz. Kendi başlarına görevlerin üstesinden gelenlerin ardında kalırlar.

   O sebeple toplumların alacağı yollar kişilerin üstesinden geldikleri görevlerle mümkündür. Toplum yapılanmaları her bireyin kendi görev süreçlerinde bulundukları ölçüde gerçekleşir. Başkalarının yardımlarıyla aşılan, yapılan görevler toplum yapısında sahte bir yapı oluşumuna sebebiyet verecektir.


Etiketler:

24 Ekim 2023 Salı

küçük mutlulukların bağımlısı, insanlar. #1




                                                  Fotoğrafın alındığı profil

                

# diğer ben ile konuşmam  :)


Bana iyi geleceğine inandığım ne varsa gözlerimin önünden kaldırıp bir köşeye fırlattım. Ziyadesiyle her şeyin açlığını çekmeyi kendime ödül olarak görüyorum. Şahsen isteklerimin gerçekleşmesi bir noktada beni mutlu ve kıvançlı kılsa da neticede kendime evirilmek adına zorlayıcı ve bunaltıcı meselelerin üstesine gitmem gerektiğini biliyorum. 

Nedir bu iyi gelecek şeyler?
insanı duygusal tarafıyla sevindiren,
insani yönden gururlandıran yegane küçük sevinç(mutluluk) öbekleri diyebilirim.

Ancak bunların müthiş bağımlılık özelliği vardır. İnsanın bir kereye mahsus tadına bakması, hayaller kurması akabinde yerlere hızla çarpmalarına sebebiyet verecektir. Fakat bu küçük mutlulukların bağımlılığına bulaşmış kişiler yere çakılmalarına aldırış etmeden tekrar zehri solumaya ve düşüncelerinde yükselmeye başlarlar. 

Aslında küçük mutluluklar insana doyurucu haz sunarken bunun  ötesine ulaşılmaya çalışılması, insanın doğal gerçekliğinden kopmasına neden olacaktır. Mutluluğu bağımlı hale getirmiş kişi ya da kişiler toplum nezdinde saf kişilerdir ve bunların topluma kazandırılması oldukça güçtür.

Ben de bana iyi geleceğine inandığım tüm mutlulukları bir köşeye bırakmaya karar verdim. Hayatın bana sevinç vermesinden ziyade zorlayıcı taraflarıyla karşılaşmamı sağlaması, benim için inanılmaz tecrübelere sebebiyet vereceğinden has sevgiyi ve mutluluğu o an yaşamayı yeğlerim.

Herkesin sahip olmak istediği mutluluklara yönelmem kendimi kandırmama vesile değil midir? Her bir kişinin isteğine baktığınızda çoğunluğu, yine  çoğunluk tarafından kabul görmüş sevinçlere layık olma istekleriyle örtüşüyor. Bu seçimler zorluk derecelerine girmekten kaçınan kişilerin seçtikleri yoldur.

Ben zamanında bu yolu çok arşınladım ve neticede elimde veya zihnimde kalıcı düşündürücü veya benimseyici hiçbir eyleme tanık olmadım. Zamanın fütursuzca geçmesini kayıtsız gözlerle izledim durdum. Kayıplarımın çokluğuna ne zaman vardım derseniz, bir gece uyumadan önce düşler kurmaya çalıştım. Ne hikmetse o gün zor ve beni yıpratan o meselelerin üzerinden geçerek kendime bir anı veya düş sahneleri hazırlamak istedim. Yola çıktığımda gördüm ki beni zorlayan hiçbir anı veya eylem görünürde yoktu. Yüzeyi tabiri caizse pembe bulutlar sarmıştı. Her bulut parçası mutluluk naraları yükseltiyordu. Bu değildi benim özüm, olamazdı.

Küçük mutlulukları kendime bağımlı hale getirdiğimi anladığım o gün, yaşamın zorlayıcı taraflarına kendimi çektim. Tabii bu kolay olmadı. Öncesinde insanların yaşadıklarına tanık oldum ve oradan yola koyularak kendimi empati dünyasına davet ettim. Kişilerin sorunlarını kalıplaştırıp kendi önüme koyduğumda, bu sert yapıyı parçalarına ayırmam için kolları sıvadım. 

Şu bir gerçek ki her insanın hayatı ve sorunu diğerleriyle benzerlik gösterebilir ancak mücadeleler farklıdır. O vakit insanların hiçbir sorununu hafife almamakta fayda görüyorum...

Hafife alınmış sorunlar önce kişilerde onarılmaz hasarlara sebebiyet verir. Çünkü kendileri mücadeleye çekmedikleri sorunu başkalarının önüne serdiğinden ötürü, sorunları değersizleşmeye başlayacaktır. Bu da kişinin öz saygınlığını yitirmesini sağlayacaktır. Sorunlarını dinlediğiniz insanlara '' yol göstermek '' bir bakıma sağlıklı görünse de aslında kişi, dile getirdiği sorunu değersizleştirmiş olur. Bunun da farkına zamanla varacaktır. Sonrasında bu sorun silikleşip kaybolacaktır. 

Belki sorunun aşılmasına baktığımızda istenilen sonuç elde edilmiş gibi görünebilir fakat benim burada üzerinde durduğum tez daha çok kişilerin sorunlarıyla önce kendileri sonra kırıntılarını insanların önüne çıkartması tarafındayım. Bu kırıntılar içine fazlalık olandır. İstenilirse bu kırıntılar bir şarkıyla, bir haykırmayla ve ya bir iyilik gösterisiyle son bulabilir. Kişinin tamamen isteğine bağlıdır. 

- Devam edecek.

Saygılar...

Etiketler: ,

19 Ekim 2023 Perşembe

Aile, çocuk ve toplum.




                                                        Fotoğrafın alındığı profil


Bir çocuğun rol modelleri ebeveynlerinden başkası değildir. Anne ve babasından beklediği ilgiyi, şefkati görmeyen çocuklar kardeşlerine yönelerek bu eksikliğin giderilmesini onlardan bekler ya da kendilerinden küçük kardeşlerine göstermeye çalışırlar. Çocukların henüz olgunlaşmamış dünyalarına kıvılcımlar bıraktığınızda yangınlara sebebiyet vermeyeceğini bilmelilerdir. Çocuklar tez canlıdır. Enerjilerine yetişmenin yetişkinler için oldukça zor olduğunu biliyoruz. Emanet ettiğimiz kıvılcımlar kalıcı olmazlar.

Çocuklar iki şeyi unutmaz; şiddeti ve sevgiyi. 

Davranışlarınız, sözleriniz bir süre zihinlerinde canlanır fakat sonrasında geride kalır. Çocuklar zihinlerini meşgul eden bu tür soyut eylemlere fazla tahammül etmezler. Sadece bir şiddet eğilimi ya da sevginin gösterisi canlarına kazınır. Haliyle ebeveynler çocuklarının dünyalarına girmeyi başaramazlar. Bu da zamanla söz geçirememeye ve lakayt olmalarına yol açacaktır. 

Ebeveynlerin çoğunluğu kendi yaşamlarında elde edemedikleri ve sözünü edemedikleri ne varsa bunu bir tabu haline getirip çocuklarının dünyalarına bırakarak gerçekleştirmelerini beklerler. Bencilik yapan ebeveynler bilmezler çocuklarının dünyalarını talan ettiklerini. Gün geçtikçe büyüyen çocuklar karşılaştıkları tabulara meydan okumaya başlarlar. Kendi istekleri ve yanlışları doğrultusunda meydana getirdikleri tabulardan ziyade ailevi meselelerin tabularıyla karşılaştıklarında, zıt yöne ilerlemeler başlayacaktır. 

Ebeveynlerin çoğunluğu kendi iç alemlerinde bir köşeye attıkları ve söz hakkı vermeyi unuttukları tüm eylemlerini ayağa kaldırmaları için çocuk büyütüyorlar... Belirli bir yaşa gelen çocuklarını zincirlenmiş, tozlanmış ve terk edilmiş eylemlerinin üzerine ilerlemesini isterler. 

son yıllarda hızla değişime uğrayan '' aile çatısı '' günümüzde toplumumuzun başına yıkılmış durumdadır. Çocuklar ailelerinden kopuyor,  gençler yaşamdan tiksiniyor, yetişkinler yaşananlar karşısında tepkisiz kalmayı başardıkları için kendilerine kızıyor, olgun insanlar gerideki insanların görüntülerine kahroluyor... 

Sırf birilerinin merakını, isteğini ve doyumunu giderme adına kendi kültürümüzü, kendini bilmez insanlarımızı memnun etmek ve dikkatlerini çekme adına yok ettik. Bu da yetmez gibi sırf '' evli '' görünmek için niteliği olmayan insanlarla zorunlu birliktelikler yaşıyorlar. 

5 yıl öncesinde dünyaya gelen çocuklar, 10 yaşına bastıklarında genç ve yetişkin insanların konuşmaktan kaçındıkları, gına geldiğine kanaat getirdikleri konulara hakim olacaklar. Aile dinamizminin yok edilişini hayretle içinde izleyeceğiz. Şimdilerden ön koltuklarda yerimizi aldık.


Aile bağıyla büyütülen çocuklar, aile bağından kopuk büyütülen çocukların her daim hedefi olacaklardır. Hangi çocukların insanlık için yeni buluşlar meydana getireceğini bilemeyiz ancak ruhsal olarak toplumun dinamiklerini hangi kesimin oluşturacağını bilebiliriz. Aile bağından kopuk nesiller, toplumun anlayışlarında ve yapısında devrim niteliğinde değişimlerin oluşmasına zemin oluşturacaklardır.

Günümüz toplumuna bakıldığında ne demek istediğim anlaşılacaktır. 

Yaşamdan uzaklaşmayı, düşüncelerinden bir an olsun çıkarmayan gençlerin de olduğunu biliyoruz. Yine intiharın eşiğine gelenlerin yaşamın daha ağır basması sonucunda vazgeçtiklerini de biliyoruz, yaşamın ağırlığını hissedenlerin dünyadan göçtüğünü de...

-

Süreç içerisinde kendini sağlıklı bir insan konumunda tutmaya çalışanlar, düşünceleri sağlıksız insanların zorbalığına maruz kalacaklardır. Günümüz gençliğinin iyi ve saf insanlardan habersiz yaşayacakları ne üzücüdür. 

En azından kendi adıma söyleyebilirim ki narin ve saf insanlara çok tanık oldum, tanışıklığımda oldu. Zaman geçirdiğim ve bir şeyler paylaştığımda. Belki de bugün düşüncelerimizin ve davranışlarımızın temelini narin ve saf insanlardan kıvılcımlar oluşturmuş olabilir... 


Hayır, bizim çocuklarımız akıllı ve her şeyin bilincinde diyebilirsiniz. Herkesin öyle olmadığını bilmeliyiz... Her ebeveyn çocuklarına kendi eksikliklerini dayatmayabilir. Dayatmayı hissetmeyen çocuklar geleceğe yön verebilir ve unutulmamalıdır ki çetin bir cenk göstermeleri gerekiyor. Karşılarında yine kendileri gibi eksikliklerle dolu bir topluluk olacaktır.


Etiketler: ,

20 Aralık 2022 Salı

Çocukluk, insanın kara kutusudur.



Çocuklukta şekil almaya başlayan ancak henüz fark edilmeyen, zamanla yerini dizginleyen, güçlendiren kişilik bireyin hayatta kalmasını sağlayan en dayanaklı kalkan olmakla beraber, ağırlık katandır.

Anlamsız kelimeleri, emeklemeler ve sonunda da paytak adımlar takip ederken iç kısmında yani kişinin öz benliğinde de kalıtımsal olarak yeni anlamlar, eylemler ve olgular yer edinmeye başlar. Bunlar şimdilik sözsel olsa da ileride büyüyüp kendinin farkına vardığında naif ve şeffaf soyutlukları arketipe çevirecektir. Hemen olmayacağı gibi kolay da şekil almayacaktır ve bireyi müthiş yorgun düşürecektir; şahsen kendine ulaşmak isteyenler içindir bu söylemlerim. Merakın önüne uğraş ve azim getirilmezse bireyin kendine ulaşması pek mümkün değildir.

Bireyin – ben kendimi bulmak istiyorum – demesiyle olacak iş değildir. Önceliği dışsal olaylara bakış açısıyla iniltilidir. Dışarıda yaşananlardan kendine pay çıkartarak içsel süzgecinden geçirip kendine saydam görüntüler sunabiliyorsa yolun başında olduğunu söyleyebilirim.

İnsanın kara kutusu çocukluğudur.


Annenin gölgesine gereksinim duyan çocuklar zayıf iradeli veya buna benzer aşağılayıcı sözcüklerle tanımlanmamalıdır. Zira her anne çocuğunun kendisine bağlı kalmasını ister ki doğası gereği her evlat öncelikle anneye bağlıdır. Bu bağın kopmasının ihtimali yoktur. Hırs, öfke ve nefret bağın kopması için güç uygulasa da bir yerlerde anneye bağlılık vardır. Annenin iç dünyasından hayata çıkan birinin annesinden kopması mümkün olabilir?

Güçlü bir örnek verelim. Doğumdan sonra terkedilen bir insanı ele alalım. Bu insanın yıllar sonra annesinden haber aldığını düşünelim ve bu kişinin annesiyle karşılaşmak istemediğini farz edelim. Anne orada, kişi ise ne onu görmek ne de tanımak istiyor. Her şey buraya kadar güzel. Peki, bağ? Üzerindeki kalın kabukları nasıl da parçalayacaktır. Kişi bağı öfke ve nefretle durdurmaya çalışsa da neye faydadır, söylerim? Söz geçiremediği ve dizginleyemediği için kaç gece göğsüne yumruklar vuracaktır? Karşısında durulmaz… Varlığını unuttuğunuz, silüetinden bile habersiz olduğunuz bir şeyin sadece ‘’ ANNE ‘’ diye adı geçiyor…

Annenin güçlü durması, çocuğunda güçlü durmasına vesile olacaktır. Burada biz erkeklere düşen pay sadece ‘’ güçtür. ‘’ İnanın ötesi yoktur. Anne ile evlat arasına sadece baba figürü girebilir fakat o ada kısa rollerle. Evlat ile anne arasındaki derin bağlara babalar erişemez. Erişmeye kalkıştığında çocuğuna ya da eşine bir yanını döndürür yani dünyasındaki dört mevsiminin birini karanlığa bulayarak onlardan birisine göstermez. O yüzdendir ki kız çocukları genelde babalarından kopuk yaşarlar. 


Baba kız ilişkilerine tanık olduklarında işlerinin geçmesi bundandır. Oradaki baba, kız ve anne arasındaki bağa düğüm olmamıştır. Bu örneği anne ve oğlan olarak da değiştirebiliriz. Az önceki örneği erkekler için veremeyiz. Çünkü kadın, erkekle baba arasındaki bağa karışmaz, irdelemez. Meselesi evladı olan bir annenin kiminle bağ kurduğunu önemsemez, kendi bağının temelini sağlamlaştırır. Erkeklerin anne veya baba arasında bir seçim yaptıklarında genelde annelerini seçtiklerini de göz önüne getirdiğimizde bunun da babayı rakip görmeleridir. Bu derinliği babalar anlayamaz...

 


Etiketler:

1 Ağustos 2022 Pazartesi

benim, kendime ulaşma imtihanım

İç kargaşadan muaf tutulan zihin, kendi çapında her düşünceyi, anlayışı üstünlük olarak algılamaya başlar. Netice itibari ile aldanmaya meyilli insan, kendi imtihanında da kolaylığa aldanır. Çabanın karşılığı yorgunlukta gizlidir. Başkalarının emeklerine(çabalarına) müdahale etmekle sınırlandırılan bir hayat imtiyazdan uzaktır.

Üç farklı konuya değinerek kendimize bir düşünce yolu açmış bulunuyoruz. Şimdi hepsini yorumlamaya başlayalım. Sizler de katkılarınızı sunabilirsiniz, sonuçta burası paylaşım yeridir.

İç kargaşa dediğimiz terim, anlam ya da olgu biz insanların bazı dönemler maruz kaldığı iç çatışmalardan meydana gelen gürültülerdir. Çatışmalar bir sınırdır, bu sınır aşıldığında yağmalanmalar başlar. Yağlanmanın da önü alınmazsa kargaşaya kadar süregelir. Bu da ayrı kutupların kavgasından çok aynı kutup düşüncelerin veya anlamların birbirine girmesine vesile olur. Bir nevi kan kaybıdır. Yaşam mücadeleden uzaklaştırılmaya çalıştırılır. 

Ne kötüdür kendi dünyasındaki duygular ile düşünceler tarafından tarumara uğraması. İşin asıl can alıcı kısmına henüz gelmedik. Sözünü ettiğim kişi(ler) iç kargaşaya maruz kalan ve bilincinde olan bir insanlardır. Bir de farkında olmayan(lar) vardır. Genelde bu yola giriş tecrübe kazanımına sahip insanların söylemlerinden edindikleri bilgi ve birikimleri kendilerince derleyip toparlayarak çevrelerine ‘’ yaşanmışlık ‘’ gibi kâh tavırlarıyla, kâh söylemleriyle yansıtırlar. Ne hüzünlüdür başkalarının söylemlerini ve deneyimlerini kendileri kazanmış gibi tavır yansıtanlar.

Evet, insanları kandırmak olabildiğine kolaydır. Hayır demeyi bilmeyen insanlara (biraz abartı olacak) dünya savaşı çıkarttırılabilir. Yeter ki dokunmayı bilin. Doğru yerlere temas eden her dokunuş (içsel) kilitli tüm kapıların açılmasını sağlar. Bu da istenilen yere ilerlenme kapılarını sunar. Kendi alanını sıkı sıkıya savunmayan her birey, bir bakıma iradesizliğin timsali olan topluluğa aittir. Hiçbir söylemi dikkate alınmaz, hiçbir başarısı göz önüne getirilmez. Başarıları basite indirgenir, söylemleri anlamsızlığa bulanır. Kendiyle bütünleşmeyi başaramayan kişi haliyle hedef olanlar taraflarından hedef gösterilir. Çevresindeki herkes bir başkası için hedeftir. Niye hedeftir, çünkü temelsizdir. Ulaşılması kolaydır. Aldanıyor olması, tüm dirençli yanlarını sertleştirmeden ya da büyümeden egale edilebiliyor ve haliyle dünyasına dilediğin zaman giriş yapılabiliyor. Başkaları güzel bulduğu yerleri yine sahibinin güçlendiremediği dirençleri ayaklandırarak kendisine kalkan yapabilir ve kendisine bir yaşam inşa edebilir. İnsanın meyilli olduğu her yerde başkalarının dirençli kapıları bulunur. Çünkü meyilli olmak, çocuklaşmaktır; inanmaktır.

Çaba, en sevdiğim kavgadır. Çaba sarf edilen yolun kudretini, güzelliğini ve ulviliğini bizlere hissettirir. Çabanın sonunda istediğimiz o olgu, eylem veya istek olmasa da olur. O kudret dolu yolda edinilen cenk istekleri doyuma ulaştırarak bizler daha ileriye götürür. İmtiyaza ulaşmak sanılanın aksine ne zordur ne de kolaydır. Yaşam havuzunun ortasında durur ve yanına gelenleri girdabında sürüklemeye başlar. Savurup fırlattığı yerlerden kalkıp tekrardan alanına girerek gücünüzü, isteğinizi göstermelisiniz ki o zaman imtiyaza ulaşmış olursunuz. Ulaşıldığı vakit girdabın temelinde sizde yer alırsınız ve imtiyaz bu kez yeni birinin gücüyle biraz daha kuvvetli döner. Gittikçe ulaşılması zorlaşacak bir güce tüm istek ve iradenizle ilerlediğinizde kabul edileceğiniz gerçeğini göz ardı edilmez.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Sağlıcakla ve hoşça kalın.

 


Etiketler: , ,

30 Temmuz 2022 Cumartesi

Kişisel zenginlik

 Konuya değinmeden önce insanların içlerini ateşleyen o motivasyonları unutmanızı rica ediyorum. Size motivasyon değil, ayakta durmak için gerekli dirençleri sunmaya çalışacağım. Umarım etkili ve faydalı olabilirim.

İnsanın yaşam için anlam arayışına girmesi kişiye inanılmaz özgürlükler tanıyacaktır. Tersi durumda hareket edenler, olduğu gibi yaşayanlar hayatın sunacağı zorlayıcı sınavlardan geçemeyeceklerdir. Mücadeleye çekilmeyen bir hayat, saygınlığı hak etmeyecektir.

Saygınlık yere sağlam basmamızda, kendimizi beslememizde ve en önemlisi kendimizde kalmayı başarmamızda saklıdır. İnsan olmanın, mutlu olmanın, neşeli olmanın ve buna benzer bütün oluşlar kaçışlardan ortaya çıkar. Kalmak önemlidir. Kaldığınız yerde kendinizi bilmeli, tanımalı ve büyütmelidir.

Olmak istediğiniz her şey mücadelesiz bir arzudur. Mesela insan olmaktan bahsedebiliriz. Kişi kendinde kalmayı bilmezse yani kendini tanıyamazsa hududunu aşarak başkalarının alanlarına giriş yapar ve burada da hazin sonuçlar doğuran hadiselere tanık olarak hayatında kırılmalar meydana gelir. Bu kırılmalar, gelişim veya erdem olarak hayatında yer almaz, zira bilirsiniz ki artık kendinde değildir. Her yaşadığı, insanlığından kopan parçalara yama misali örtmektir. Sınırı bilenler, sınır tanımaz arzulara teslim olmaz. Kendi dışında kalan birey veya bireyler geriye dönmek istediklerinde o eski sınırları artık kalın duvarlarla çevrilidir. Artık oraya girmek imkansızdır. Öz benlik burada kaybolmaya başlar ve istekler, arzular peşi sıra eksiklikleri giderme adına bireyi ablukaya alır. Her gittiği sınır ya da kişiler onu yıpratacaktır. Çünkü dayanağı olan kendi varlığı yani alanı yoktur. Savunma yapacak konumda değildir bu da hazin yenilgiler almasına sebep olacaktır. Velhasıl kendinde kalamayan insan, başkalarında umut ettiği eksikliğini onlarla doldurmaya çalışır fakat burada eksilen kendisi olur. Yamalar, başkalarının izleridir. Özü ise kendinde değildir. Ruhsal olarak kendimizde kalmalı, beden olarak her yerde bulunmalıyız. Ruh sağ oldukça beden mutlu kalır.

Yaşam bizlere devamlı fırsatlar sunar ve sunmaya da devam edecektir. Bizler milyonlarca yılın yaşamında esintiye karışmış toz parçasının zerrelerinde bulunan atomlar olabiliriz. Bizler büyük veya devasa güçlere sahip atomlar değiliz. Bizler zamansal olgunun içinde görev niteliği taşıyan hayatlara sahibiz. Düşünce bakımından inanılmaz sisteme sahip beyinle dünyayı kötülüğe nasıl buluyoruz? Asıl sorun burada. Bizler düşündüğümüz için şah eser bir canlı değiliz. Bizler kayaya çarpan dalgalardan, sahildeki kumlardan, yeni doğan bir serçenin kanatsız derisinden farksızız. İnsanız diye doğanın hakimi değil, doğanın katilleriyiz.

Genlerimizde katilliğin kodları bulunuyor ve bundan kaçışın olmadığını da biliyoruz. Yapılması gereken iradesiz görünen bu kısmımızın üzerine incitmeden dokumalar yapmalıyız. Yama misali değil, öz misali, can misali, yara misali. Başkalarının minnet duygularına bulanmamış bir iz... Bunu yapabilirsek, özümüzü kurtarabilir ve zenginliğimiz doyasıya yaşarız. 

Ruhsal dinginlik, sağlıklı bir bedenin inşasıdır. Sağlıklı beden de külçe külçe arzular, gayeler ve hedefler sunar. 


Sağlıcakla kalın



Etiketler: , ,