27 Mayıs 2023 Cumartesi

Zihnimin sakinlerini dinliyorum







Bizim kaybettiklerimizin pek bir önemi olmadığı gibi kazandıklarımızın pekala önemi yoktur. Şöyle ki yaşama geldiğimiz dünyayı bizden öncekiler ilerlemesi için sistematik olarak bir düzene tabii tutmuşlardır. Haliyle her gelen nesil sisteme yeni dişliler monte ederek daha kapsamlı ve güçlü bir yapıya doğru ilerletme durumundadırlar. Güçlü bir yapı olması onun istenilen bir şey olduğu anlamını doğurmasın. Hiçbir sistem insanlar tarafından kabul edilmez fakat sistemler yine insanlar tarafından inşa edilir. 

Aramızda insanlığı Tanrılaştırmaya sürükleyen bir kesim bulunmaktadır. Duygular öncekiler gibi gerçekçi değil. Yaklaşımlar keza öyle. Örnek verecek olursam, insanlar iradelerini çok yüceltirler ve bu da insanın duygularına yön verebilme kabiliyetine eriştiğini sanmasını sağlar ki bu da insanın kendinde Tanrılaştırma olgusuna girişmesini sağlar.

İnsan öz sahibinin yaratan olduğunu aklından ve gönlünden çıkartırsa yönünde sapmalar olacaktır. Devamlı kendini yüceltme eğilimden yoksun kalmama adına duygular içinde süreçler yaşamaya başlar.

Önceliğimiz, varlığımıza can ve yaşam enjekte eden bir gücün varlığına kendimizi inandırmamızdır. Tabiat bize yaşam enerjimizin gerçek yüzünü sunmakla birlikte daha dirayetli ve kutsal değerlerin kıymetini aşılar.

Mühim olan kutsal kitabın hazinesinde yatan anlamlar, dualar değildir. İnsanın önce insan kalmayı başarabilmesi gereklidir. Neticede kayba uğrayan her insan, insanlığını aramak için başka insanların hayatlarına misafir olur ya da misafir ederler. Uğradığından veya uğrayanlardan eksik yanlarının parçalarını gizli saklı alarak yama misali üzerine diker. Onlarca, yüzlerce veya binlerce insanlardan temin ettiği eksikliklerden yeni bir '' kimlik '' oluşturmuş olur. Herkesi taşıyan o insan, kaybının eksikliğini gideremediğini anladığında, anlamsızlığa soyunur. Yeni bir oluşum için kimlik yıkımına girer.

Yazının nasıl bir konuya evirileceğini inanın bilmiyorum. Sadece yazmanın iyi geleceğine inanarak zihnimin sakinlerini dinlemek istiyorum. Başının sonuyla alakası olmadığı gibi bazı cümlelerin de diğer cümlelerle pek bağlantısı olmayabilir.

Adını günlerce düşünsek bulamayacağımız bir mahallenin en ücra köşesinde yıkılmaya ramak kalmış apartmanın son katında oturan ve yakın zaman önce yakınlarını kaybeden  orta yaşlı insanın yüreğini saran yangınların sıcaklığı kış mevsimini ısıtabilirdi. Yine o insan sebat göstererek acısını sonuna değin gözyaşlarıyla söndürmek için geçmişini hüzünlü bir eksiklikle gözlerinin önüne getirdi. Yıkımların bu kadar büyük olmasına rağmen nasıl olur da insanlar ayakta kalabiliyordu? İç haneleri enkaza dönmüş o bedenlerin dış duvarları nasıl adım atıp ileriye doğru gidebiliyordu? 

Sevdiklerinin kaybını yaşamayan birisi olarak bu konunun derinliğine ulaşmak istesem de yapamıyorum. Önümde hüzünlü anılar beliriyor. Benimde hüzünlü anılarım var fakat bunlar bildiğim hüzünler değildi. Daha ağır daha sancılı ve en önemlisi de daha metanetli...

Başımı önüme eğiyor, elimi göğsüme bastırıp saygınlığımı sunuyor ardıma dönmeden iki adım geri gidip sonrasında önüme dönüp gözyaşları eşliğinde uzaklaşıyorum. 

İnsan erişmek istiyor... İnsan o hüzünleri taşıyıcısı olmak istiyor... Çünkü diğer hüzünlere benzemiyorlar... Orada sessizlik hakim. Her harf, her tını, her nefes sessizlik yemini etmiş gibi ruhani bakışlarıyla hislerini etrafa saçıyorlar. 

Ağlamam da o yüzdendir. Etrafa saçılan bakışların sadece bir tanesi gövdeme mili santimlik hançerin ucunu değdirdi. Kemiklerim titriyor...

Mesela bir insanı kırmanın suç sayılması gerekir. Zira kırılan insanın istemsizce hayatına geri devam etmesi o kırıldığı şeyin unutulmasını sağlamaz aksine onun sürekli karşısına çıkmasına neden olur. İnsanın en büyük silahı dilidir. Yer yüzünde binlerce dil doğup ölmüştür. Her dil kendi insanının gelişimine ve de çöküntüsüne vesile olmuştur. İniş çıkış sergileyen dillerin bir de yabana atılan, görmezden gelinen bir kıyımı vardır. Güzel birkaç kelimenin insan ruhuna iyi geldiğini hepimizi biliriz. Bu yaklaşım her insanın kısa süreli olsa da tattığı bir duyumdur. Sözünü ettiğim bu duygusallık iki avucumuza doldurduğumuz kumun oluşturduğu dağ kadardır. Dokunsan dağılacak, üflesen bozulacak kudrette. Bir de bunun kıyım olanı vardır ki bu her insanın yaşadığı histir. His diyorum çünkü az değil çok kez maruz kaldığımızdan zamanla biçimlenerek kalıplaşmıştır. Bunun yapısı ise kırılan insanlardan oluşan bir dağa benzetebiliriz. Dağın yapısının bozulması avuçlarında tuttukları kum tanelerinin fazlalaşmasıyla mümkündür. Ne yazık ki kum taneleri hepimizin elinden düşmeye devam ettikçe oluşturduğumuz dağ yapımız sertleşiyor.

Toplumsal olarak kıyımların rehavetine kapılmış bulunuyoruz ve zehirleniyoruz. Güzel yiyeceklerin tatları eskisi gibi değil. Yağmur öncesi gökyüzünde raks eden bulutların görkemi eskisi gibi değil. Bir şimşek bir gök gürültüsü sonra şarıl şarıl yağmur. Yere düşen yağmur damlalarının toprakla bütünleştikten sonra ortaya sunduğu o kokular eskisi gibi değil. Toprak yok, çim yok. Ağaçlar yok ediliyor. 

Evren, kendi sonlarını getirecek canlıların  diğer canlılar karşısındaki hükmünü seyrediyor. Bize asırlar boyu gelecek bu olay evren için bir nefeslik vaktimiz kadardır. Hep yaşayacağız diyedir bunca maruz kaldığımız tatsız şeylerin gün geçtikçe çoğalması. Kadir kıymet bilmediğimiz gibi her şeyin fazlasına tamah ediyoruz. 

O sebepten ötürüdür gözlerin doymamasının sonucunda midelerin şişmesi... Doyumsuzuz. Hep bir şeyler olsun istiyoruz ve devamlı yenilik açlığı çekiyoruz.


Kayahan'ın Bir Aşk Hikayesi şarkısı çalmaya başlayınca duygusal olarak kollarımı hayatın boşluğunda kulaç atarcasına ruhumu sürüklemeye çalışıyorum. Ne büyük hikmettir ki varlığını kaybeden ruhun ardında bıraktığı eserlerle sesini her daim bize duyurabiliyor. O yüzdendir ki hepimiz seslerimizi kayıt etmemiz gerekiyor. Hepimizin konuşması gereken şeylerin olduğunu biliyorum. Yazmak bir yere kadar. Yukarıda da sözünü ettiğim gibi dil büyük bir silahtır. Kurşunlarınızı sıkmak için konuşun. Kimilerinin kurşunları boşa gidecek, kimilerinin de tek bir kurşunu binlerce parçaya ayrılacaktır. Kimilerinin de hedefi kendisi olacaktır. Kaybedecek zamanımız çok olacaktır en nihayetinde kaybedilecek bir hayatın içinde '' yaşam '' sürüyoruz. İstiyorum ki arkamızda sesimizi duyuracağımız kulaklar olsun.

Şayet unutulmak istemiyorsanız, konuşun. Hep konuşun, çok konuşun ama kendinizle. İnsanlara bir şeyler anlatmayın. Çünkü herkes herkese bir şeyler anlatıyor. Kimse kendini dinlemiyor. Siz kendinizi dinleyin sonra konuşma sırası size geldiğinde konuşun...

Başımı yastığa koyduğumda düşünmek istediğim şeylerin bir anda aklımdan uzaklaştığına şahit oldum. Çok kez bağırıp çağırsam da arkasına bile bakmadan kola kola verip gidişlerini izledim. Buruk bir sevinçle karşılıyorum bu durumları. Burukluğum kendimi duyamayışım, sevincim de en azından kendi alanımdayım ve görebiliyorum...

Dokunuşun en güzeli gözlerle olanı değil midir? Gözler, insanı ele veren tek gerçekliktir. Gözler bünyesinde parlaklığı ve de hüznü yansıtır. Işığı hiç sönmeyecek dediğimiz insanların bir gün sonra bakışlarının karanlık olduğuna çok kez tanık olmuşuzdur. Bu bizlerde de yaşanmış olabilir.

Günün erken saatinde kalkıp karşı apartmanın kaldırımına oturup yüksek sesle şarkılar söylerdim. Evet hatırlıyorum. Birçok kişi kızardı. Bazıları da duymalarına karşılık tepki göstermezlerdi. Belki de şarkıların duygu geçişlerini hissettiklerinden olabilirdi. Benim şarkıların duygularından henüz haberim yoktu. Şimdiler de o günleri düşününce ezbere bildiğim şarkıları sabırsızlıkla dinlemek isterdim.

Vesselam küçüklüğüm. Senden bir şey istiyorum, daha sesli söyler misin? Belki duyabilirim....


21 Mayıs 2023 Pazar

Hadi, güzellikleri bulmaya gidelim mi?








Kimselere haber vermeden hazırlanıp en yakın otogara yürüyerek gidip bir bilet alıp otobüsün gelmesiyle bu şehirden gitmek istiyorum. Meselem insanlar değil, sorunlarım hiç değil. İçimden geçenlere seyirci kalmaya tahammülüm kalmadı. Adını koymadığım bu yolculukların birinde de varlığımı içime atıp yollara koyulmak istiyorum. Kimselerin yüzüne bakasım gelmediği gibi aynada tanık olduğum yüzüme de sırt çevirdim. Bu benimle ya da insanlıkla olan bir kavgam değil. Bu kendimi bulma yolculuğudur. 

Neresinden tutarsam tutayım elimde kaldığına şahit olduğum hayatın bana sunacağı şeyleri kısıtlıdır. Farkına vardım. Çünkü her sabah bir yanımın zerrelere ayrılışına tanık oluyorum. Burukluk mu desem, sancı mı desem tam bilmiyorum. Dediğim gibi adını koyamadığım bir hayatın sahte rollerini kendime ima etme derdinden kurtulmalıyım...

Bu benim hayatım olmadığı gibi başkalarının isteği ve doğrultusunda yön verdiğim bir arzu benliğidir. 

Ne zaman kendime baksam veya insanları seyretsem herkesi birbirine benzetiyorum. Kendimi seyrettiğimde ise tanıyamıyorum ve yüzümde simasını hiç hatırlamadığım insanların yarım yamalak çehrelerine tanık oluyorum...

Geçenlerde bir kitap okumaya başladım. Kitabı bitirdim. Kanepenin bir ucuna fırlattım. Eserin içinde yer alan karakterlere bürünmek için gözlerimi kapattım. Maceralarla sürdürdüğü hayatını yoluna koyamayan o adamın ruhsal dinginliğine ulaşamadım. Sokağa çıktım; iyilikler yaptım. Yoruldum, yatağa uzandım. Sabahın erken saatinde kalktım, tekrar sokağa çıktım. İnsanlara yardımlarda bulundum. Kötülüklere şahit olmakla kalmayıp aralarına girip güzelliklere dönmelerini sağladım. Sonra yorgun argın eve geldim, uyudum. Başımı yastığa rahat koymama karşılık sergilediğim tüm eylemler kendimi kandırmamdan öteye gitmediğini fark ettim. Ben iyiliğin peşinden koştum. O herkesin yapabileceği bir şeymiş onu anladım. Mühim olan yanardağdan saçılan bir lavın göğsüne düşüp içini yakarken o acıya iyilik merhemi sürmekmiş. Onun için acı duyulmadan, sızı hissedilmeden yapılan iyilikler, herkesin yapabileceği bir şeymiş onu anladım...

Artık insanlara iyilik yapmıyorum. O lav tanesi göğsüme düştü mü derseniz, evet düştü. Benim, benim tüm kaybım, iyiliklerin peşinde koşarken kendimi geride unutmuş olmammış. Şimdi de kendimi bulma adına yolculuğa çıkıyorum. 

Bavulum yok. Çünkü çıplağım. Tüm varlığımı resmeden ruhum gerilerde kalmış. Onu bulmak için türlü kıyafetler giyerek karşısına çıkma hayaline kavuşsam da zor olacak biliyorum. Öyle ki yazın sıcağında kalın kıyafetler giyiyorum... Dediğim gibi çıplağım. Üşüyor olabilirim.

Ayak tabanları kanayan insanların izleri kaybolmazmış... Öyle demişti rahmetli dedem.

Kendisi sonra şunu eklemişti;

Acı, insanın yalnız kalmasından çok korkar. Çünkü acı, insanı eşiğinde boğar. İnsan ne kadar kendiyle yalnız kalıp acısını gönlüne davet ederse acı o kadar yorulurmuş. O yüzdendir insan içine karışıp acısını hafifletmeye çalışanların bir türlü bu ıstıraplardan kurtulamaması, demişti.

Şimdi sıra bende.

Peki bitti mi yazı, hayır. Bu aralar delicesine yazmak istiyorum. Yazarken uyuya kalmak ve uyanıp sonra tekrar yazmak ve tekrar uyuyana kadar devam ettirmek istiyorum...

Her şeyi istiyorum ama bunun için bir çaba gösteriyor muyum? Bu zamana kadar göstermediğimi rahatlıkla haykırabilirim. Parmaklarının ucuna basarak ilerleyen çocukların, o yürüyüşün hırsızların ses çıkarmamak için sergiledikleri davranış olduğunu bilmedikleri gibi bende bilmiyordum kendimi bu yolculukta  kaybettiğimi. Evet, bende bir hırsızım. Ben de bana ait olması gereken yerleri başkalarının anılarıyla, sevinçleriyle, üzüntüleriyle doldurdum. Herkesin bir damla hatırasını iç hazneme doldurdum... 

Bu iyisiyle, kötüsüyle içimde yer alan hatıraların '' ben '' haricindeki tüm hepsini içimden atmak için yolculuğa çıkmak istiyorum..

Az sonra kahvaltı yapacağım. Sonra arka odaya geçip kitap okuyacağım ve sonrasında yazılar yazacağım. En sonunda da tüm bu içsel yakarışlarımın karşılığında sabahın erken saatinde işe gidip, başkalarının hayatlarını daha iyi idame etmelerine katkı sağlama adına çalışacağım...

Ne hüzünlü bir yaşama sahipmişiz. 

Benim bu kaçışla mutlu olmam pekala mümkünken huzurum buna öyle demeyecektir. Çünkü bu kaçış, kendimi bulma yolculuğu olsa da sonuç itibariyle kendimi inşa ettiğim topraklardan uzaklara gideceğim. Sonrasında bilmediğim bir güç gelip temelini sağlam kazıklara oturttuğum inşamı yıkıp geçecek... 

İnsan, insan gölgesinin olmadığı yerlerin sahibi olurmuş... 

Kendimi bulma yolculuğuna çıkarken yine bu yolculuk için kendimi güçlendirdiğim inşamı sahipsiz bırakıyorum...

Bir yanımı güçlü kılarken diğer yanımı güçsüz bırakıyorum...

O ilk adımı atacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum. Ardımda hatırlamamı neden olacak hiçbir yüz olmadığına emin olduğum gün, özgür olduğuma inandığım gün olacaktır. Evet, elbette sevdiğim insanların yüzleri veya sesleri bir müddet hafızamda yer alacaktır. Çıkacağım bu yolculukta beni anlayacaklarını düşünerek gözlerimin önüne hayallerini getirmeyeceklerini ve kulaklarıma da tınılarını bırakmayacaklarını biliyorum. Çünkü onlar sonrasını seziyorlar... 

Şöyle bakıyorum da herkes kırılmış, incinmiş. Herkesin diyecek birçok şeyi olmasına rağmen suskun, sessiz ve de çaresiz. Bir kişi konuşmaya başlasa ardında ki bağıracak sonra bu sesler gürültüye sonra da haykırışlara dönüşecektir. Ancak kimse ilk olmak istemiyor.. Çünkü ilklerin hep bir mücadelesi vardır. İnsanlar mücadeleye çekilmeden yorgun bırakıldılar. Hepimiz yorgunuz, bezginiz. Birçok kişi günün yarısından fazlasını uyumakla geçirmek istiyorlar. Duydukları, tanık oldukları vicdanlarına, huzurlarına ağır geliyor. Her gün fazlalaşan bu beklenmedik şeyler vicdanın yara almasını sağlıyor. 

Gitmeyi kafasına koyanların '' nereye '' dediği bir iç ses, tüm yolların duvar olmasını sağlayacaktır. Gidelim işte, her neresi olursa olsun..

Memleketten değil, başkalarının izleriyle oluşturduğumuz bu ruhtan gidip kendimizi aramaya koyulalım.

Hepimiz kaybolmuşuz, tanınmaz olmuşuz. Onun bir adım ötede unuttuğu benliğiyle, on binlerce kilometre uzakta unutulmuş bir benliğin mesafesi aynıdır. Sadece tek kelime vardır; EKSİKLİK

Ben artık dünyaya çocukların gelmesinden yana değilim. Çünkü bizlerin içinde bulunduğu bu çıkmazın varlıklarımızı nereye sürükleyeceğini az çok bilebiliyoruz ama ardımızdan gelecek nesillerin nelerle karşılaşacağını kestiremiyoruz. Belki de bizler onların katilleri olacağız? Zaten değil midir, en büyük katillerin insanlar olduğu(!)

Güzelliklerin kaybı, insanların kendilerini kaybetmesiyle aynıdır. Kendinden bir haber insanlar kötülüklere bulanır ve güzelliklerin hasretiyle yanıp tutuşurlar...

O yüzden güzelliklere hasretiz.
Kötülük, güzelliğinden uzak kaldığından dolayı renksiz ve arsızdır.








Etiketler:

12 Mayıs 2023 Cuma

Kendimle Söyleşi #2












insan anlamlı bir hayat için neler yapmalıdır? 




Hayata anlam kazandırmaya çalışmak değerli bir atılım olarak görünse de aslında içten büyük zararlara gebe bırakacaktır. İnsan hayatı kendiliğinden anlamlı ve anlamsız bir yolculuğun içine girecektir. Her insanın hayatı bir bakıma anlam deryasında yüzmektedir. Buradan çıkartacağınız manalar neticesinde nerede ve hangi konumda olduğunuzu görebilirsiniz. Anlam kazandırmak için yapacağınız her şey hayatınıza anlam kazandırmaktan ziyade kendinizi geliştirmeye yarayacaktır. Gelişmiş bir kişilik, benlik hayata anlam sunmaz. Hayat, anlam yolunda hiçbir etkiye aldanmayarak ilerler. İnsan bu yolculukta etrafına gelişimlerini gösterebilir. 

Anlamlı bir hayat kime ve neye göre diye de söylemeden edemeyeceğim. İnsanın anlamlı olmaya çalıştığı vakit belki de anlamsız bir görünüme veya fikre sahiptir. Bu bakımdan hayatı anlamlı gösterme çabasına girişmemekte fayda vardır. 

Kuvvetli akıntıların arasında ilerleyen hayat, anlam deryasına girdiğinde yorgunluğunu gören bir '' anlam '' olursa kolundan tutup deryada bir müddet kalmasını sağlayacaktır. Kalacağı süre boyunca anlamlı olacaktır. Bizler de bu görkemli deryadan feyz alarak kendimizi geliştirme eğilimine gireriz. '' Anlam '' hayatın kolunu bıraktığında tüm gelişimler savrulmaya başlayacaktır. 


Söylediklerinize göre anlamlı bir hayat bizimle mümkün değilse, ne diyedir yaşamak?


Bizler bir döngünün içerisinde yer alıyoruz. Yaşamın kılıfına girmek yerine kılıfa oturtulmuş bir yaşamın içerisinde kendimizi büyütüyoruz. Zaman bizim için yegane ilaç ve zehirdir. Geri dönüşü olmayan bir sürenin içerisinde devamlı ileriye doğru gidiyoruz. Dönüşlerimiz sadece hayalen mümkündür. Geride bıraktıklarımıza istediğimiz vakit gidemiyoruz. Zaman mümkün kıldığı sürece hatırlamaktayız. Biz insanlar dünyanın devinimini bir sonraki çağa göre ayarlıyoruz. Mekanlar, zamanlar, yaşananlar tamamıyla ileriye şekil vermektedir. Haliyle yaşamımız burada anlam kazanma eğilime sahip mi değil mi anlayamıyoruz. Zaman ve mekan hayatlarımıza anlam veya anlamlarla yükleyecektir. Bazen de yanımızdan geçip gidecektir. Varlığını bilinmeyen bir şeyin eksikliği de bilinmeyeceğine göre insanlar anlamsız yaşadıklarını kestiremeyeceklerdir. Kendilerini bir konuma oturtmak için sürekli mücadele içinde olacaklardır. Bu durum anlam arayışına girmektir. 

Hiçbir insan anlamsız bir hayata sahip değildir. Her insan anlam mekanizmasına dokunmayı bilmez. Önceliği kendisi olanlar anlamlı olamazlar. İnsanlığın devinimine uyumlu olabilen her can, anlam kazanılmış hayata sahiptir. 

Şu da bir gerçektir ki kimse hayatının anlamlı olup olmadığını bilemez. Bunu öğrenmenin yegane yolu dünyadan göçüp gitmekle mümkündür. 

İnsan benliği iki farklı şekilde çalışır. Birisi doğal ikincisi doğal görünmeye çalışan ama hiç doğal olmayan bir benlik.

Doğal olanı kimse değiştiremez. Diğer yapıyı isteyen istediği gibi şekil verebilir ve de her şeyin kalıbına uyar. Bu biz insanların sahip olduğu yapıdır. Yapıyı insanlardan soyutlayıp sadece kendiniz besleyip büyüttüğünüzde zehirlenmeye başlarsınız. Bıraktığınızda da dışarıdaki insanların zehirli söylemlerini, davranışlarını taklit etmeye başlarsınız. İnsan doğasına yaklaşmak istedikçe doğasından uzaklaşır. İnsanlık gerçek ile duygu arasına sıkıştırılmış yaşamın içindedir. İnsan duygularla ayakta kalır, gerçeklikle ilerler.

Devam edecek.


Saygılar.




Etiketler: ,

9 Mayıs 2023 Salı

Kendimle Söyleşi #1

Baktığımızda değerli bilinen şeylerin arkasında kalabalıklar olduğu görülüyor? Öyleyse değersiz olan bir şey de çoğunluk sayesinde değerli olmaz mı?


Değer yargılarının neyi ima ettiğiyle orantılıdır. Başkalarının değerli gördüğü şey başka kutuplar için değersiz olabilir. Bu bakımdan değerin önemi değer verenlerin nezdinde kıymetlidir. Döneminin en vahşi insanı olarak adlandırılan Hitler, Avrupa için korkulan ve değer gösterilmeyi hak etmeyen bir kişi olarak bilinirken, kendi halkının büyük çoğunluğu tarafından değer görüyordu. Toplum değer yargılarına başvurduğunda '' haklı '' yanlarıyla beslenmeye başladılar. Sonuç itibariyle ülkeler arası savaşın fitili atılmıştı. Kimsenin geri dönüşü yoktu. Burada milliyetçi duygular değerin ayyuka çıkmasını sağladı ve kenetlenerek savaşa atıldılar. 

Yeryüzünde zıtlığın hüküm sürdüğünü unutmamalıyız. Tüm insanlık aynı anda bir konuya, bir şeye değer veremez. Böyle olması durumunda yaşamın dengesi bozulur. Fikirler, yaşam tarzları, anlayışlar da değişimler meydana gelir. Bu da içsel kargaşanın meydana gelmesine vesiledir. Sizin için değerli olanın başkaları için değerli olmasını beklemek açlığınızı giderilmesini beklemek gibidir. 


İnzivaya çekilmenin insan doğasına zararı var mıdır? İnsan, toplumla bütünleşmediğinde zayıflık çeker mi?

İnzivaya çekildiğinize karar verdiğiniz an her şeyin değişeceğine, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına inandığınız vakit, değişimlerin bir süre zararlı etkileri olabileceğini bilmelisiniz. Sonuçta kalıplaşmış bir kaya parçasını yontarak kendinizi inşa etmeye girişeceksiniz. Zararlı etkilerin kalıcı olmayacağı konusunda rahat olabilirsiniz. 

Toplum çatırdamalara, ayrışmalara gebe bir haldeyse insanın toplumdan uzaklaşması güçlü kalmasını sağlar. Bir toplum meselesinin yoğunluğu insan hayatı üzerinde büyük sonuçlar doğuracak sorunları meydana getiriyorsa orada kutuplaşmalar meydana gelir. 

Gelişmiş toplumların dışında kalan insanların zayıflık çekmeme durumu görülmemiştir. Güçlü toplumlar, zayıflığa mahkum insanlarla oluşur. 

Bu konuyu kendi ülkemizdeki toplum üzerinde değerlendirirsek, zayıflık değil güç katacağına emin olabilirsiniz. Ziyadesiyle kendi hür fikirlerinin farkına varmayan toplumlar lider arayışı içine girerler. Yaşamlarının hangi yöne gittiğine bakmaksızın gördükleri, bildikleri kişi(leri) önlerine katarak ilerlerler. Nereye gittiklerinin önemi yoktur. Bu toplum, ayrıştırılmıştır. Kendi hür iradelerinin dışındakilere aldanmışlardır. İçlerinde bulunan her bir kişi aslında güçlü toplumun oluşmasına engeldir. İleri dönemler için aşılması zor bir engel olacaklardır. 

Güçlü toplumlar, güçlü insanlarla mı mümkündür? 


Hayır. Zayıf insanların evirilmesiyle mümkündür. Güçlü insanlar, güçlü toplum oluşturmaz. Bütün güçlüler aynı yerde bulunmaz. Ancak zayıflık taşıyan insanların güçlenmesiyle toplumlar ayaklanır. Gücü burada birçok başlıklara ayırabiliriz. İrade olarak, zenginlik olarak, kötülük olarak... 

İradesi güçlü insanlar toplumun içinde bulunuyormuş gibi yaşam sürer. Zenginler toplumun hayal ettiği kişilerdir. Bunun farkında olan zenginler toplum katına iner ama onlarla bütünleşmez. Kötü olanlar ise güçlü toplumlardan beslenir. Takındıkları yüzler sayesinde kötülük timsali olduklarının farkına varılmaz. Niye, çünkü toplum zayıf insanların güçlendirmeye çalışmaktadır. Zayıf ve kendilerini değersiz gören insanların topluma kazandırılmasıyla güçlü toplumlar oluşur.

Güçlü insanların topluma faydaları yok denilecek kadar azdır. 

Zayıf insanların güçlenmesi, güçlü insan oldukları anlamına da gelmez. Toplumun dışına çıktıklarında zayıflık çekerler. Güçlü olmak, kendiyle mücadele edildiğinde anlam kazanır. Toplumun sunduğu davranış veya düşünce biçimleriyle olmaz. Ancak toplumun bir yansıması olur. 


Devam edecek.

Saygılar.






Etiketler: ,

6 Mayıs 2023 Cumartesi

Donanımlı insan



Donanımlı insan modeline ulaşmak için aşılması gereken o yolların hangisinde ayakta durabiliriz? Şöyle düşününce zorlayıcı yanı olmasına rağmen ileri dönemlerde insana müthiş haz ve güven aşılayan bir eylemin, insan ruhuna ve bedenine sunduğu o ihtişamdan mahrum kalmak...

Devlet mekanizmasının insanlar üzerinde sergilediği '' ideoloji '' argümanı düşünmekten, algılamaktan ve de sorgulamaktan uzak tuttuğu kadar insanı kendisinden uzaklaşmasına vesile olmaktadır. Bunun farkında olanlar bataklıktan çıkmak için çırpınırken diğerleri de yanlarında kulaç atıp düzlüğe ulaşmak isteyenlerin kollarından tutarak ilerlemelerini engellemektedir. Herkes bir bakıma kendince özgürken geniş perspektifte Dostoyevski'nin kaleme aldığı Ölü Evinden Anılar  hikayesinde yer alan anlatıyı resmediyor ve de sahneliyor(uz).

Herkes kendi alanında büyüklük taslıyor veya büyüdüğünü sandıkça küçülüyor. 

Gelecek nesillerin bilgi ve birikim deryasından en iyi şekilde faydalanmalarını sağlayacak yegane kimliğin donanımlı olmaktan geçtiğini bilmelilerdir.

Günümüz penceresinden baktığımızda donanımlı insanların genel itibariyle sessizliğin içerisinde kaldıklarını görebiliriz. Herkesin bildiği gibi kötülüğün nam saldığı bir dönemin içerisindeyiz. Kötülüğün en vahşi hallerine tanık olmakla beraber, iyiliğin kırıntısına hatta zerresine hasret kalmış bulunuyoruz.

Çok okumak, çok yazmak, iyi dinlemek, iyi analiz etmek, iyi bir konuşmacı olmak... Bunlar ziyadesiyle güçlü bir insan profili oluşturur. Donanıma sahibi bir insanın önceliği yaşadıklarından ve gördüklerinden çıkarım yapmalarıdır. Yaptığı bu çıkarımlardan elde ettiği sonuçlar iyinin tüm hallerini içinde tutup, kötünün her halini dışarı çıkarmak olmamalıdır. Bir kişinin donanım sahibi olmasındaki en büyük etken bana göre ruha iyi gelmeyen her eylemin, görüşün ve de biçimin karşısında onu evcilleştirmeye çalışmasıdır. Bu davranış zamanla kötünün iyiliğe evirilmesine vesile olacaktır. Fakat bunun için sağlam bir irade gereklidir. Herkes bünyesinde iradeyi taşır ancak sonrasında ağır gelir ve bırakırlar veya keşfetmek için yola çıkarlar. Neticede bir avuç insanın ulaşabildiği bu yol, herkese nasip olmamaktadır. 

İnsanın kendinden uzaklaşması bu yüzdendir. 

Kişiler, yaşamın zorlayıcı yanlarıyla karşılaştıkları an üzerine gitmek yerine gerisin geri ilk adım attıkları yere giderler. 

Belki de donanımlı olmanın en katı kuralı burada geçiyor olabilir mi?
Zorlukların üzerine git!


 

Anlıyorum. Duygularımız bölük pöçük, anılarımız yavan, gülümseyişlerimiz tatsız, adımlarımız hafif, bakışlarımız cansız, yüzlerimiz kırışık, saçlarımız kırık, kulaklarımız duymak istemediklerimizin fazlalığından ötürü sağır kalmış, soluğumuz insanların leş kokan ağır hitamları yüzünden tıkalı...




Üzerimizde insan hatalarıyla dolu bir yığın çöplük bulunuyor. Kendimizi bu bataklığın içinden kurtarıp da cevherimize ulaşmakta artık zorlanıyoruz. Kollarımız, yüklerden ağırlaşmış vaziyette. Keza ayaklarımız, eskiden '' yerin yüzünü acıtarak yürüyün ki hayata meydan okuduğunuz anlaşılsın '' denilirdi. Şimdiler de havada asılı duran bir boşluğu andıran ruhumuzu taşıyamıyoruz. Yerin yüzüne batıyoruz. 

Neresinden tutarsak tutalım bir şekilde elimizde kalıyor veya buharlaşıyor.


* Hayat sanki parmak uçlarına basarak ilerliyor. Varlığımıza dokunması gerekirken, bir tüy misali süzülüp yanımızdan geçiyor. Esintisi ürpermemizi sağlıyor ama kendimize bir türlü gelmemizi sağlayamıyor. Çünkü ziyadesiyle kendimizden uzağız. Seslendiğimizde duymuyoruz. Ancak binlerce kilometre uzaktan bir iç çekişi iliklerimizde hissediyoruz... Acının tüm feryatlarına kulak kesilirken, esas konusu '' kendimiz '' olan hiçbir eyleme kulak kabartmıyoruz.


Biraz konudan bağımsız, içe dönüş yaşadık... 

Donanımlı bir kimliğe sahip olmak için önceliğimiz kendimize ulaşmamızdır. Uzak kaldığınız o boşlukta meydana gelen tüm eylemler, olgular karşınıza çıkacaktır. Heybetleri göz alıcı, ürkütücü ve bir o kadar da ihtişamlı olacaktır. Mücadelenin sonunda galibiyetin veya mağlubiyetin pek bir önemi olmayacaktır. Galip gelirseniz mağlup olan yanınızı tamir edeceksiniz. Aynı şekilde mağlup olursanız, galip geldiğiniz tarafınızla kutlamalar yapacaksınız. 

Fayda zarar ilişkisini en iyi şekilde biçimlendirildiğinde kazanımların her türlüsü mağlubiyetleri kucaklayacaktır. Neticede bu serüven bizimle alakalıdır. Biz kendimizi yonttuğumuz müddetçe yetkin bir yapıya, edilgen bir kimliğe, güçlü bir karaktere ve de uyumlu bir insan profiline sahip oluruz... 

Saygılar.







Etiketler: