Deneyim
Hayatlarımız sisteme bağlı bırakılmış durumda ilerliyor. Bu da güzelliklerin ve iyiliklerin önünü kesmektedir. Bizler, '' ne yaşayacağımızı '' bilmeden bir yolculuğa çıkarıldık. Kimseler durmamızı istemedi. Bu yolda herkes yürüyor. Beraber yürüdüklerimizin yüzleri umutsuzluğu, kederi, hüznü yansıtıyor. Herkes mutlu olmayı istiyor ama kimse mutluluğu kendilerinde aramıyor. İnsan, kendisine sunması gerekenleri başkalarından bekleme umuduna giriyor.
Kimse zamanın ötesine ve üzerine binip yolculuk edemez. Zaman kendi başına bir eylemdir. Andır. Anda kalmak...
Ne güzel değil mi, zamana yaslanmış bir hayatı yaşıyoruz; yaşamaya çalışıyoruz. Her şey anlık gerçekleşiyor. Zaman, her yaşama ikramlarda bulunuyor. Anlayabildik mi kendimizi, biz oluruz. Çoğalırız ve ikramlara sarılırız. Farkına varmadığınız her an, anınız bir ömür tadında ilerliyor. Anda tanık olduklarımız bir ömürdür. Gördüğümüz ve yaşadığımız her şey tekdir. Görürüz ve biter. İkramlardan ne alırsak onunla besleniyoruz ve gelişiyoruz.
Burası önemlidir. İnsan anlık bir değişime uğrayarak; yaşam karşısında gard almaya başlar. Yapılmayacak tek şeydir. Ana teslim olmalıyız. An ne sunarsa onunla besleniriz. Zamana etki edecek eylemler gidişatı sekteye uğratabilir.
Zaman, gündelik telaşların arasından geçip gidiyor. Yaşam bize anın kıymetini sunar. An da zamandır. İnsanlığa sunulan ulvi ikramdır. Hazineyi gönlünde taşıyabilenler, gülümsemeyi hayatlarından eksiltmezler. En çok kendi başlarına kaldıklarında gülümserler. İnsan kendiyle kaldığınca kıymetlidir, değerlidir. Zaman, insanın kendiyle kaldığı anlara yaşam olmayı sever.
Yaşam, kendiyle olabilenlerin serüvenidir.
güçlü bir iradenin temeli birçok duygu ve düşünceyle sabitlenebilir hatta güçlü kılınabilir. Ancak bunlar zelzeleye maruz kaldığında çatlamaya müsait yapı taşlarıdır. Özü, sadelik ve içtenlik olmayan hiçbir temel taş yıkıma uğramaz. Erişimi kolaydır fakat insan bunun için bir mücadeleye girişmelidir.
benim birçok yazım '' insan ve benlik '' üzerine yazılıdır. Bunun dışına çıkmayı istemiyorum. İnsanın başka pencerelerden hayatın alanına bakmalı ve dersler çıkarmalıdır. Her birinden yetecek dersleri aldığımı söyleyebilirim. Fazlasına gönül vermedim. İnsan yapısı haddini aştığı şeylerin zararını başka şeylerin kaybolmasına tanık olmasıyla öder. Bir hissin, düşüncenin tamamıyla içimizi doldurması için çaba sarf edilirse inşa edilmiş temeller de çatlamalar meydana gelir. Gereğinden fazla yük, sağlamlığı zedeler.
Duygularına yön vermeyi başarabilenler doyumsuz bir yaşamın içerisinde her şeyin ruhlarına değdiğini hisseder. Diğer taraftakilere baktığımızda kıtlıktan çıkmışçasına ağızlarına, yüzlerine duyguların ve arzuların bulaştığını görebiliriz. Duygu eksikliği yaşayanların gelmesini sabırsızlıkla beklediği şeyleri başka bir caddede önü kesilerek tarumara uğramaktadır.
Sınırını bilmeyen insanın irade sahibi olması mümkün değildir haliyle temeli sağlam görünse de yıkıma müsaittir.
İnsanın dışarıya güçlü göründüğüne şahit olmuşuzdur. Genelde bu insanların dünyaları her adımla yıkımlara uğruyordur. Tozun dumanın altında kalan umutları da seslerini duyurmaya çalışır. Kişinin haricinde kimseler duymaz. Müthiş bir kaosun yaşandığı bu meydanın ilerisinde, tozun dumanın arasından yaklaşan birisi görünür. Topraktan geldiğimizin gerçekliğini resmeder gibi toprağı üzerinde taşıdığına tanık oluruz. Hezeyanı, acıyı, sızıyı, hüznü ve kahrı omuzlarına taşır. Kurtarabildikleri bunlardır; huzur, neşe, mutluluk, sevgi... bunları bazıları kayıp bazılar da enkaz altında kalmışlardır.
İnsan, karşısındaki insanın güçlü görünümünü hemen algılar. Beyin burada bir işaret olarak kalbe dokunur. Kalp da duygularımızı ayaklandırarak o kişiye saygıyla yaklaşmamızı öğütler. Kalp bilir, sarsılmış ardından büyük bir yıkımla dağılmış varlığın içtenliğini... Kalpler konuşur da bizler anlamayız.
Siz derseniz, '' bu insan çok güçlü '' diye... Bilin ki içtenliği harap olmuş, kaoslara yem olmuş sonun da da duyguların güzelliklerinden arınmıştır. Ağır ve can yakan duyguları da omuzlarında taşırlar.
Güçlü bir irade, insanın yıkımlarına tanık olduğu müddetçe mümkündür.
Bu insanlarda dikkatimi çeken şeylerden en önemlisi de '' her şeye gülmek istemeleridir. ''
Gayesiz bir yaşamın insana kattığı en büyük yenilik, hiçliktir. değerin ve yargının yanından geçmeyen bir bedenin, iç yolculuğu pekala çıkmaz sokaklarla sınırlıdır. Dünyevi alana döndüğü vakit her yere ulaşabilecek özgürlüğe sahiptir ama imkanı yoktur. Ulaştığı yerlerin insana kattığı sevinçten, hevesten yoksundur. Her şeyi olacağına vararak görür ve hayatın küçük neşelerine ve büyük düşüncelerine yürüyecek imkanı yoktur. yorgundur.
Etiketler: felsefe
Çevrenin etkisine bağımlı hale gelmenin yanılgılara sebebiyet verdiğini idrak edemeyenler, ilerleyenlerin arkalarında bıraktığı tozların içinde yollarını kaybederler.
Kırıp dökmeler nedendir? Niyedir insanların hayatlarına girildiğinde bir enkaza dayalı eylemlere girişilir? Teması '' yaşam '' olan bu döngüyü niye tersine çevirmenin daha makul ve olması gereken bir tutum gibi sergileniyor?
Bizler doğumdan sonra yaşamın o mucizevi çizgisinin üzerinde hayatta kalma yarışına katılmış birer yarışçılarız. Henüz emekleme dönemlerinde çizginin dışında hareket ediyor olmalarımız pekala hoş karşılanmıştır. Keza ayağa kalkıp yürümeye başladığımızda o gerisin geri emeklemelerden dolayı geride kalışlarımızı paytak ve aceleci adımlarla kapatmaya çalıştık; kah düştük kah ağladık... Sonuçta o yolun eksik yanlarını tamamladığımıza kanaat getirdiğimizde gördüklerimize hayret etmeye başladık.
Bunlardan biri '' büyüme '' olgusunun insan içinde müthiş bir etkileşimde kalmasıdır. İnsan büyüdüğünü, büyüdüğü vakitlerde değil daha çok yalnız kaldığı ve hüsrana uğradığı vakitlerde anlama başladı. İnsanı olgunluk penceresinin farkına varmasını sağladı. Haliyle döngü bir bakıma daha öteye evirildi.
Tabiat, insanların görkemlerine alışkın değildir. Çünkü insanlar, toplu halde yaşam sürdükleri günden bu zamana denk tabiatın kolları arasında hükümlerini sürdürmüşlerdir. Yerleşik hayatın filizleri atılmaya başladığı andan itibaren '' ihanet '' kavramı insanların merkezlerini işgal etmeye sonrasında da ele geçirmeye başladı. Tabiat, döngünün dışına çıkan canlıları yani insanları yaşamın çizgisinden sapmalarının tanığıdır. İnsanların döngüye yeni bir evre katmaları tabii ki ilahi gücün katkılarıyla gerçekleşmiştir. Hiçbir insan evladı veya topluluk istediklerini elde etmek için topyekun bir fikri benimseyemezler. Haliyle benimsediklerini sanarak aslında yaşam denilen mucizevi gücün karşısında zayıflığa düşerler. Topluluğu bir yola sevk edenler azınlık yani bir avuç insan fikridir, anlayışıdır.
Şimdiler de ise toplum topyekun, bir insanın yaşamına '' karışabilme, engelleyebilme, hak sahibi '' olabilme hakkını kendilerinde görüyorlar. Farkında olmadan bir avuç yani azınlık sayılacak insanların, toplumları doğru ve olması gereken o değerli yola götürmelerini engellemiş oluyorlar. Toplum bu durumun vahametinden habersiz kırıcılığı, gaddarlığı, hadsizliği ve memnuniyetsizliği bir '' inanç '' olarak gördüklerinden, başka insanların kendi fikirlerine sunacakları eleştirileri kılıç darbesiyle kesiyorlar.
İçinde bulunduğumuz topluma baktığımızda '' herkes '' birilerinin '' yaşamına '' müdahale etmekte ve yine baktığımızda '' birilerinin '' yaşamı herkesin hedefi haline gelmektedir. Ekranları boyayan yüzlerden bahsetmediğimi bilmenizi isterim. O kişilerin bu denli göz önünde bulunmaları, toplumumuzun zihnen geri kalmışlığının göstergesidir. Bu ayrı. Bahsettiğim insanın kendi çevresi içerisinde mahrum bırakıldığı durumlardır...
Şimdi şu soruyu sorabiliriz; toplumların yansıttığı bu tutumlar ilahi gücün etkisiyle mi olmuştur?
- Hayır. Bu tutumların yansıtıcı özelliği yoktur. Çünkü ilahi bir gücün etkisiyle olması için zihnen bir aydınlanma yaşanması gerekir... Bir avuç insanın toplumu doğru ve değerli yola sürüklemesi gerekir. Bunun olmadığı yerde ise toplumlar zihinlerini terk eden algıların yokluğunu aramak için sağa sola koşturmaya başlarlar; neticede ulaşamadıklarını anladıklarını da birbirlerine seslenirler... Bir, iki, üç derken sayıları hızla yükselerek önce azınlığa ardından kabalığa daha sonra topluluğa en sonunda da topluma evirilirler...
Yıkımları zordur ancak yıkıcı etkileri hafife alınmayacak güce sahiptir. İnsanların, toplumların anlayış veya benimseyişlerinden kopmak istemeleri ve hatta uzaklaşmak istemeleri bu sebeptendir. Gürültüleri anlamsızdır. Sağır edici değil de huzur bozucudur.
*
Etiketler: felsefe
Tüm dinlerde geçerliliğini koruyan bir söylem olan '' herkes kaderini yaşar '' sözü, insanların sığındığı bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanların çoğunluğu geçerliliğini kabul ettiği bu söylemi asırlardır devam ettirmektedir. Zamanla kötülüklere maruz kalanların '' kaderin bize çizdiği yol bu olmamalı '' gibi çıkışlar sergilenmiştir bu karşın inançlarını derinlerinde yaşayanların hiçbir bahaneyi önlerine almadıkları da bilinir. Günümüze kadar gerçekliğini koruyan söylemin gün geçtikçe değerini taşımakta zorlanıldığını bilmeyenimiz yoktur. Duruğunu korusa da inananların çoğunluğu azalmaktadır.
Dini ritüellerde '' kazanım veya kayıp '' olarak bilinen - kader, alınyazısı - değersizleşen toplumların çoğalmasıyla temelinde sarsıntılar yaşanmaktadır. Bir fiil gerçek kabul edilen ve destansı hikayelerin olduğu dönemlerden bugüne geldiğimizde, anlatılan hikayeler zamane insanlarındaki etkilerini günümüz insanlarında göremiyoruz.
- Kadere inanır mıyım? - gibi bir soruyu kendime sorduğumda, inancımın ağır olduğunu hissediyorum. Ağır bir kaza geçirmiş olmasaydım, belki de bu inancım günümüzün çoğunluğuna ayak uydurmaktan geri kalmayacaktım. 2009 yılında ölümden dönmüş olmasaydım, '' inanç '' kavramına bu denli bağlı kalmayacaktım belki de.
Peki, başlıktaki soruyu kendime yöneltecek olursam;
Yön verilebilir. Fakat bu yön verdiğimize inandığımız yönelimler alın yazımızda yazılı değil midir? Kendimiz için - farklı - eylemlere giriştiğimizde, - bu alın yazımda yazılı değildir? - diyebilir miyiz?
Kanımca herkes görev niteliği taşıyan bir döngüselin içerisinde rollerini en iyi şekilde yerine getirme eğilimde olmalılar. Tabii her canlının bir rolü olmasına karşı rollerinin farkına varmayanlar da kaderlerine şekil veremeyenlerdir ve onlar en tehlikeli insansı canlılardır. Çünkü yaşam sürdüğümüz alemin gidişatını çomak sokarlar ve içten içe çürütürler.
Biraz ileri gitmiş olacağım ama bence insanların iki yüzlü kaderi vardır. Kendini keşfetmeyenler ve kendi sınırını aşanlar...
Kendini keşfetmeyenler, - olacaksa olur, kaderimizde yazılıysa gerçekleşir - algısına sahip kişilerdir. Alınyazısına yön vermek için ayaklanmak yerine Oblomov gibi koltuğa uzanıp hayatı sorgularlar ve bir adım öteye gidemezler.
Hırçın, istikrarlı ve disiplinli bir hal içerisine girmekten kaçınanlar insanlığı çürütenlerdir. Haliyle üstün kavram olan '' benliklerinden '' bihaberdirler bu da insanlığı kaçınılmaz sancılara tabii tutar.
Her iki bakımdan da yön verilmeye müsait olan kader, aslına bakıldığında üzeri renksiz hadiselerle doldurulmuştur. Bizlere burada düşen görev de harflerin üzerini doldurmaktır. Alınyazısında kötü hadiselerin yer aldığını gözden kaçırmayacağımız kafidir.
İnsanı acı haricinde ne güçlü ve dirençli kılabilir?
İçi doldurulmamış, çevresi keşfedilmemiş bir benlik, döngüyü yoran, insanlığı sekteye uğratan ve yaşantılarından dersler almayan insanların çoğalmasına vesile olacaklardır.
Alınyazısında yer alan acı (lar) her kimin hayatında gerçekleşiyorsa insana üstünlük katacaktır Yaşanması ve taşıması epey güç gerektiren hadise(ler) zamanla kuş tüyüne rakip olacak hafifliğe ulaşacaktır. Piramidin sonuna ulaşan insan, ellerini havaya açıp isyan etmeyecektir, varlığına ve karşılaştıklarına içten bağlılığını duyuracaktır.
Diğer tarafta bıraktığımız, içlerini ve üzerlerini doldurmayanlar, alınyazılarını olduğu gibi kabul edenler, yönlerini kaybedenler olarak mücadeleden yoksun insanlar mezarlığında sıradanlar olarak kalacaklardır.
Yön dediğimiz şey sınırlarımızı zorlamaktır.
Kader, bir sonra ki adım için yola çıkmamızı ister. Fakat her şeyi olduğu gibi kabul edip, adım atmak yerine kımıldamayanlar, yola koyuların rotalarında sıradan engeller olarak kalacaklardır.
Etiketler: felsefe
Etiketler: felsefe