Rafa kaldırdığım romandan bir kısım II
Köyümüzde Namık adında yetmiş yaşlarında bir adam vardı. Bacaklarının diz altı harp meydanında saplanan şarapnellerden dolayı kopmuştu. Çevreden ve devletten gelen gurur okşayıcı sözler ve yardımlardan sonra her şeyin olağan döngüye gireceğini anlayan evlatları bir gece köyü terk ederek adamcağızı yalnız bırakmışlardı. İhtiyar da bu iç burkan durum karşısında uykusuz kalarak hastalandı ve cılız, kırışık bedeniyle çürümeye tutuldu. Adamcağız ömür adadığı evlatları tarafından sıradan birisi gibi görünmeye başladığı o dönemden ölüm anına kadar tükenmenin o müthiş sancısı içinde kaldı. Sinir harbine tutulduğunda dermansız düşen kollarıyla kendini taşımaya çalışır, kolları titremeye başladığında yere serilirdi. Bazı geceler karanlık evden sesler duyan köylüler, evde yaşayan birinin olduğunu bilmelerine rağmen korkuya kapılırlardı. En olmadık zamanlarda genelde gecenin en dip vaktinde sisli evin içinden sesler gelirdi, ‘’ ölmek istiyorum ‘’ diye.
Günler sonra bir sabah eve gelen komşu kızının yakarışıyla köy halkı eve toplanır. Adamın cansız bedenini görenler ağıt yakmaya başlar. Cenazesi toprağa verildikten sonra herkes devam eden günlük işlerine geri dönmüştür. Haydar da cenazeden sonra kahveye uğrar ve herkes bir ağızdan adamcağızın arkasından konuştuklarını duyar. İyi hatıralarından bahsedecek değillerdi tabi. Zira yaşlı adamı sokağa çıkarmak istediklerinde adam çoğunlukla karşı çıkmıştır ki bu sebepten ötürü sokakta pek görünmezdi. Onun dışarı çıkmamak için dile doladığı şu sözcük tüm köylünün dilindeydi.
‘’ Her yerde savaşın izleri var ‘’
Yaşlı adamın yaşadıklarına dayanamayan eşi yataklara düşmüş, bir hafta geçmeden hakkı rahmetine uğurlanmıştı. Yukarıda bahsettiğim gibi evlatları adamı dört duvar arasına mahkûm etmişti. Haydar köşede tek başına oturarak konuşmaları dinlemiş, konuşulanların insanı hayrete düşürecek boyuta ulaşınca kahveyi terk etmişti. Eve söylenerek giderken babasının kapının ağzında odun kestiğini görünce içini saran sıcaklığın ve güvenin huzuruyla bağırmış ‘’ İnsanlar sahte! ‘’
Erdem Bey elinde tuttuğu baltayı köşeyi koyarak omzundaki havluyla yüzünü sildiği sırada Haydar’ın başını önüne eğerek yürüdüğünü görünce seslenmiş.
‘’ Kaldır başını evlat. Utanma! İnsan başını yere eğerse utançları aklına gelir. Yapma! ‘’ demiş.
Haydar’da babasına '' dün uzun yaşasın diye dualar edenler, bugün öldü diye seviniyorlar’’ diyerek karşılık vermiş.
'' Namık Efendiden mi bahsediyorsun? ''
Haydar soruya cevap vermeden,
'' Yok efendim bizim hanımı taciz etmiş, birine de küfretmiş, bir başkasını da evden kovmuş diyerek adamcağızın hakkında konuştular. Bu kadar kolay mı baba? ''
'' Bana bak evlat. Hanımların neler yaşadığını bizler bilemeyiz, Doğruysa günaha girersin, değilse de onlar girer. Kendine günah perdesinin iki yüzünde de yer beğenme. Sana aydınlık gelenler belki de karanlıktır, renksizdir. Günahtır, bu kadar kolay aldanma. Ne yaşandıysa geride kaldı. Vicdanlısın. Haksızlığa gelemezsin, bilirim. Kendini bağlı olduğun dünyandan çıkartma. Her iç dünyanın yaşam ilkeleri farklıdır; kimisi insanı kötüleyerek sever, kimisi sevecek bir insan ve kötülük bulamaz. Bırak insanlar ne derlerse desin. İnsanlar kincidir. İnsanlar nankördür. Kediler nankördür derler. Kedi nankörlüğün ne demek olduğunu bilmez; insan bildiği için o ağır kelimeyi taşımak istemez; onu da duygulardan habersiz bir canlıya sunar. Seni bilirim, benim oğlumsun. Hissettiklerini de anlıyorum. Değer mi? Eğer onlara, o kahvedekilere sinirin hala tazeyse rahmetlinin evine git, onu anlamaya çalış. Onları ancak böyle yıkabilirsin. Senin gibi vicdanlı davranmaz; onlar o adamcağızın evinin yakınından geçtiklerinde hızlı adımlarla uzaklaşanlardır. İnsan kendisine korku verenin sonunda hakka yürüdüğünü öğrendiğinde içlerine hapsolan korkuyu gün yüzüne çıkartırlar. İnsanlar korkularını seyredemezler ama başkalarının korkularından haz duyarlar. ‘’
Haydar rahmetlinin evinin önünde saatlerce kımıldamadan durarak dört duvar arasına sıkışan hayatı aklında canlandırmaya çalışmış. Yürüyememek.
Ne ağır bir yıkımdı. Kimsenin kolay kabulleneceği durum değildi.
Haydar dehlizine hapsolan bu iç yakınmalarını gövdesine sevi isimlerinin yazılı meşe ağacının altında anlatmıştı.
Yorumlar
Yorum Gönder