30 Aralık 2022 Cuma

Küçük dağın büyük gölgesi


                                                               Fotoğrafın alındığı profil             


Bir sabah uyandım ve insanların sokaklara döküldüğünü, ağladıklarını ve çocukların yerleri dövdüklerini gördüm. Gruplar halinde bulunan ebeveynler de dizleri üzerine çökmüş ellerini göğe kaldırmış dua ediyorlardı. Bazı duaların o sıcak tınısını duyunca huzura misafir oldum. Sonra bir gürültü koptu. Herkes çil yavrusu gibi dağıldı. Çocuklar bilmedikleri insanlara anne, baba diyerek koşup sarılıyordu. Gözleri kanayan ebeveynler çocuklarının isimlerini haykırıyordu. 


Yaşananlara dayanamadım, koşarak aralarına girdim. Çocukların yanlarına gidip isimlerin öğrenmeye çalıştım. Kimse sesimi duymuyordu. Önünde eğildiğim çocukların gözleri bana değmiyordu. Ellerimle üzerimi yokladım. Hissediyordum. Buradaydım ama beni neden görmüyorlardı. Kör mü olmuşlardı? Hayır. Olamazdı. Çocukların gözleri parlamalıydı. İçli ağlamaların arasından fırlayıp insanlardan uzaklaşan çocuğun arkasına düştüm. Seslenmeme karşılık vermiyordu. Acaba çok gürültü vardı da ben mi duymuyordum? Kulak zarlarımda hasar mı oluşmuştu? Bilemem.


Çocuğun arkasından gitmeliydim. Küçük bir dağın tepesine çıktı. Ellerini göğe kaldırdı. Beyaz ışık huzmesi çocuğun küçük bedenini ablukaya aldı. Bir ara dizleri üzerine çöktüğünü gördüm.


Gözleri kanayan bir kadın küçük dağın tepesindeki çocuğunun sesini tanımıştı. Bana çarpmaması için köşeye çekilsem de kadın içimde geçti.

Hissettiklerim ve tanık olduklarım dünyama nasıl bir anlam bırakacaktı, bilinmezdi. 

Kadın, çocuk için Tanrıya ulaşmasını sağlayan dağın zirvesine on adımla vardı. Kadın, çocuğuna arkadan sarıldı. Kadın, çocuğun dokunduğun yerlerinden kan akmasını sağlıyordu. Kadın sebebiyet verdiği bu izdiham için ağladıkça, çocuğun gözleri gülüyordu.


Yumruk büyüklüğünde yağmur damlalarından bir tanesi yol üzerinde sırt üstü uzanmış, ellerini havaya kaldırmış bir adamın gövdesine düştü. Adam, gövdesine düşen yağmur damlasının külfetini haykırarak tüm cihana duyurdu. Bedeni ikiye bölünen adam ellerinden destek aldı. Bel altı olmayan adam, ayaklarının ucunda durdu. Canını hissetmeye çalışıyordu. Çocuklardan bir tanesinin anne ve baba bildiği ama normalde tanımadığı insanların arasında gerçek anne ve babasında hissetmediği sıcaklığı tattığına emindim. 


İkiye bölünen adam ellerinden destek alarak uzaklaştı. Dizlerini kırarak ve ellerini ileride tutarak ilerleyen kadın arada bir eliyle kanayan gözlerini siliyordu. Yürüdüğün yolda ayağı takıldı, dengesini kaybetti ve yere düştü. 

Az önce insanı ikiye bölen yağmur damlası şimdilerden esamisinden eser yoktu. Yağmur yağmıyor, güneş açmıyor, havada leşle beslenen tüm canlılar daireler çiziyordu. 

Yere düşen, dengesini kaybeden insan gördüklerinde alçalan canlılar, kadının yalpaladığını ve düştüğünü görünce hızla yere alçaldılar. İnsanı tamamlayan organların ayrı bir yerde olduğuna kanaat getiren canlılar kanat güçlerini kullanarak kadını yerdeki cansız bedenin üzerinden çekmeye çalıştılar. Kadın çığlıklar eşliğinde nereye gittiğini bilmeden ayaklanıp uzaklaştı.


Yarım bedenli adam bir anda meydanda belirdi. Avuçları kan içinde kalan adam, leşçillerin diğer bedenine indirdikleri her pençe ve gaga darbesinde bağırıyordu. Leşçillerin yanına yaklaşmasına az kalmıştı ki omuzuna giren pençeyle sarsıldı. Güçlü canlı adamı kavrayıp havada süzülmesini sağladı. Adamı yükseğe çıkardıktan sonra bıraktı.


Bir araya gelen serçeler bir güç görüntüsü vermek için birlikte havada süzülmeye başladılar. Çocuklar göğün çevresin daireler çizen canlıların yere indiğini gördüklerinde kaçacak yer aramaya başlamışlardı

 

Serçeler çocuklar için kahraman imajına sahip canlılardı. Serçeler çocuklara güven verme adına girişimlerde bulunarak insan avına çıkmış leşçilleri uzaklaştırıyorlardı. Leşçiller uzaklaştıkları yere kısa zaman sonra tekrar geliyordu. Bu döngü saatlerce sürdü. Yerde yiyecek bir beden olmadığına emin olan leşçiller kanatlanarak semadan uzaklaştılar. 

Çocuklar bu süre zarfında tanık olduklarıyla çocukluklarını geride bırakmışlardı. Hepsi birer yetişkin insan erdemine sahip olmuşlardı.

Semayı kaplamaya hazırlanan kara bulutları dağıtmak için takım çalışmasına başlayan serçeler kanatlarını kuvvetli çırpmaya başladılar. Dağılıp sonra geri bütünleşen bulutlar sonunda esintiye direnemediler ve küçük bulutlar halinde birbirlerinden koptular.


Küçük dağın tepesinde annesinin şefkatli sıcaklığıyla eriyen çocuğun ardından güneş semaya yerini aldı. Hayatlarını kaybedenler birer çiçek, yaralı olanlar da birer su damlası oldular. Tanrı bir anlaşma yaparak ebeveynlere, çocukların ruhlarını esir alan ve tanık oldukları korkuların tümünü taşımaları karşılığında çocukların önüne güzellikler sunacağını söyledi. Kabul ettiler. 


Çocuklardan birisi yol üzerinde açan çiçeğin önünde durdu, '' güzel görünüyor değil mi? '' dedi. Yaşananlar karşısında gözleri görmeyen ebeveynler, çocuklarının zihninde yer alan görüntüler canlanınca irkildiler. Çocuklar güzelliklerin içinde bulunan daha güzel şeylerden söz ettiklerinde ebeveynlerin yıkılmalarına sebep oluyorlardı.


Bir çocuk az önce ebeveynlerine çiçeği gösteren çocuğun arkasında bulunan ve havada süzülerek duran güzel bir kelebeği işaret etti.

Küçük dağın zirvesinden inip diğer çocukların arasına karışan çocuk, akranlarının tanık olduğu güzellikleri ebeveynlerine göstermelerine şöyle seslendi.

'' Sizlere güzel gelenleri kimselere göstermeyin. Her güzelliğin arkasında çetin bir savaş vardır. Sizler güzelliklere tanık oldukça, çetin savaşın mağdurları sevdikleriniz olur!'' 

Uyandığım rüyamda geri uykuya dalmak için çocukların vicdanlarına uzandım. 


Etiketler:

27 Aralık 2022 Salı

En iyi dostlarım, koltuk değneklerim.





Öncelikle geçmiş olsun. İki kere bacak kırığı yaşamış birisi olarak aklınızdaki birçok soruya yanıt vereceğimden kuşkunuz olmasın. İçinde bulunduğunuz o buhranın nelere sebebiyet doğurduğunu bilirim, yaşadım. 

Öncelikle kırığınızın parçalı olması iyileşme sürecinizi normal kırıklara nazaran biraz daha sancılı geçmesini sağlayacaktır. Tabii bu korkmanıza vesile olmamalıdır. 

2009 (19) yılında karşıdan karşıya geçerken yavaş ilerleyen bir aracın önüne atlayıp yaya geçidinden karşıya geçerken yan yoldan gelen bir arabanın çarpması sonucunda yerden 10 metre kadar yükseldim ve orta refüjde bulunan palmiye ağacına çarptım. Ağacın dikenlerine batarak yere düştüm. Palmiye ağacı olmasaydı diğer yola düşebilirdim sonrası malum. 

Hastaneye kaldırıldım. Ameliyatın beş saat sürdüğünü ablamdan öğrenmiştim. 10 gün hastanede kaldıktan sonra eve yolandım. 19 yaşında bir gençtim. Hayat karşısındaki tüm ideallerim, hayallerim, umutlarım bir kazada yerle yeksan oldu ve içe kapanık bir insan oldum. Bazı geceler çok ağladım. Ayaklandığımda her şey değişecek dediysem de değişen bir şey olmuyordu. 

Bu zaman zarfında 10 ay boyunca evde kaldım. Eve gelişimin 2.nci ayından sonra bastonlarla dışarıda yürümeye başladım. İnsanların bakışları, çok acınasıydı. Sizleri çok iyi anlıyorum. Ve size bir şey deyim mi, ayaklanıp eskisi gibi yürüyeceksiniz. Bacağınızda bulunan platini çıkartmanızı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Onun ağırlığını 7 yıl yaşadım. Kış geldiğinde bacağım tutmuyor ve buz tutuyordu. Yürümekte zorlandığı gibi ayakta duramıyordum. Bu sancılara dayanamıyordum. Karar verdim. 
7 yılın sonunda bacağımdan platin çıkartıldı. Baygın halde yatağa getirildim. Uyandığımda yıllardır hissiyatını bildiğim o platinin bacağımda olmadığını anladığımda hüngür hüngür ağladım. 

- Sizlere şunu yapın, bu hareketi uygulayın - desem de canınızı fazla yakmayacağınızı bilirim. Canımın yanmasına rağmen hareketlerden geri bırakmadım bacağımı. Tabi korkarak yapıyordum. Kırığı vidadalar tutuyordu. Her an ters tepebilir korkusu yüzünden birçok hareketi yapmaktan korktum. Kırığınız dizinize yakın değilse dizinizi bükmekten geri kalmayın. Kireçlenmesi pekala en kolay yerdir. Çünkü travmaya maruz kalan bacak kasları, tüm işlevlerini kaybeder. Haliyle dizdeki sıvılarda kurur. Dizinizin kireçlenmesi uzun dönemde canınızı epey yapacak şeydir. Kireçlerin kırılması için uygulanacak egzersizler gözünüzden yaş akıtacaktır. Dizinizi olabildiğine hareketlendirin.

Kırığın daha iyi kaynaması için kemik suyunu her gün içmekten kaçının. Çünkü bu hareketsiz bedeninizi yağlandırmaya sebebiyet verir. Haliyle kırığınıza fazla yük binmiş olacaktır. Şunu unutmamakta fayda var; ne yerseniz yiyin, faydasını ilk kırık olan kemik alacaktır. 

Fazla yemekten kaçının. C vitamini alabilirsiniz. Takviye olarak magnezyum da olabilir. Yürüyüşünüzü uzun tutun. Eve geldiğinizde ayaklarınızda karıncalanmalar olmasını sağlayın. Ne kadar çok üzerinize basarsanız kırık uçlarını o kadar kanlandırırsınız ve kırığın kaynamasını hızlandırırsınız. Tüm yükünüzü kırık bacağınıza bırakayım demeyin. Zamanla vücut orantılı dağılımı yapacaktır. Siz fazla yük bindirmek için çabalamayın. 

Dışa dönük insansanız içinde bulunduğunuz durumdan bir an önce kurtulmak isteyeceksiniz. Her şeyin hemen gerçekleşmesi için türlü yolları denemekten kendinizi alıkoyamayacaksınız. Sakin kalın. 

10 ay uzak kaldığım dünyaya dönüşüm pek hızlı oldu. Sizin de olacaktır. Kendinizi keşfetmek için müthiş bir zamandır. Her ne kadar acınız, sızınız kendinize ulaşmanızı engellese de 2nci aydan sonra ağrılar kalmayacaktır. Kendinizi keşfetmek için önünüzde uzun bir zaman olacaktır. Yeri gelecek ağlayacak, yeri gelecek kendinizi methedeceksiniz. En güzeli de yeni hayallerin içinde olacak olmanızdır.

Olgun yaştaysanız ise hayatı ve kendinizi sorgulama imkanına sahip olacaksınızdır. Sonuç itibari insanlardan uzak kalmak pek iyi olmasa da kendinizle geçireceğiniz zamanın aslında dış dünyadaki insanlarla geçirdiğiniz zamandan daha değerli olduğunu anlayacaksınız. 

2016 yılında bacağımdaki platinin çıkarılması için doktorlar görüştüm. Çıkartılmasının sorun teşkil etmeyeceğinden söz etti ve ameliyat girdim. 2018 yılında bacağım kırıldı. 






Halı sahada kırıldı. Kendimi tutamadım. Bana göre aptallık, çevremdeki insanlara göre yazılmış kaderdi. Olan olmuştu. Yukarıdaki kırığın anısı bir arkadaş istemeden arkadan makas girerek topa basmamı ve sonrasında dengesizce düşmeme neden oldu. 


Bu da ameliyattan sonraki gün çekilen film. Bacağı önden gösteren görüntülere erişim olmadığı için yandan halini sizlere sunuyorum. 



Ameliyattan 2 ay sonra ki görüntü. Doktorun kaynamanın iyi olduğunu söylediği gün. O gün hastaneye tek bastonla gitmiştim. Doktor tek bastonla geldiğimi görünce diğer bastonu sordu. Evde olduğunu söyledim. Güzel bir fırça attı. '' 5 aya kadar dışarıda iki bastonla devam. Vidalar yamulabilir ''dedi. Bu arada 16 vida bulunuyor.

İkinci kez kırılma yaşanmasından sonra toparlanmam hızlı oldu. Bir de kırığın durumu, parçalı olmadığı için ayaklanmam hızlı oldu. 






Ameliyattan önceki sıfatım








28 Ocak 2022'de ameliyat sonrası bacağımın son görüntüsü. Çok şükür iyi kaynamış görünüyor. 
Doktor ameliyat esnasında, '' zırh gibi kaynamış '' dediğinde nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Bu arada Epidural anestezi uygulandı. Operasyondaki konuşmaları, alet erdavatın seslerini, gelen gidenin görüntülerini hem duydum, hem gördüm.

Bu da ameliyattan sonraki görüntüm.

2 hafta sonra tekrar hastaneye dikişleri aldırmaya gittiğimde doktorla durumum hakkında konuştum. 
'' Spor yapabilirsin. Ağır sporlardan uzak durman yeterlidir. Futbol, Kaykay vs. '' 
Koşabilir miyim dediğimde,
'' dilediğin gibi koşabilirsin '' dedi.

1 yıla yakındır koşuyorum. 84 kilodan 72 kiloya kadar düştüm. Aralıklı oruç diyeti uyguluyorum. Açlık hissini uzun zamandır hissetmiyorum. Aynı bacağının belirli yerlerinde iki kırıkla hayata kaldığım yerden devam ediyorum. 

bu hadise  bir iki yıl sizi geriye atabilir, bu konuda anlaşalım. Ayaklanmanız ne kadar sağlıklı ve sağlam olursa öne geçmeniz o derece mümkündür. Korkuya yer vermeyin.

Umarım ihtiyacı olanlara ulaşır...

Hafif acılar konuşulabilir ama derin acılar sessizdir.
SENECCA

Etiketler: ,

23 Aralık 2022 Cuma

Cennetin en güzel kokusu

 



Yetmiş beş yaşındaki kamburu çıkmış yaşlı adam yol üzerinde dudaklarını oynatarak ilerliyordu. Sol elinin altındaki bastonu yaldız kaplamalıydı. Başını kaldırmakta zorlandığı gözlerden kaçmıyordu. İnsanların yüzlerini saran telaşı, sevinci, huzuru hissetmeye çalışsa da başaramıyordu. İnsanlardan yayılan renkleri algılayamıyordu. Boynundaki ipe bağlı gözlüğünü titrek ellerle gözünün önüne indirdi. Çocukların annelerinin, babalarının ellerini çekiştirerek gerilerinde kalan dükkanların camekanlarında görülen oyuncakları aldırmak için başlarını geriye döndürerek onların vicdanlarına dokunmaya çalışmaları yaşlı adamın yorgun canına dokunmaktaydı. Yanlarına yaklaşıp isteklerini onlara sunmak için yürüyecek gücü kendisinde bulamıyordu. Bazı çocuklar da ailelerini kandırarak ağlıyor süsü vermiş ve isteklerini aldırmışlardı. Diğer tarafta bizim yaşlı karakterimiz günlerdir görmediği hatta aylardır görmediği torununu hatırlamak için hafızasını kurcaladı.

Dudağından hüzünle karışık tatlı bir sözcük yayıldı.

” Dede ‘’

Güneş yavaşça semadan çekiliyordu. Yaşlı adam durağa yürüdü. Otobüs on dakika kadar sonra durağa giriş yaptı. Otobüsün arka tarafına gitmek istemese de yapamadı; gözü kestirmedi. Şoförün üç koltuk arkasına oturdu. Çevresinde kimseler yoktu. İki koltuk arkasında orta yaşlı iki kadın vardı. Kadınların arka çaprazında tahmini on yedi yaşındaki genç, Puşkin’in Yüzbaşının Kızı adlı kitabını okumaktaydı. En arka sıralarda toplamı dördü bulan insan vardı.

Cebinden çıkardığı mendili ağzından dökülmeye başlayacak olan salyalarının önüne serdi.

Yarım saatin sonunda otobüsün mahalleye yaklaştığını gören yaşlı adam yerinden kalkmaya çalıştığı sırada otobüs yol üzerindeki kasisten geçince yaşlı adam koltuğa yığıldı. Mendil yere, gözlüğü de gövdesine düştü. Yorgun cüssesinden hırıltılar yükseliyordu. Şoför aynadan adamı görse de istifini bozmadan yoluna devam etti. Yaşlı adam yerdeki mendili almak için otobüsün durmasını bekledi. Ancak değerli parçasını kaybetmiş gibi gözünü mendilden ayırmıyordu. İki yüz metre sonra otobüs durakta durdu. Yaşlı adam yerdeki mendili almak için bastondan destek alırken diğer boş elini otobüsün iç iskeletindeki demirlerden en yakınına sardı. Yüzü mendile yaklaştıkça kolları geride kalıyordu. Neyse ki kitap okuyan genç, yaşlı adamın dengesini kaybedip yüz üstü düşmesine imkân bırakmadan yerden kaldırdı. Yaşlı adamın iskelete sardığı elini tuttu, yardımcı olarak otobüsten indirdi. Genç yerine oturdu. Otobüs hareket edince adam henüz yüzünü görmediği genci görebilirim umuduyla gözlüğünü taktı. Genç başını önüne eğmiş kitabını okuyordu. Yaşlı adam gördüğü diğer dört kişinin dışında sadece içten gelen yakınlıkla gencin kendisine yardımcı olduğuna inanarak dudaklarını oynatmaya başladı.

Evin yolunu tuttu. Sol bileğinde hafif ağrılar baş göstermişti. Otobüste düşen mendilini almak için kendisini oldukça zorlamıştı. Bastona vücudunu yaslamadan yürümesi zordu. Bileğinin ağrısı yolda sürekli yalpalamasına neden oluyordu. Mahalleye giriş yaptığında çocuklar ayağının dibine toplanarak hep bir ağızdan adama seslenip onun sevgisine ihtiyaçları olduklarını belli eden davranışlarda bulunmuşlardı. Adam beline sarılan kıvırcık saçlı, ince sesli hafif tombul kızı öpmek için önüne eğildi. Kızı alnından öptü. Kız çocukların en büyüğüydü.

Yaşlı adam elini cebine attı. Bozuklukları büyük kıza vardı. Çocuklar sağa sola koşturmaya başladı. Yaşlı adam gülerek yoluna devam ederken çocuklardan birkaç tanesi yaşlı adamla oyunlar oynamak için ona hafiften vuruyor, önüne geçiyor, etrafında dönüyordu. Yaşlı adam etrafında dönen çocuklara içten gülüyor, onlara yetişmek için bastondan destek alarak dönüyordu. Çocukların ilaç etkisine benzer huzurları yaşlı adamın bileğinin ağrısını dindirmişti. Çocukların yaklaşımı yaşlı adam incitici gelmiyordu. Yaşlı adama değen eller adamı sanki gençleştiriyordu. Dışarıdaki insanlar için bu öyle algılanmadığı gibi sarsıcı ve zarar verici bir etki uyandırıyor olacak ki komşular çocuklara seslenince çocuklar adamın elini öperek, ceketine ellerini savuşturarak dağıldılar.

Yaşlı adam yer altında olan evinin kapısını açarken komşu kadının sesi duydu.

” Vural amca, bir saat önce senin kız ile damat geldi. Seni sordu, bizde gezintiye çıktığını söyleyince başını sallayıp arabaya binip gittiler.”

Yaşlı adam sesin geldiği yana döndü,

Kızım, tekrar söylesene. Fazla duymuyorum.

” Ebru geldi. Seni sordu.”

” Essah mı? Torun yanında mıydı?”

” Arabadaydı.”

” Sağ ol!  Sen çok yaşa emmi kızım. Var ol” dedi.

Kapıyı açıp içeri girdi.

Yaşlı adam komşusunun arabada olduğu söylediği torununun, yanına gelen çocukların arasında olabileceğine inanmak istedi. Mahalleye bakan küçük pencerenin önüne geldi, başını dışarıya çocukların olduğu yere çevirdi.

Ah, şu mu? Yok… Şu aynı ona benziyor. O da bunun gibi Haylaz.

Hiçbirinin torunu olmadığına inandığında cümle aleme kızgınlığını belli edercesine dudaklarını hızlıca kımıldatmaya başladı.

Henüz üzerini çıkarmamıştı. Torun hasretiyle kavrulan yaşlı adam, içeriye lavabonun önüne geçti. Kırışmış, yorgun ve kirlenmiş yüzüne baktı.

” Ah Sakine, ah… Ne diye gidersin ki. Bilmez misin, elim ayağım sendin” diye mırıldandı. Elini yüzünü yıkadı.

İçeriye geçtiğinde kızının hemen gitmediğini, bir süre beklediğini düşünmek için kendini kandırdı. Komşunun anlattığına göre geldiği gibi gitmişti.

” Bekleseydin be evladım”

Hava bir saate kararacaktı. Çocuklardan birisine seslenmek için pencerenin önünde durdu. Mahallenin tüm çocukları pencerenin önünde yaşlı adamı görür görmez koşturmaya başladı. Hepsi yaşlı adamın bu saatlerde ne isteyeceğini bilmelerine rağmen yine de yaşlı adamı yakından görmek için birbirini itip kakarak pencerenin önüne doluşmuşlardı.

 

” Dede, aşağı mahalleden az önce geldim. Mahalle ekmek kokuyordu. ”
” Dede bende yeni eve aldım. Bizim bakkaldan. ‘’
” Biz fazla ekmek aldık dede, anneme deyim mi versin bir tanesini”

Yaşlı adam karşısında adeta cennetin en güzel çiçeklerini, yıldızlarını, güzelliklerini ve canlılarını gördüğünü sanıyordu. Gözünden bir damla süzüldü. Çocuklar bunu fark etseler de o damlanın neden düştüğü üzerinde durmadılar.

Adam elindeki parayı çocuklardan birisine uzatırken
 ” kendinizi yormayın’’ dedi.

Parayı almak için elini açık pencereden içeriye uzatan çocuk, parayı aldığı gibi koşmaya başladı. Tüm çocuklar yaşlı adamdan parayı alan çocuğun etrafından koşuşturmaya başladı.

Karşı binada oturanlar, çocukların yaşlı adamın pencere önünde duran sonra toplanıp koştuklarını görünce gülümsemişlerdi.

Pencereden başını uzatan kadın, çocuğunun çocukların arasında koştuğunu görür görmez başını hemen yaşlı adamın evine çevirdi. Yaşlı adamın beyaz saçları açık pencereden görünüyordu… Kadın iç geçirdi.

 

Pencere önüne doluşan çocukların çıkardıkları seslere gülümseyen yaşlı adam gözleriyle ekmeğe giden çocuğu aradı. Çocuk, diğer çocukların arasında duruyordu. Ekmeği bir başka çocuk tutuyordu. Çocuk diğer çocuğa nispet edercesine pencereden içeriye uzanarak ekmeği salladı. Diğer çocuk bu duruma sessiz kalmadı. Ekmekten artan parayı vermek için elini içeriye uzattı. Yaşlı adam odanın kapısına vardığında bir çiçeğin doğuşuna kulak kabarttı.

” Dede, dede. Para? ”

Yaşlı adam çocuğun tatlı serzenişine karşılık vermedi. Odanın köşesinden geriye baktığında çocuk hala kolunu içeriye uzatmış duruyordu.

” Sen kimin çocuğuydun? Hamdi'nin mi? ”
– Evet
” Kardeşine, kardeşine bir şeyler al”
– Tamam dede, dedi. Sanki adamın bunu söylemesine bekler gibi gözden kayboldu.

Yaşlı adam kuru ekmeğin yanında iki üç dilim kalmış peyniri ve on kadar zeytini ve bir yanı ezilmiş domatesiyle karnını doyurmaya başlarken, balkonlardan kadın sesleri yükseliyordu. Her bir ses yaşlı adamın cennet bahçesindeki çiçeklerin ismini haykırıyordu.

Vural Bey, sırtını arkasına yasladığında sırtından çatırdamalar içeriye doluştu. Tekrar doğrulup önünde kalmış iki adet zeytini yemeye yeltenirken kapısı çaldı. Yerinden zar zor ayaklandı, hemen yanında duran bastonuna sarılarak kapıya koşar adım gitti. Kapıyı açtığında, oğlunun geldiğini haber eden kadın vardı. Elinde bir tabak vardı.

 

” Vural Amca buyur… Rahmetli Sakine Teyze sizin zeytin yağlı sarma ve dolmayı çok sevdiğinizi söylerdi. ”
Yaşlı adam titreyen eliyle uzatılmış tabağı tuttu. Dili varmıyordu konuşmaya. Kırk yıllık eşinin ismini tekrar duyduğunda hezeyana uğramıştı.
 

Vural Bey dudaklarını kımıldatarak konuştuysa da ne dediğini anlayamayan komşusu, yaşlı adamın yarasını dokunduğunun farkındaydı. Kadın güzel bir etki bırakacağını düşündüğünden öyle söylemişti. Yaşlı adamın bu kadar kırıcı durumda olacağını düşünememişti. Özür dilemeyi aklından geçirdi de sözünü edemedi. Zira özür sözünü etmesi, yaşlı adamı tam bir üzüntüye sevk edebilirdi. 

Vural Bey, komşusunun yüz ifadesini net göremese de vicdanının aldığı hali ve sesini anlamıştı. Başını kaldırdı, gülümsedi. 

” He ya. Çok severim. Rahmetli tuzu ya az ya da çok koyardı.”

Komşu kadın gülümsedi,

” Vural Amca afiyet olsun.” 

Vural Bey konuşacağı sırada merdivenlerden patır kütür sesler duyuldu. Merdivenin ucunda cennet bahçesindeki çiçeklerinden bir tanesini gördü.

Çocuğa güldü. Çocukta ona gördü. Kadın da ikisine güldü. Çocuk aradaki mesafeyi adeta zıplayarak kapattı. Yaşlı adamın önünde durdu,

” Dede, biber acı haberin olsun.” 

” Senin tatlılığın tüm acıyı yener.” dedi.

Çocuk başını annesi çevirdi,

” Anne, acıyı yarışta yenerim değil mi?”

Vural Bey elini çocuğun başına uzattı, saçlarını okşadı ardından elindeki tabağı kadına uzattı, çocuğun sık ve güzel kokulu saçlarını öptü. Çocuk, adamın iç dünyasındaki torun hasretini ayaklandırmış olduğundan habersiz adamın elleri arasından çekilip merdivenin başında durdu.

” Dede, gece niye var?” dedi.
Kadın çocuğunun sorduğu bu anlamsız soru karşısında Vural Beye baktı. Vural Bey ise gülümsüyordu.

” Güzellikler dinlesin diye var” dedi sonra devam etti,
” Senin ve senin gibiler dinlesin diye gece vardır evladım.”

Çocuk acul hareketle elini kaldırdı. Açık kapıdan karanlığı gösterdi.

” Dede şimdi çıksam yorulurum öyle mi? ”
” Korkmaktan yorulursun evladım.” dedi.

Çocuk başını sol omuzuna çevirdi, gözlerini adama uzattı. Manalı bir bakışla dedesine baktı.

Kadın,” Hadi eve gidelim. ”
Çocuk apartman girişinden, dedesinin kapısının önüne adeta uçarak geldi.

Kadının elini tutarak merdivenden çıkan çocuk, başını geriye çevirdi.

” Dede durma bak yorulursun.”

Vural Bey minnet duygusuyla gözlerini kapattı. Çocuğun söylediği sözün içtenliğinin her kıvrımına yayılmasını bekledi. Apartman kapısından görülen karanlığa baktı. ‘’ Evet, yorulurum ‘’ dedi. Kapıyı kapatarak içeriye geçti.

Saatler önce çocuklara seslendiği pencerenin önüne geldi. Etrafa bakındı. Kimseler yoktu. Yolun karşısına geçen iki kedi dışında gözüne çarpan hiçbir siluet ortalıkta yoktu. Evden yayılan ışıklar, sesler kulaklarında ve gözlerinde yer etmiyordu. Arkasında duran kanepeye oturarak yarım saat kadar yeri seyretti. Derin bir nefes alarak doğruldu, kanepeye uzandı. Ellerini başının altında birleştirdi.

*****

Devam edecek.

Etiketler:

20 Aralık 2022 Salı

Çocukluk, insanın kara kutusudur.



Çocuklukta şekil almaya başlayan ancak henüz fark edilmeyen, zamanla yerini dizginleyen, güçlendiren kişilik bireyin hayatta kalmasını sağlayan en dayanaklı kalkan olmakla beraber, ağırlık katandır.

Anlamsız kelimeleri, emeklemeler ve sonunda da paytak adımlar takip ederken iç kısmında yani kişinin öz benliğinde de kalıtımsal olarak yeni anlamlar, eylemler ve olgular yer edinmeye başlar. Bunlar şimdilik sözsel olsa da ileride büyüyüp kendinin farkına vardığında naif ve şeffaf soyutlukları arketipe çevirecektir. Hemen olmayacağı gibi kolay da şekil almayacaktır ve bireyi müthiş yorgun düşürecektir; şahsen kendine ulaşmak isteyenler içindir bu söylemlerim. Merakın önüne uğraş ve azim getirilmezse bireyin kendine ulaşması pek mümkün değildir.

Bireyin – ben kendimi bulmak istiyorum – demesiyle olacak iş değildir. Önceliği dışsal olaylara bakış açısıyla iniltilidir. Dışarıda yaşananlardan kendine pay çıkartarak içsel süzgecinden geçirip kendine saydam görüntüler sunabiliyorsa yolun başında olduğunu söyleyebilirim.

İnsanın kara kutusu çocukluğudur.


Annenin gölgesine gereksinim duyan çocuklar zayıf iradeli veya buna benzer aşağılayıcı sözcüklerle tanımlanmamalıdır. Zira her anne çocuğunun kendisine bağlı kalmasını ister ki doğası gereği her evlat öncelikle anneye bağlıdır. Bu bağın kopmasının ihtimali yoktur. Hırs, öfke ve nefret bağın kopması için güç uygulasa da bir yerlerde anneye bağlılık vardır. Annenin iç dünyasından hayata çıkan birinin annesinden kopması mümkün olabilir?

Güçlü bir örnek verelim. Doğumdan sonra terkedilen bir insanı ele alalım. Bu insanın yıllar sonra annesinden haber aldığını düşünelim ve bu kişinin annesiyle karşılaşmak istemediğini farz edelim. Anne orada, kişi ise ne onu görmek ne de tanımak istiyor. Her şey buraya kadar güzel. Peki, bağ? Üzerindeki kalın kabukları nasıl da parçalayacaktır. Kişi bağı öfke ve nefretle durdurmaya çalışsa da neye faydadır, söylerim? Söz geçiremediği ve dizginleyemediği için kaç gece göğsüne yumruklar vuracaktır? Karşısında durulmaz… Varlığını unuttuğunuz, silüetinden bile habersiz olduğunuz bir şeyin sadece ‘’ ANNE ‘’ diye adı geçiyor…

Annenin güçlü durması, çocuğunda güçlü durmasına vesile olacaktır. Burada biz erkeklere düşen pay sadece ‘’ güçtür. ‘’ İnanın ötesi yoktur. Anne ile evlat arasına sadece baba figürü girebilir fakat o ada kısa rollerle. Evlat ile anne arasındaki derin bağlara babalar erişemez. Erişmeye kalkıştığında çocuğuna ya da eşine bir yanını döndürür yani dünyasındaki dört mevsiminin birini karanlığa bulayarak onlardan birisine göstermez. O yüzdendir ki kız çocukları genelde babalarından kopuk yaşarlar. 


Baba kız ilişkilerine tanık olduklarında işlerinin geçmesi bundandır. Oradaki baba, kız ve anne arasındaki bağa düğüm olmamıştır. Bu örneği anne ve oğlan olarak da değiştirebiliriz. Az önceki örneği erkekler için veremeyiz. Çünkü kadın, erkekle baba arasındaki bağa karışmaz, irdelemez. Meselesi evladı olan bir annenin kiminle bağ kurduğunu önemsemez, kendi bağının temelini sağlamlaştırır. Erkeklerin anne veya baba arasında bir seçim yaptıklarında genelde annelerini seçtiklerini de göz önüne getirdiğimizde bunun da babayı rakip görmeleridir. Bu derinliği babalar anlayamaz...

 


Etiketler:

9 Aralık 2022 Cuma

Çocuksu değerler, değer bilmezlerin elinde!

 ( FOTOĞRAF YOK ) 


Evliliğin kutsiyet değerlerine vakıflıktan çıkartıp kendi emellerine alet edip bununla beğeni derdine düşmek hangi insanların akıllarında '' gerekli '' olarak kabul görüyor, öğrenmek isterim. Çağımız hiçbir dönemde öne çıkmayan bilgi ve birikime sahip olmamıza imkan sağlayan bir donanımla varlığını sürdürürken, insanlar bu bilgi ve birikiminden habersiz, kendilerini ön planda tutmaya yarayan davranışların peşindeler. 

Bu da sadakati ve değeri yan ürünlere kategorize edilmesini sağlıyor. İnsanlar zor kalmadığı müddetçe sadakate ve değere yargı gözüyle bakmıyorlar. İnsanı insan yapan temellerin başında gelen değer ve sadakat, bilinenin aksine bilinmezlerin arasında bırakılıyor. 

Çocuklar rol model olarak ebeveynlerini örnek alarak büyürler. Gördükleri her şeyi taklit etme yeteneğine sahip çocuklar farkında olmadan normları ve hücreleri tarafından travmalara maruz bırakılıyor. Bugün 3 veya 5 yaşındaki çocuğun aklında yer edinmesine imkan vermediğiniz bir davranış veya söylem ileride karşınıza çıktığında ebeveyn olarak kendilerini yargılama aşamasına girebilirler ki bu yanlış bir izlenimdir. 

Ebeveynler çocuklarının kötü hadiselere, görüntülere maruz kalmaması için onları koruyup kollarken kendi yaptıkları yanlışlardan bihaberdirler. 

Bilmemiz gereken ön önemli davranış biçimi, anlayışla yaklaşmaktır. Caydırıcı cezalar vererek çocuğun akıl deryasını kaya parçalarıyla dolmuş olur ve bu da çocuğun ileri dönemlerde bir şeylere isteme, hayal etme eylemini sekteye uğramasına neden olur. Çocuk ileride ailesinin denetleyici yaklaşımlarının nelere mahal verdiğini bilemeyecek ve büyüdüğünde de karşılaştığı ve üstesinden gelmekte zorlandığı olaylar için hayata karşı bir duruş sergilemeye başlayacaktır. Keşfetmesine izin verilmeli.

Ebeveynlerin ekran karşısına çıkarmak için adeta yarış içerisinde olduğu bu dönemde henüz konuşmayı bilmeyen çocukları '' egolarını '' tatmin etme aracı olarak kullanıyorlar. Şansları yanında olan çocuklar parlamaya ve ailesine belirli kazançlar sağlamaya başlar. Tabii bundan çocuğun haberi olmayacaktır. 

Çocuklarının ileride ağır travmalara maruz kalacağını düşünmeyen ebeveynler gelir kapısı olarak kullanmayı sürdürdükleri evlatlarının üzerinden bazı isteklere ulaşacaklardır.

Bir de düşünseniz kendi kafalarına göre bir plan içerisinde yürüttükleri sistemlerinin dışına çıkmak isteyen çocuklarına uyguladıkları davranışları? Reklam firmasıyla anlaştıkları saatte çocuğuna giydirmeyi planladığı kıyafeti giymek istemeyen çocuğa uygulanan tarifeyi göz önüne getirin.

Ebeveynler evliliğin kutsiyetini, çocuğun evliliğe getirdiği hayrı tamamıyla bir kapı olarak kullanmaktan vazgeçmediği sürece meydanın gücü karşısında evlilikler kırılmakla kalmayacaklar, çocuklar da önlenmeyecek travmalarla yaşamlarını sürdürecekler.

Her çocuk güzeldir, değerlidir ve önemlidir. Biraz daha şanslı olup güzel ve tatlı çocuklar diğer çocuklar karşısında bir adım öndedir ve bunun farkına varan ebeveynler hemen kollarını sıvayıp ekran karşısına çıkarmaya başlarlar. 

Çocuklarının büyüme evrelerini her gün sosyal medya üzerinde paylaşan insanların hayata karşı sorumlulukları var mı, hayır? Çocuğa karşı sorumlulukları var mı, kısmen. Kendilerine karşı sorumlulukları var mı? Henüz kendilerinde olmadıklarına eminim. 

Konuştuğu ilk kelimeyi kameraya alıp çevresindeki değerli insanlara göndermek yerine sosyal medyada paylaşması, pekala mühim bir mesele midir? Hiç değildir. Mühim olması için kendi aralarında o sevinci saf ve samimi biçimde yaşamalılar. 

10 ila 15 yıl sonra Türkiye'deki ve hatta dünyadaki çocuklar ağır travmalara maruz kalmış halde dünya sahnesinde boy gösterecekler. Ve bu kişiler ileri zamanda evlendiklerinde yine aynı davranışları daha teknolojik uygulamalar ve icatlarla çocuklarını medya karşısına çıkartacaklardır. 

Sosyal medya çocukları '' kamera yüzü '' olarak bizlere sunuyorlar. Buna yem olan ebeveynler de planlanan olayın bilmeden veya bilerek içinde yer alıyor. 

Önceleri çocuk sevmek için başını okşadığımız, karşımıza alıp konuşmaya çalıştığımız o çocuklar artık nerede? Ebeveynler çocuklarını haklı bir gerekçeyle insanlardan uzak tutarken diğer tarafta insanların gözlerine sokuyorlar. Çocukların yaklaşımlarını içli ve bir o kadar tatlı bulurken bunu sırf rant uğruna yapan ebeveynlerin çocuklarına tiksintiyle bakmamak için karşıma çıktığında hemen kaçıyorum. 

Sadece çocuklar değil, gençler de hızla bu akıma ayak uyduruyorlar. Bir kızın çok kısa sürede yüzbinlerce takipçiye ulaşması içten bile değil. Bir erkeğin de yakışıklı olması da aynı orandadır. Bir de güzel olmayan kızların bu uğurda bedenlerini pazara sunmalarına ne demeli? Çığ gibi büyüyen bir akımdan bahsediyorum. Belki de arkasından gelen neslin akıbeti daha sağlıklı olması için direnen döneme sahip son insanlar olabiliriz. Kuşak yaftasını sevmesem de Y kuşağı tahribatları yok etmeye çalışsa da direnmekte zorluk çekiyoruz. Bir neslin başka bir evrime uğrayışını hüzünlü bir şekilde tanık oluyoruz...




Etiketler:

4 Aralık 2022 Pazar

Kadere(alınyazısına) yön verilebilir mi?





 Tüm dinlerde geçerliliğini koruyan bir söylem olan '' herkes kaderini yaşar '' sözü, insanların sığındığı bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanların çoğunluğu geçerliliğini kabul ettiği bu söylemi asırlardır devam ettirmektedir. Zamanla kötülüklere maruz kalanların '' kaderin bize çizdiği yol bu olmamalı '' gibi çıkışlar sergilenmiştir bu karşın inançlarını derinlerinde yaşayanların hiçbir bahaneyi önlerine almadıkları da bilinir. Günümüze kadar gerçekliğini koruyan söylemin gün geçtikçe değerini taşımakta zorlanıldığını bilmeyenimiz yoktur. Duruğunu korusa da inananların çoğunluğu azalmaktadır. 


Dini ritüellerde '' kazanım veya kayıp '' olarak bilinen - kader, alınyazısı - değersizleşen toplumların çoğalmasıyla temelinde sarsıntılar yaşanmaktadır. Bir fiil gerçek kabul edilen ve destansı hikayelerin olduğu dönemlerden bugüne geldiğimizde, anlatılan hikayeler zamane insanlarındaki etkilerini günümüz insanlarında göremiyoruz.


- Kadere inanır mıyım? - gibi bir soruyu kendime sorduğumda, inancımın ağır olduğunu hissediyorum. Ağır bir kaza geçirmiş olmasaydım, belki de bu inancım günümüzün çoğunluğuna ayak uydurmaktan geri kalmayacaktım. 2009 yılında ölümden dönmüş olmasaydım, '' inanç '' kavramına bu denli bağlı kalmayacaktım belki de. 

Peki, başlıktaki soruyu kendime yöneltecek olursam; 

Yön verilebilir. Fakat bu yön verdiğimize inandığımız yönelimler alın yazımızda yazılı değil midir? Kendimiz için - farklı - eylemlere giriştiğimizde, - bu alın yazımda yazılı değildir? - diyebilir miyiz?


Kanımca herkes görev niteliği taşıyan bir döngüselin içerisinde rollerini en iyi şekilde yerine getirme eğilimde olmalılar. Tabii her canlının bir rolü olmasına karşı rollerinin farkına varmayanlar da kaderlerine şekil veremeyenlerdir ve onlar en tehlikeli insansı canlılardır. Çünkü yaşam sürdüğümüz alemin gidişatını çomak sokarlar ve içten içe çürütürler. 

Biraz ileri gitmiş olacağım ama bence insanların iki yüzlü kaderi vardır. Kendini keşfetmeyenler ve kendi sınırını aşanlar... 


Kendini keşfetmeyenler, - olacaksa olur, kaderimizde yazılıysa gerçekleşir - algısına sahip kişilerdir. Alınyazısına yön vermek için ayaklanmak yerine Oblomov gibi koltuğa uzanıp hayatı sorgularlar ve bir adım öteye gidemezler.


Hırçın, istikrarlı ve disiplinli bir hal içerisine girmekten kaçınanlar insanlığı çürütenlerdir. Haliyle üstün kavram olan '' benliklerinden '' bihaberdirler bu da insanlığı kaçınılmaz sancılara tabii tutar. 


Her iki bakımdan da yön verilmeye müsait olan kader, aslına bakıldığında üzeri renksiz hadiselerle doldurulmuştur. Bizlere burada düşen görev de harflerin üzerini doldurmaktır. Alınyazısında kötü hadiselerin yer aldığını gözden kaçırmayacağımız kafidir.

 İnsanı acı haricinde ne güçlü ve dirençli kılabilir?


İçi doldurulmamış, çevresi keşfedilmemiş bir benlik, döngüyü yoran, insanlığı sekteye uğratan ve yaşantılarından dersler almayan insanların çoğalmasına vesile olacaklardır.


Alınyazısında yer alan acı (lar) her kimin hayatında gerçekleşiyorsa insana üstünlük katacaktır Yaşanması ve taşıması epey güç gerektiren hadise(ler) zamanla kuş tüyüne rakip olacak hafifliğe ulaşacaktır. Piramidin sonuna ulaşan insan, ellerini havaya açıp isyan etmeyecektir, varlığına ve karşılaştıklarına içten bağlılığını duyuracaktır. 

Diğer tarafta bıraktığımız, içlerini ve üzerlerini doldurmayanlar, alınyazılarını olduğu gibi kabul edenler, yönlerini kaybedenler olarak mücadeleden yoksun insanlar mezarlığında sıradanlar olarak kalacaklardır.


 Yön dediğimiz şey sınırlarımızı zorlamaktır. 

Kader, bir sonra ki adım için yola çıkmamızı ister. Fakat her şeyi olduğu gibi kabul edip, adım atmak yerine kımıldamayanlar, yola koyuların rotalarında sıradan engeller olarak kalacaklardır.



Etiketler: